Yapamazsın edemezsinciler

Yonca her şey.

Yonca Tokbaş

Yonca Tokbaş


Yapamazsın edemezsinciler

Kararlı bir tipim. Çocukluğumdan beri. Aklıma esen şey, içime de sinen bir şeyse ona varmak için her şeyi yaparım. Çabalarım, çalışırım, ne fedakarlık gerekiyorsa yaparım. Vazgeçmem gereken şeylerden vaz da geçerim uğrunda. Gelin görün ki, bunu eş dost bilse de yine de illa bir ‘Aaa sen mi? hayatta yapamazsın!’, ‘Olmaz canım’, ‘Sen sıkılırsın’ filan gibi bir cümle patlatabilir. Bu da bana çok koyar. Neden böyle bir söylem? Hani ne yaptım da insanlar böyle bir cümle kurabiliyor? Yooo! Ben bir şey yapmadım. Ağız alışkanlığı. Bizde alışkanlık bu yönde. Üstüme alınmak da benim saçmalığım. Ben kelimelerin insan üzerinde yarattığı güce inanırım. Yani sen bir insan için 10 kere ‘Yapamaz edemez olmaz’ dersen, o insana resmen kötü büyü yapmış gibi olursun. Engelsindir. Dilinle ‘yaparsın’ dedin mi, engellerini aşmasına desteksin oysa. Yaparsın de... Yaparsın. Olur. Yonca ‘Yapıcı’

Çaresizlikten doğan çare

Hayatımın en zor dönemlerinde hep müthiş insanlar girdi hayatıma. En çok şükrettiğim şey bu. Bana bu hayat hep beni ayağa kaldıran insanlar yolluyor en çaresiz anımda. Tıpkı zamanında hayatıma giren ve beni pilatesle kurtaran Dalya Ayan gibi. Refleksoloji ile ayağımı hayata döndüren Hülya Altan Balabaner gibi. Şimdi Dalya Paris’te, Hülya Bodrum’da. Başkalarına merhemler... Bu sefer de Derya bitti yanımda. Derya Varol Pasinler. Müthiş bir yoga hocası Derya. Vay be dedirten bir ruha sahip. Bense yıllar evvel yoga ile tamamen ters düşmüş, ‘Asla yapmam’ demiştim. Tükürdüğümü yalamak en sevdiğim şey. Derya ile yogaya başladım 2-3 ay önce. Deseniz en fazla 8-9 kez çalışabildik benim tempomda. Ama her bir çalışmamız sanki bana 80-90 yıllık şifa verdi. Ağladım her çocuk pozunda. Böğürerek hem de. Açıldım, esnedim, nefes alır oldum. Sanki boğazıma çöken taşlar döküldü tek tek. Belki guatr olacaktım, yoga temizledi deyip durdum. Tepki duyup ‘Bana göre değil’ dediğim yoga, tutunduğum imdat frenim, yeniden doğuş merhemim ve bırakma gücüm olmuştu anlamsızca tutunduğum şeyler. Ben yoga yapabiliyormuşum. İstanbul’a geldiğim bir gün koşarken bir başka arkadaşım Gözde Uysal, “Fethiye’de yoga kampına gidiyoruz” dedi. Cihangir Yoga’da hocalık dersleri alıyor o da. Bir an durdum. İçim gitti. Olur mu olmaz mı derken... Başta olamıyordu. Kısmet değilmiş dedim. Aradan bir hafta daha geçti, kampın başlamasına 24 saat kala, evde yine Derya ile yoga yaparken, birden... “Gideceğim, gitmek iyi gelecek” dedim. Bir baktım uçaklara daha önce baktığımın üçte biri fiyata düşmüş, mucize işte. Kamp da her şey dahil 1000 liraya gelecekti. Üç kere doktora gitsem bundan daha fazla tutar yani. Hemen kampı düzenleyen Yiğit Zırtıloğlu Hoca’ya mesaj attım; ‘Var mı hala gelme şansım’ diye. Tabii dedi. Ne kocaman yüreği var o Yiğit’in... O arada Derya ile konuşurken ‘Sessiz de giden oluyor, inziva için de’ gibi bir şey demişti laf arasında. Tamam dedim. Gidiyorum. Sessiz gidiyorum. HİÇ KONUŞMAYACAĞIM... Dinleyip duyacağım. Yonca ‘Tıp’

