Puslu kıştan, özlediğimiz yaza girerken

Kişisel hayatınızdan memnun bile olsanız, olup bitenler karşısında kendinizi kötü hissetmeniz son derece doğal ve insanca… Ama bu hisse teslim olmamak koşuluyla…

Kürşat Başar

Kürşat Başar


Puslu kıştan, özlediğimiz yaza girerken

Bu kış pek güzel geçmedi. Beyaz, insana huzur veren kar örtüsünü göremedik. Sonbaharla kış arası garip, bulanık bir mevsim yaşadık.
Yanı başımızdaki savaşın ve terörün her gün artan kötü haberleriyle kış üstümüze kalın, karanlık bir bulut gibi çöktü.
Belki de, kötü bir hastalık teşhisi konunca önce reddeden, inanmayan, eski hayatına olduğu gibi devam etmeye çalışan insanlar gibi olup bitenleri kabullenmemeye çalışıyoruz.
Bir yandan bütün dünyada inanılmaz, acımasız bir şiddete dönüşen bu yeni terör karşısında herkes ne yapacağını şaşırmış ve korkmuş halde, öte yandan hayata devam etmek gerektiğinin farkında.
Geçenlerde bir arkadaşım gelen ihbarlar nedeniyle çocuklarını birkaç gün okula yollamadığını söyledi. Hepimiz kendimize göre özellikle de çocuklar için önlemler almaya çalışıyoruz elbette.
Ama öte yandan bir savaşın içinde yaşamak zorunda olanlar, o savaşlardan kaçmak için çocuklarıyla birlikte hayatlarını tehlikeye atanlar var yanı başımızda.
Terörün amaçlarından biri de toplumsal hayatı zora sokmak, hayatın normal akışını durdurmak, insanları güvensizliğe ve korkuya itmek…
Trafiğe çıktığımızda o gün başımıza bir kaza gelip gelmeyeceğini ya da uçağa bindiğimizde sağ salim inip inemeyeceğimizi nasıl tam olarak bilmiyorsak, aslında bu tür olaylara da öyle bakmak gerekir diye düşünüyorum.
Yoksa kaygı, endişe ve korkuyla hepimiz hayatlarımızı çok daha kalitesiz bir hale getiriyor ve o gerginlikle birbirimizle de daha çok kavga ediyoruz.
Belki çocuklarımızın gözlerini kapatıp bunların dışında tutmaya çalışmak ya da onların hayatlarını kısıtlamak yerine, onlara öldürme oyunları değil hayatı güzelleştiren oyunlar oynamayı öğretmeliyiz.
Kin, intikam, öç alma gibi duygular yerine hoşgörüyü, anlayışı, aklın ve mantığın önemini anlatmalıyız.
Sosyal medyada bile birbirine sürekli hakaret etmek, aşağılamak, ayrımcılık yapmak yerine en azından öfkelendiğimiz şeyleri yok sayabilmeliyiz.
Kötü şeyleri paylaşıp yaymak ve onu olağanlaştırmak yerine güzel şeyleri öne çıkartabilmeliyiz.
Kimi zaman inandırıcı olmasa da eski filmlerdeki gibi her zaman iyilerin kazanacağına ve kötülüğün yenileceğine inanmalıyız.
Zaman gerçekten de insanlığın evrensel ortak değerlerinin yeniden çok ciddi ve yaygın biçimde öne çıkartılıp özellikle yeni kuşaklara aktarılması zamanı…
Haberleri açtığım zaman sürekli insana hayatın ne kadar kötü olduğunu gösteren şeyler izliyorum.
Üstelik bir yerde yapılmış bir kötülük sürekli üzerine tartışılarak, her programa konu edilerek iyice yaygınlaştırılıyor ve gerçekte bir sonuç sağlamadığı için de daha derin bir umutsuzluk yaratıyor.
En basitinden her gün yediğimiz, içtiğimiz, çocuklarımıza yedirdiğimiz şeylerin sahte, bozuk, kanserojen olduğunu anlatıp duruyoruz ama bu konuda çok fazla bir şey de yapılmadığını görüyoruz.
Tecavüz, çocuklara taciz, kadına şiddet, silahlı baskınlar, dolandırıcılık, sahtecilik gibi pek çok felaketin giderek arttığını düşünüyor herkes.
Ama bir yandan da geçmişte pek çok şeyin gizli kaldığını, üstünün örtüldüğünü, pek çoğundan haberimizin olmadığını unutuyoruz.
Çok değil 20, 30 yıl önce, aslında bize çok da uzak olmayan yerlerdeki katliamları bile çok sonra öğrenebiliyorduk. Birçok yerde yaşanan faciaları duymuyorduk.
Taciz, tecavüz gibi suçlar çok yakın bir geçmişe kadar ya kurbanlar ve yakınları tarafından gizleniyor ya da yetkili makamlar tarafından geçiştirilip görmezden geliniyordu.
Kadına şiddet eskiden belki daha da çok vardı ama bir anlamda kadınlar bunu kabulleniyor, pek çok kadın aynı durumda olduğu için neredeyse ilişkinin olağan akışından sayılıyordu. ‘Erkektir, sever de döver de’ gibi garip bir söz başka bir dilde var mı bilmiyorum.
Daha beteri de vardı. Eskiden çocukların annesinden, babasından dayak yemesi son derece olağan bir şeydi. Çok eski değil bu anlattıklarım.
‘Öğretmenin vurduğu yerde gül biter’ gibi bir başka garip deyim de vardı dilimizde.
Okula çocuğunu götüren anne-babalar ‘eti senin kemiği benim’ derdi. En azından herhalde artık böyle garip laflar söyleyen kalmadı.
Kişisel hayatınızdan memnun bile olsanız, olup bitenler karşısında kendinizi kötü hissetmeniz son derece doğal ve insanca… Ama bu hisse teslim olmamak koşuluyla…
Ben böyle zamanlarda klasiklere sığınırım. En zor koşullarda, en büyük zulümlerde, savaşlarda kendilerine yapılan her türlü kötülüğe direnen, yaşama savaşını kazanan insanların öykülerini, romanlarını okuyup, filmlerini izlemeyi severim.
Yaşadığımız günlere farklı bir açıdan bakabilmenin yollarını orada ararım.
Ve bir de tabii insanoğlunun en büyük buluşlarından biri olan ‘uyum’un bize yüksek bir estetik haz verdiği müzikte…