Yetişin, adam dövüyorlar!

Bizim Ozan biraz delidir. Ki burada “deli”yi bir övgü olarak kullanıyorum.

Yaprak Çetinkaya

Yaprak Çetinkaya


Yetişin, adam dövüyorlar!

Kendisiyle İzmir’den, ortaokuldan arkadaşız. Araya çok uzun yıllar girmesine rağmen sosyal medya sağ olsun, tekrar buluştuk ve çoğunluğu sanal alemde olmak üzere harika sohbetler yaptık. 

Benim Facebook listemde olan neredeyse herkes Ozan’ı tanır. Çünkü o bir sosyal medya canavarıdır.

Ki burada “canavar”ı da sevimli anlamda kullanıyorum.

Her paylaşıma yorum yazar, kendisi bol bol paylaşım yapar, bu paylaşımlarına sık sık beni ve belki diğer başka arkadaşlarını da şaşırtan “yükselmiş” nidalar ekler. “Yuh!”, “Ulan!” falan... Hani kendisini tanımayan bazen onu sevimsiz de bulabilir. Ama çok sevimlidir. Mesela bu yazıyı önce ona göndereceğim ve biliyorum ki sadece gülecek. Dedim ya, delidir. Yani egosu çok da aktif değildir, gülüp geçmeyi bilir.

Geçenlerde birden aklıma, daha doğrusu sezgilerime düştü. Zihnimde yakın geçmişi taradım, bir süredir Facebook’ta fazla dolanmadığını fark ettim. Ailecek bazı heyecanlar içindeler. Bir an bir şey mi oldu endişesi ile aradım.

“Merak ettin, değil mi?” dedi.

Sosyal medya ile ilişkisini biraz askıya almaya karar vermiş meğer.

“Oh iyi iyi, zaten çok vaktini alıyor insanın, epey de doymuştun” minvalinde tepkilerimden sonra vedalaştık, kapattık telefonu.

Ertesi gün öğlene doğru Facebook’u açtım. Ozan’ın zaman tünelinde bir arkadaşı (!) tarafından gönderilmiş bir paylaşım: “Ozan, X hanım seni engellemiş” diye...

X hanımın ne yazdığına bakıyoruz: Ozan’ın profil resminin de kullanıldığı paylaşımında “Şu adam beni her türlü sosyal platformda taciz ediyor” diye başlıyor ve herhangi bir hakareti daha olursa mahkemeye vereceğini söylüyor.  

Önce kızdım. Sonra bunun bir şaka olduğunu düşündüm. Alttaki yorumları okuyunca bunun bir sosyal medya deneyi olduğundan emin oldum. Hatta “Beni kandıramazsınız, bu bir deney değil mi, yemezler” türünden bir şeyler yazıyordum ki içime bir kurt düştü. Neyse ki düşmüş, rezil olacakmışım.

Aradım, “İnsanlar sanal dünyada nasıl galeyana gelir konulu deneye gönüllü denek mi oldun?” dedim. O her zamanki gibi Türkiye’nin karayolları haritasını direksiyon başında tekrardan çizerken hoparlöründen seslendi: “Çok mutlu oldum bunu söylediğine çünkü bu bir deney değil, gerçek. Neyse ki beni gerçekten tanıyanlar arıyor hemen” dedi.

Efendim, birbirini hiç tanımayan bu iki kişi daha önce, X hanımın paylaştığı bir iki haberin doğruluğu konusunda yazışmışlar. Bir kez daha bir haber konusunda anlaşmazlığına düşünce Ozan biraz sertleşmiş. Bunu gereksiz bulduğumu kendisine de belirttim. “Facebook’tan öyle elini kolunu sallaya sallaya uzaklaşacağını mı sandın?” sorusunu içimden geçirmekle yetindim.

Gelelim esas meseleye... Yani sosyal medyada linç meselesine.

X hanımın bu bildiriminden sonra gelen birkaç yorum şöyleydi:

“Tipinde hayır yok zaten.” (Bu arada cidden fotoğrafı bir tuhaf, kendisine de ‘adamlar haklı yahu’ diye takıldım, pek güldük.)

“Profiline baktım da, çok yalnız çook.” Buna da çok güldüm, çoook.

“Abuk sabuk paylaşımlar yapmış zaten.”

“Bakın geçenlerde de bunu paylaşmış.” Burada Ozan’ın “Sosyal medyada galeyana gelmeyin” başlıklı bir yazı paylaştığı görülüyor. İnsan her  tavsiyeyi önce kendine söylermiş, Ozan da öyle yapmış anlaşılan ama kendini pek dinlememiş sonra.

“X hanım, isterseniz dövelim.” Ne yaratıcı bir fikir!

Böyle gidiyor ön yargısı bol ve gittikçe çirkinleşen yorumlar.

Tüm bu tatsızlığın içinde beni en çok vuran ise bu yorumculardan birinin profil resmi oldu: Ali İsmail Korkmaz!

Hani 10 Temmuz 2013’te, Eskişehir’de, Gezi Parkı protestolarına destek için gerçekleştirilen yürüyüşe katılan, sonra bir ara sokakta polis ve eli sopalı saldırganlar tarafından dövülen, 19 yaşında yitip giden Ali İsmail...

Resmine her baktığımda hala beni ağlatan Ali İsmail.

Neden öldürüldü?

Çünkü onunla aynı fikirde olmayanların onun varlığına bile tahammülü yoktu. Onu tanımazlardı; ailesi var mı, üzülürler mi, bugüne kadar bir karıncayı incitmiş mi incitmemiş mi, kalbi iyi mi, niyeti temiz mi, bilmezlerdi. Ama hep beraber kıydılar. Çünkü onlardan değildi.

Ve üzerinden üç yıl geçmişken hala profil resminde Ali İsmail’i koyacak kadar hakkaniyetli olduğunu düşündüğüm bir insan, iki insan arasında, detaylarına vakıf olmadığı, gerçek mi değil mi, yanlış mı doğru mu hiç bilmediği bir olay nedeniyle, kendince belki de kendi arkadaşına çok güvendiği için sanal lince ortak oluyor. Sanal sopalarla vuruyor da vuruyor. Ozan’ı tanımıyor; ailesi, çocukları var mı, üzülürler mi, bugüne kadar bir karıncayı incitmiş mi incitmemiş mi, kalbi iyi mi, niyeti temiz mi bilmiyor. Ama linç korosuna dahil olup ekranın başından vuruyor da vuruyor. Çünkü Ozan onlardan değil, tanımıyor.

Ve bu ikisinin aynı şey olduğunun hiç farkında değil.

Sadece o mu?

Neredeyse hiçbirimiz değiliz.

Her gün sokakta, toplu taşımada, iş yerinde, evde, aile arasında peşin fikirli yorumları, işine gelmeyenleri yargılayanları duyuyorum.

Her sabah kimseyi yargılamamak üzere yataktan kalkıyor, gün boyu kendi yargılamalarımı yakalayıp duruyorum.

Bu konuda “full otomatik” çalışıyoruz maşallah.

Ülkenin acı gerçeklerinin her birinin kendi kalplerimizden, zihinlerimizden çıkıp yağmur gibi tepemize yağdığını fark etmiyoruz.

Ali İsmail’e kıyanlardan istediğimiz anlayışı, merhameti, kabulü, demokrasiyi biz kimselere pek gösteremiyoruz.

Biz “birey” olarak değişmedikçe aynı film dönüp dönüp duruyor dev makarada....

İzleyip izleyip ağlıyoruz.