Defterimde sana da beyaz bir sayfa ayırıyorum

Hayatta zoraki yaşatılacak en son duygu olmalı aşk.

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Defterimde sana da beyaz bir sayfa ayırıyorum

Geçenlerde bir kanalda o güne kadar farkına varmadığım bir program izledim. Bir evin içinde kızlı erkekli bir topluluk yaşıyor. Tabii kızlar ayrı, erkekler ayrı evlerde ama sonuçta sürekli görüşüyorlar. Formatın niyeti, bunlar arasından birilerini evlendirmek anlaşılan. Bu nedenle de birbirini beğenen çiftler önce bir süre aşk yaşıyor, sonra bu aşktan vazgeçiyor, bir başkasıyla denemeye karar veriyor. Böylece neredeyse evdeki herkes herkesle bir şekilde flört etmiş oluyor. Arada birileri eleniyor yerine yeni adaylar çıkageliyor. Ama o gelmiş, bu gitmiş fark etmiyor, ağlamalar, bayılmalar, çığlıklar bitiyor, yeni gelen hemen aşk çemberine giriyor. Tabii formatın izlenebilmesi için çok bayıldığımız kavga sahneleri bitmek bilmiyor ve sürekli özellikle kızlar sinir krizleri geçirip birbirine çemkiriyor, erkekler de sürekli delikanlı rolünde ama birbirinin ayağını kaydırmaktan geri kalmıyor.

Ama asıl mesele bu flörtlerin bize bir ‘aşk’ duygusu verebilmesi… Bir gün önce başkasıyla yemeğe gidip aşık oldum diye ağlayan kızın ertesi gün öteki yarışmacıyla sanki ilk kez görmüş gibi beraber olması aşkla açıklanabilecek bir durum değil aslında. Bunun için de o duyguyu zorla yaratmak için ellerinden geleni yapmışlar. Romantik yemek sahneleri, mumlar, çift yemek yerken birinin gitar veya keman çalması gibi olabildiğine bayat ve klişe olaylar… Bunun yanı sıra doğum günü gibi sebeplerle yine son derece klişe balonlar, baştan aşağı gül yaprağı dökmeler… İlk gençlik yıllarımızda bir kıza böyle bir şey yapsak kız aşık olacağı varsa vazgeçer, böyle bir kıt zekayla ne işim var diye hemen uzardı. Çiftlerin ötekilerden ayrı yaptığı konuşmaların içeriğine hiç girmiyorum. Programdaki konuşmalar bana yıllar içinde tanıdığım kart zamparaları anımsattı. Hani şu beş dakika önce barda tanıştığı kıza birdenbire ‘gözleriniz beni çocukluğuma götürdü’ türünden akla ziyan basitlikte cümleler kuran tipleri…

Hayatta zoraki yaratılacak en son duygu olmalı aşk. Elbette bir filmde, bir romanda, bir şiirde bu duyguyu sanatçılar yaratabilir. Ama orada bile gerçekten iyi sanatçılar yaratabilir. Yoksa o da son derece sığ, klişe ve sıkıcı bir hale gelir. Ama epeyce uzun süren ve oyuncu bile olmayan insanların doğaçlama bu duyguyu hem de her hafta başkasıyla yaratması mümkün değil. Yine de eminim program büyük ilgiyle izlenmiştir. Yarışma programlarına katılan sıradan evli çiftlere veya genç sevgililere bakınca da benzer bir durum görüyorum aslında. Herkes birbirine sürekli ‘aşkım’ diye sesleniyor, sürekli bir sevecenlik, bir aşk hali içinde görünüyorlar. Özellikle de kızlar… Ve çok belli oluyor ki, adamları da bir biçimde bu oyuna mecbur etmişler.

Onlar da tiplerine hiç uymasa da birer sevgi böceği halinde çırpınıp duruyorlar. Sosyal medyada bir kız, ilişki durumunu, ‘ilişkisi var’a çevirdiği an arkadaşları art arda tebrik mesajı atıyor, sanki bir ilişki kurmak hayatın tek amacı veya büyük bir başarıymış gibi. Şiirlerden alıntılar, özlü aşk sözleri havada uçuşuyor ve büyük beğeni topluyor. Aşk artık buzdolabı reklamından sucuk reklamına kadar her yerde…

Sanırım programın yapımcıları da bu durumun farkında… Nasıl ki hepimiz kime rastlarsak rastlayalım bir aşk hikayesi yaratmaya çalışıyoruz ve bunun için kendimizi zorluyoruz, onlar da bunu televizyonda yapmayı denemişler. Ünlülerin her yemeğe çıktığı, kulübe gittiği insanla beraberliğini ‘aşk yaşıyor’, ‘yeni bir aşka yelken açtı’ gibi cümlelerle yansıtıyoruz gazetelere… Onlar da durumu bozmuyor, ‘Ne aşkı kardeşim, hepi topu dana kaburga yedik o da zaten gaz yaptı, adam da çekilir dert değilmiş’ diyen olmuyor. Dizi filmleri izleyen ve aşık olanların başına gelenleri görenlerin aslında ‘Aman uzak durayım, aşk meşk benim neyime’ demesi lazım ama aksine herkes ‘belasını arayan bilge’ şeklinde aşk peşinde koşturuyor. Yıllar önce ‘Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları’ diye bir kitap yazmıştım. Kitabın ismi nedeniyle gerçekten kılavuz yazdığımı sananlar da olmadı değil ama roman aslında aşkı bulmanın tümüyle bir rastlantı olduğunu, korumanınsa pek o kadar mümkün olmadığını anlatıyordu. Sizden habersiz ve hatta size rağmen gelen bir duyguyu folyoya sarıp buzlukta koruyamazsınız çünkü. Zaten korumaktan çok yaşamanız gereken bir duygu. Çünkü bir biçimde günün birinde ya çekip gidecek ve anılarda kalacak ya da başka bir şeye dönüşecek… Eğer hepimiz böyle zırt pırt aşık olabilseydik zaten ölümsüz aşk romanlarını, şiirlerini, filmlerini ve şarkılarını böylesine etkileyici bulmazdık. ‘Tam da bahar ayları gelmişken bu yazıyı neden yazdın, aşkolsun!’ dediğinizi duyar gibiyim. Sadece ne yaşarsanız yaşayın sahici yaşayın demek istedim.