Sessizliğin gücü

Kamp Yediburunlar Lighthouse denen bir yerdeydi Fethiye’de. Yemekler vejetaryen olacaktı. Çay-kahve içmemeye teşvik vardı. Tercihler senin. İster yaparsın ister yapmazsın. Ben çay-kahve de içmedim. Program benim gibi acemi üç günlük yogacı için çok yoğundu. Boyumu aşıyordu belki. Ama derdim başkaydı. KAFAMI ve BEDENİMİ dinlemek. Bir kişi daha vardı hayatında hiç yoga yapmamış. O da inanılmaz ilerledi. Her şeyi yaptık. Dört gün boyunca tek kelime konuşmadım. Tamamen sessizdim. Dinledim. Duydum. Şömineden gelen odun ateşinin sesi, denizden dağa gelen dalganın sesi, rüzgar, yağmur, dolu, sağanak, güneş ve kamptaki arkadaşlarımın, dağlardaki keçilerin sesi... Kekik, adaçayı, biberiye kokusu, tadı... Sessizliğin içindeki kafandaki konuşmaların kalabalığı. Şoka girdim kafamın bana kurduğu cümleleri duydukça. Kendi kendime başkasının gözünden ‘deli gibi mi görünüyorum acaba’ endişelerinden tut, sürekli beni yerden yere vuran cümleler fışkırıyordu. Üstüne etrafımızdaki konuşmalar, şehir sesi filan da binince bir an neden deliriyoruz çok daha iyi anladım bir bakıma. Kendimize hiç iyi davranmayan cümlelerimiz var kafada ve ağzımızda. Oysa nefes sesi öyle huzurlu ki... Nefesimin sesi! Bundan sonra nefesimin değeri kıymeti bambaşka. Çenemin kalbime boş yere nefes tükettirdiği şeylere bir durur bakarım. Kendimi anlatacağım diye yorduğum kalbime az daha nefes kazandırırım. Dahası, etrafımda konuşulan cümleler de çok etkiledi beni. Sağımda mesela çok komik bir konu, solumdaysa müthiş duygusal bir konuşma. Ve ben ortasında tamamen sessiz. Çok ağladım bazı hareketleri yaparken. Bazılarında ne kadar doğada var dedim. Günde 5.5 saate yakın yoga üzerine, Likya Yolu’nda yürüyüş. Yağmurlar yağdı, elektrikler kesildi. Ne kadar güzeldi anlatamam. En son bebekken bu kadar konuşamadan her derdimi anlatabilmiş, hiç anlaşamadan anlaşmış, tüm ihtiyaçlarımı karşılıksız sevgi ve saygıyla karşılayabilmiştim... Bu ortamda bana bunu sağlayan tümmm arkadaşlara selam olsun. Yiğit Zırtıloğlu ve Tuğçe İnam’ın o genç yaşlarındaki bedensel ve ruhsal bilgeliği beni çok etkiledi. Ve o kamptaki herkes. Hiç konuşmadığım sessiz kaldığım sürede inanılmaz iyi tanıdım herkesi. Sessizliğin insana kazandırdığı müthiş bir bilgi ve güç varmış... Dinlemek... Dinlemeyi öğrenmek kalbinde kocaman bir kapı açarmış. Yonca ‘Açık kapı’

Yapamazsın edemezsinciler - Resim : 1

Duruş

Yere oturup ayaklarımı kaldırıp kollarımla göğü kucaklama gibi bir duruşum vardı; arada fotomu öyle çekip paylaştığım. Ben o duruşa her geçtiğimde dağlara, bazen de göğe ayak bastığımı; avuçlarımla tümmm bedenimle göğü havayı, tümmmm doğayı ve dünyayı koccaman kucakladığımı hayal ederdim. Günde beş saat yoga yaptık. Ne biçim şeyler yaptım şaştım arkadaşlarımın desteğiyle. Ben sessizdim ama herkes konuşuyordu dedim ya; meğer yogada o hareketin adı Navasana imiş. Sonra en sevdiğim duruşum var böyle bir kaya üzerinde ellerim göğe açık, kollarım iki yana hayatı kucakladığım dediğim. O harekette kollarım göğe doğru dursa yogada adı Uttitahastasana imiş bence benim yorumum da uyar hissettirdiği duyguya. Yonca ‘Ağaç’

Bırakmak; Let Go yani...

Yiğit ve Tuğçe hocayla çook çalıştık. Şaka gibi ilerledim her harekette. Hayatımda anamın karnına geldiğim andan beri saniye sabit durmayan ben, iki saat 10 dakika meditasyon yaptım, sabit, sessiz. Ne muazzam bir deneyimdi. Dahası cemrenin denize düştüğü zamanda yine kendimi Likya Yolu içinde buldum. Yürüdüm sessiz saatlerce indim, çıktım, tırmandım yine. Bunca zamandır o yollarda koşarken yaptığım hissettiğim her hareketin yogadaki dilini, adını öğrendim. Her şeyin iç içe sarmaş dolaş olmasına hastayım şu hayatta. Yeniden doğmak ve bırakmak hissi veriyor yoga bana. Yani çocukken yapabildiğin her harekete dönüş ve üzerine aldığın taktığın tüm anlamsızlıkları bırakmak. Hani İngilizcedeki o ‘let go’ hali. Hiiiiç tanımadığım güzel insanlarla sessiz sedasız sapsade ama o kadar şahane arkadaşlıklarım oldu. Hayatımı şappadanak çıkıverdiğim yolları ahanda şu çarpan kalbimin esip de beni götürdüğü yerleri bir seviyorum ki sormayın! Yıllardır kendimle böyle gelgitli aşklı kavgalı bir muhabbet edememişim. Kafamdaki kavga bitti. Kendimle muhabbetim geri geldi. Yonca ‘Çıt’