Burnum niye kırmızı? 2

Saman nezlesi yüzünden yaşadıkları kabusa döndükten sonra oturmuş bilgisayarın başına, araştırmaya başlamıştı.

Levent Buda

Levent Buda


Burnum niye kırmızı? 2

Bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Çünkü ilkbahar gelince yaşadıkları her yıl üç ayını kaybetmesine neden oluyordu. Biliyordu, ölümcül bir hastalık değildi, ama öldürmüyordu da!

Bitkinlik, uykusuzluk, motivasyon düşüklüğü ve iş veriminin düşmesi de eklenince, ilkbaharları sevmez olmuştu. Doğanın her uyanışıyla, alerjik nezlesi de çiçek açıyordu. Kırmızı burnu da lale gibi yüzünün ortasına oturuyor ve kendini palyaço gibi hissetmesine neden oluyordu.

Gittiği doktorların reçete antialerjik ilaçlar ve kortizonlu burun damlaları etki süresince şikayetleri azaltıyordu. Ama kökten çözüm hiçbir zaman olmuyordu. Şu histamin denen maddeden nefret ediyordu. Burun, göz ve boğaz mukozasını hedef almış ve bahar gelince bu bölgeleri bir akıntı kaynağı haline çeviriyordu.  Hay bu atopik bünyenin içine… diye geçiyordu içinden ve şanssızlığına üzülüyordu.

Öncelikle kendi kendine yapabileceklerini öğrenmesi gerektiğini düşündü ve alınabilecek önlemleri listelemeye başladı. Aslında fark etmediği ya da bilmediği önlem varmış, okudukça fark ediyordu. Mesela polen mevsiminde kapı pencereleri kapalı tutmak, kapalı alanlarda polen konsantrasyonunu azaltıyordu. İş ortamının yapay havalandırılan bir bina olmasına şükretti. Ama havalandırma sisteminde polen filtresi var mıydı ve düzenli olarak değiştiriliyor muydu bilmiyordu. Ama yine de olduğuna şükretti. Arabasında polen filtresi vardı, ama evdeki klimayı değiştirmeliyim diye düşündü.

Polenler her yere yapışabilen özelliklere sahipti ve bu nedenle dışarda çamaşır kurutulmamalıydı. Bu yüzden ev içinde kurutmalıyım diye düşündü. Hatta kurutma makinasını kullanmalıydı. Evi sık sık deterjansız olarak ıslak paspas yaparsa yere çöken polenleri azaltabilirim diye düşündü. Ama kuruması için kapı ve pencere açmamalıydı. Polenler özellikle sabahları havada çok fazla oluyordu. Bu yüzden sabah yürüyüşlerini bu dönemde başka bir aktiviteye çevirmeliydi. Hava özellikle kuru ve rüzgarlı iken dışarı çıkmak polenler ile karşılaşma sıklığını artırabilirdi. Bu yüzden kapalı ortamları tercih etmeliydi. Yine oturduğu sitenin bahçesinde çim biçilirken, ya da bahçede çalışma varken bu ortamlardan uzak durmalıydı. Hatta zaman zaman bu işlere denk geldiği için kaliteli bir maske mi almalıydı. Evde yine toz tutan ve polenleri arasında hapseden halı ve kilimleri en azından bahar aylarında kaldırmalıydı. Ayrıca belki de HEPA filtreli bir süpürge mi almalıydı. Ne kadar az polen, o kadar az şikayet demek oluyordu.

Bir dönem gittiği bir doktor, deri üzerinde alerji yapan maddeleri tespit etmek için testler uygulamıştı. Şükretti ki hayvan tüylerine karşı bir alerjisi yoktu. Çünkü kedisi Sarman’dan ayrılması mümkün değildi. Ama bu tip alerjisi olanlar da vardı ve ev hayvanlarından uzak durmalıydılar.

Yine toz ve polenler ya da bütün alerjik maddeleri geçirmeyen yatak çarşafları ve yastık kılıfları varmış, internetten öğrendi ve hemen sipariş verdi. En azından bu önlemler ile birazcık olsun rahatlayabilirdi.

Diyetine bal, C vitamini ve Omega 3 yağ asitlerini dahil ederse bağışıklık sisteminin rahatlayabileceğini öğrendi ve derhal bu maddelerden zengin gıdaları almaya başladı. Böylece yavaştan rahatlıyordu. Ayrıca yapılan bir araştırmada Huş Ağacı Balı tüketmenin kullanılan ilaç ihtiyacını azalttığını okumuştu. Bu yüzden araştırmaya başladı. Ancak henüz bulamamıştı. Ama yılmıyordu. Kuşburnu çayı C vitamini yönünden zengindi. Ekinezya çayı ise bağışıklığı yükseltiyordu. Bu amaçla günlük kahve tüketiminin bir kısmını derhal bu iki çaya bölüştürdü. Ancak sabah kahvesinden vaz geçemiyordu.

Sonra tamamlayıcı tıp yöntemlerini araştırmaya başladı. Hepsi birbirinden ilginç olan bu yöntemler hakkında internet ortamında ne kadar çok bilgi vardı. Acaba hepsi doğru mu diye içinden geçirdi. Ancak hepsini biraz biraz okuduktan sonra, anladı ki çoğu yöntem bireye özel çözümler sunuyordu. Bu da mutlaka bu işlerin işi iyi bilen bir hekimce yapılması gerektiği sonucunu doğuruyordu. Çünkü sonuçta yapılması gereken işin aslında bir durumun bir orkestra şefi tarafından yönetilmesiydi. Aslında tedavi sürecinde en az zorluğu yaşayarak en hızlı sürede şifaya ulaşmaktı. İş böyle olunca hekim işte o orkestra şefiydi ve yöntemleri iyi bilerek bir program dahilinde takipler ile iyi bir integrasyon sağlamalıydı.


Yöntemler ve hekimler ile ilgili blog bir sonraki yazısında!