Hipokondri mi? O ne?

Sayın Kürşat Başar’ın son Blog’u “Alt kattaki Naciye Teyze’nin Kocası” hep de çevremizde gördüğümüz kişilerin birer prototipi gibi. Her ne kadar kendisinin de böylesi hastalıklarının varlığından bahsetmişse de, yirmibeş yılı aşkın meslek yaşamımda çok daha kötü senaryolarla gelen hastalar gördüm.

Levent Buda

Levent Buda


Hipokondri mi? O ne?

En ilginci sanırım sabahın beşinde acil nöbeti tuttuğum hastaneye gelen kadındı. Şikayeti kendisince çok önemli olan tükürmekti. Aşırı tükürük salgısı yapan durum olarak aklıma geliveren kuduz hastalığıydı. Ancak son dönemde her hangi bir hayvan tarafından ısırılma öyküsü de yoktu. Fizik muayenesi de normaldi. Bir de döndü ben ne yapacağım diye sorunca ne diyeceğimi bilememiş bir halde ağzımdan gecenin yorgunluğuyla birlikte tükürme çıkıvermişti.

Bu hasta kolayca ikna olmuştu. Ancak hastalık hastası da diyebileceğimiz bu kişiler genellikle zor ikna olurlar. Zor ikna oldukları için ve bir türlü kafalarındaki paranoid hastalık düşüncesi azalmadığı için genellikle o doktor senin, bu doktor benim gezerler. İkna olmaz "bir de şu uzmana gideyim" derler. Sonunda çıkan hep aynı sonuç. “PSİKOLOJİK”

Elbette her hastalığın temelinde bir zihinsel sebep yatar ya da zihinsel değişikliklere neden olur. O yüzden bir hasta biz hekimlerin karşısına geldiği zaman muhakkak bir bütüncül bakış açısı ile değerlendirilmelidir. Zaten tıp fakültelerinde de bütün klinik bilimlerin her hekimi mezun ederken ayrıntılı bir şekilde öğretilmesinin ana sebebi budur. Ben biliyorum ki hiçbir karaciğer bedenin dışında bir kovada çalışmıyor. Çalıştığı sırada bulunduğu fizik bedenin yanında hastanın zihinsel bulgularından da etkileniyor.  O yüzden zihinde olan ve bir şikayet olarak dışa vurmuş olan bir durum eninde sonunda fizik bedeni de etkileyip bir hastalık bulgusu olarak hastaya yansıyor.
Sadece bu yüzden bu psikolojik damgası yemiş hastaların muhakkak tedavi edilmesi gerekiyor. Çünkü tedavi edilmezlerse kendi kendilerini yazdıkları hastalık senaryoları ile eninde sonunda aynı Kürşat Bey’in arkadaşının babası gibi hasta ediyorlar. Ben astrolojiyi çok bilmem ama eşim bir Başak burcu ve dünyanın bence bu anlamda en şanslı kadını. Çünkü evde zaman zaman şüphe ettiği durumları sakinleştirecek ve doktor bir eşi var. Ama herkes onun kadar şanslı değil.

Böylesi sürekli hastalık senaryosu üreten kişiler doktorlarda da bir antipati yaratır ve hastaya gösterilmesi gereken ilginin azalmasına neden olur. Çünkü maalesef bu hastalara ayrılan zamanın, diğer gerçek hastaların zamanından çalındığı düşüncesi öne çıkar. Ancak bu hastalar da en az diğer hastalar kadar önemlidirler ve bir tedaviyi hak ederler. Sadece ve sadece bu hastalık ana temelinde olduğu yerde yani henüz zihinde iken tedavi edilirse, bu kişilerin önlerindeki yaşamları için koruyucu hekimlik adına önemli adımlar atılmış olur.

Ancak bu tip hastaları iyileştirmek de çok zordur. Psikiyatri hekimlerini çok fazlaca meşgul eden bu hastalar genellikle hastalıklarından dolayı ikincil kazançlar elde ettikleri için ve bunu çevrelerinde özel bir yer edinmek ve yine çevrelerini kullanmak adına bir psikolojik baskı unsuru haline getirdikleri için iyileşmeyi çok da arzu etmezler. Böylesi bir durum yakın çevrelerinde bir süre sonra aldırış etmeme gibi refleks bir tepkinin oluşmasına neden olur. Ondan sonra da biraz da alaycı bir tavır gelişir ki, bu hastalığın daha da derinleşmesine ve kişilerce daha ciddi yakınmalar varmış gibi davranılmasına yol açar.

Böylesi hastaların bir de önemli özellikleri maalesef hastalıklar konusunda aşırı araştırmacı bir yapıya sahip olmalarıdır. Araştırdıkları sırada aynı tıp fakültesinde okuduğumuz yıllarda her hastalığı kendimizde bulduğumuz günler gibi her hastalığı kendilerine yakıştırmalarıdır. Günümüzde araştırma yapmanın kolaylaştığı teknolojiler sayesinde ama temiz, ama kirli bilgiye ulaşmak bu kadar kolayken hastalık üretmemek de zordur. İş böyle olunca her konuda ama doğru, ama yanlış bilgiye sahip ahkam kesen hastalar ya da kişilerle karşılaşmak biz doktorların canını da sıkmaktadır. Çünkü yanlış düzeltmek inanın bilmeyene baştan anlatmaktan daha zordur.

Günümüzde gelişen doğala olan tutku akımı hastaların kullanması gereken ve mutlak olan ilaçlara da bir antipati oluşmasına neden olmaktadır. Bir de pek çok kanaldan gelen ve doğallığı savunan yöntemler doğru ve düzgün olmayan ve halkı yanlış etkileyebilecek, yaptıklarının eğrisini doğrusunu hesaplamayan kişilerce anlatılmakta ve yanlış kanıların oluşmasına neden olmaktadırlar.  Bu bilgileri okuyan kişiler de ister istemez etkilenmekte ve akılarındaki soru işaretlerini hekimleri ile paylaşmaktadırlar. Ben de tamamlayıcı ve integratif tıbba gönül vermiş bir hekim olarak bu tip soru işaretleri dolu yorumlar ve isteksizlikler ile karşı karşıya kalmaktayım. Biz hekimlerin en önemli görevi her bilgiyi sorgulamak ve doğruları ortaya çıkarmaktır. Bu yüzden bu tip hastaların sorularını dikkate almak ve değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Tedavide temel yaklaşım önce zarar vermemek olan bir düsturun öğrencileri olarak hastanın her söylediğini dikkate almalıyız ve o konuda yol gösterici, eğitmen olduğumuzu, bunun mesleğimizin bir parçası olduğunu unutmamalıyız.

Biraz paranoid, biraz da endişe bozukluğunun bir arada olduğu bu tablonun neden olduğunun bulunması ve o nedenin mümkün olduğunca ortadan kaldırılması en isabetli ve gerekli tedavi yaklaşımıdır. Bu yüzden böylesi hastaları gören biz hekimlerin en önemli görevi bütüncül bakabilmek ve fayda göreceği şekilde bu hastaların multidisipliner, integratif bir tedavi süreci içerisinde izlemektir.