Ağır, sarsıcı, hüzünlü bir yazın ardından

İnsan neden bir başkası olmak, bir başka kimliğe bürünmek, gizli bir kimlikle yaşamak ister?

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Ağır, sarsıcı, hüzünlü bir yazın ardından

Herhalde çoğunuz, ‘hayatından memnun olmadığı için’ cevabını verecektir bu soruya. Ama sanırım hiç de o kadar basit değil. Aksine son derece karmaşık, kökü hem kişisel hayatlarımızın hem toplumsal tarihimizin derinlerinde olan bir soru bu. Birey olmanın çok zor, bir inanca, ideolojiye ya da resmi görüşe ait olmanınsa hayatı sürdürmek için çok daha kolay olduğu toplumların hastalıklarından biri belki de bu…

15 Temmuz gecesi yaşanan felaket bize aslında açık toplum olamayışımızın bizi uzun yıllar sonra ne hale getirdiğini gösterdi. Herkes dehşet içinde, ‘İnsan nasıl olur da yıllar boyunca kendisini bir başkası gibi gösterir, en yakınlarından bile gerçek kimliğini, kişiliğini saklayabilir?’ sorusunu soruyor. Oysa aslında toplumuzda o kadar yaygın bir durum ki bu, yıllar yılı hem bu konuyu yazdım hem de programıma katılan psikiyatrlara, psikologlara, sosyologlara sordum… Dizi filmlerimizde bile en çok tutulan konu, arkadaşının yerine geçen, bir başkası olarak kendisini tanıtan gençler ya da gizli bir kimlikle kahramanlığa soyunan insanların yaşadığı maceralar değil mi?

Biz çocuklarımıza kendilerini gerçekleştirme, kendi istediği gibi düşünme, konuşma, yaşama şansını ne kadar veriyoruz bir düşünün? Elbette farklı koşullarda yaşayan bir avuç insandan söz etmiyorum. Toplumun genel anlayışından söz ediyorum. Toplumun en çok okumuş, yönetici sınıfı dediğimiz insanları bile en küçük bir iktidar sahibi oldukları anda başkalarının kendilerine benzemesini istemiyor mu? Farklı görüşlere, farklı yaşam biçimlerine karşı son derece sert değil miyiz? Bizim toplumumuzda gençler, büyüklerine ne kadar benzerlerse, çevrelerinde kabul gören düşünce ve inançlara ne kadar yakınlaşırlarsa, onlara göre hareket ederlerse başarılı olacaklarını biliyorlar. Çünkü aksi biçimde hareket edenlerin başına neler geldiğini görüyorlar.

Evde, okulda azar işitmekten başlayıp, çevreden dışlanmaya, iş hayatında aşağılanmaya, arkadaş çevresinde küçümsenmeye ve eğer fazla ileri giderseniz devletle çatışmaya ve cezalandırılmaya kadar varan uzun, çileli bir süreç bekliyor ötekileri… Bunun yerine genelgeçer yargıları kabullenip, sorgulamadan, herkes gibi olmaya boyun eğerseniz geçinip gidiyor hatta şansınız yaver giderse yükselip başarılı oluyorsunuz. Bizim toplumumuz, kendisine yeni, farklı fikirler getiren, beklenmedik bakış açıları geliştiren insanları sevmiyor. Onun için de zaten yaratıcı kişilikler gelişmiyor. Farklı görüşleri dile getirenler de aslında sırtını bir başka topluluğa dayayarak, onlara yaranarak bunu becerebiliyor ve oradan nemalanıyor. Yani farklı görüş dedikleri, muhalefet dedikleri de kendi yaratıcı görüşleri değil aslında.

Açık açık kendi düşüncelerini savunan, yazan, konuşan, kimse beğenmese de o düşüncesinin peşinden giden insanları sevmiyoruz. Onları eleştiriyor, yargılıyor, aşağılıyor hatta çoğu kez ağır biçimde cezalandırıyoruz. Tarihimiz bu durumun sayısız acı örneğiyle dolu ne yazık ki… Üniversitelerde, toplumun entelektüel alt yapısını oluşturacağımız, geleceğe hazırlayacağımız yerlerde bile farklı düşüncelere tahammül edemiyor, oralarda da hiçbir değerli çalışma yapmadan isminin önüne etiketler koyan insanları baş tacı ediyoruz. Gerçek düşüncesini, kimliğini gizleyen, karşısındakine göre konum alan, her rüzgara göre yön değiştirebilen tipler bütün bu bedelleri ödeyeceklerine aksine son derece rahat bir hayat sürüp en yüksek makamlara gelebiliyor.

Büyük ve çok derin bir geçmişe yaslanan önyargılarımız bizi kendi aidiyetlerimize, kendi fanuslarımıza kilitliyor ve dışarıda kalanları ötekileştirip onlara son derece sert tepkiler veriyoruz. Kendimizi bir başkasının yerine koymayı, empatiyi, hoşgörülü ve anlayışlı olmayı unutup, kesin yargılarla, yalnızca biçimlere, yaşam tarzlarına bakarak herkes hakkında fikir yürütebiliyoruz. Bu nedenle de kendi içine kapanan topluluklar oluşturmak, başkalarına düşmanlıkla beslenerek gelişen gizli örgütler kurmak, paranoyak bir biçimde onlar bize bir şey yapmadan biz yapmalıyız diye düşünerek yaşamak sıradan bir hale geliyor.

Belki bütün bu felaketlerden sonra, ne olursa olsun, ne düşünürse neye inanırsa inansın, hayat tarzı bizim tam tersimiz de olsa insanların gerçek ve samimi olmasını öncelik haline getirmenin zamanıdır. Sahte, maskeli insanlarla birlikte yaşamak yerine, sevmesek de en azından ne olduğunu, kim olduğunu bildiğimiz insanlarla yaşamak herhalde daha iyidir.