Ceyda'yı anlamak

Yaşadığı hayatla, seçimleriyle, duruşuyla, ışığıyla, güzelliğiyle ve sevgisiyle herkese örnek olanlar vardır. Ender rastlanır, nadir bulunurlar ama aramızdadırlar. Tıpkı bir meleğin enerjisi gibi... İşte, Ceyda Düvenci bu anlattıklarımın en somut, en sıcak ve en gerçek hali.

Ceyda'yı anlamak

Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Deniz Özgün

Onunla her röportajın sonunda sanki bir terapiden çıkmışcasına mutlu ve huzurlu ayrılıyorum yanından... Öylesine güçlü bir ışığa ve sonsuz gibi hissettiren bir enerjiye sahip ki günde bir saat Ceyda Düvenci her derde deva gibi geliyor. Kendisiyle birkaç saat geçirdikten sonra onun gibi düşünmek, hayata onun gibi bakmak, onun gibi yaşamak kısacası Ceyda Düvenci gibi olmak istiyorsunuz. Her defasında ondan feyz almamız gereken çok fazla konu olduğunu hayretle keşfediyorum. İnsanları pozitif etkilemek, iyi ve olumlu bilgiler vermek ve nihayetinde hayatlarını değiştirmek Ceyda Düvenci’nin ışık saçan adımlarının ardındaki motivasyon... Öyle ki bugüne dek onu izlediğimiz birbirinden farklı roller bir yana dursun, iki yıl önce Amerika dönüşü uçakta bir fikir olarak doğan Melimelek markası yeni projeleri ve güzel hedefleriyle büyümeye devam ediyor. Ayrıca bir süredir hayalini kurduğu, kızı Melisa’dan aldığı ilhamla yazacağı çocuk kitabına bu yıl başlayacağının haberini sevinçle veriyor ve ekliyor; “Ben Melisa’nın insanlara çok güzel şeyler öğrettiğini ve yaşam kaynağı sembolü olmaya başladığını düşünüyorum. Dolayısıyla da kendisinin de bu gücü bilerek ve bu güçle büyümesi ona iyi gelecek. Ne kadar mucizeler yarattığını, etrafa ne kadar mutluluk saçtığını görürse duruşunun bile değişeceğini düşünüyorum.” 35’inden sonra hayatın kendisi için çok değiştiğini, uzun vadeli planlar yapmayı çoktan bıraktığını ve oyunculuk dışında kendini daha iyi hissettiği projelerin peşinden gittiğini de heyecanla anlatıyor. Şimdi sizleri, okuyan herkesin üzerinde küçük de olsa bir etki bırakacağına ve hayatına uyarlayabileceği, doğru mesajı alacağına emin olduğum sohbetimize ortak etmek istiyorum.

Babam ve Ailesi dizisinin senaryosunu okuduğunuzda sizi cezbeden ve ikna eden noktalar neler oldu?
Senaryoyu okuduğumda oynayacağım karakterin mağdur bir kadın olmasından ve yaşadığı tatsız sürprizle değişen hayatı karşısındaki dönüşümünden etkilendim. Böyle birinin kötülük yapan bir kadın olmasından çok yaralı olduğu gerçeği ağır bastı benim için. Suzan, çocukları için, sevdiği adam için ve dağılan yuvası için kontrolsüzleşiyor ve düzenini bozanlara saldırıyor. Bir oyuncu olarak mağdur bir kadının aslında neden kötü göründüğünü anlatan bir rol olması beni çok etkiledi.

Suzan’ın hiç haksız yanlarının olduğunu düşünmüyor musunuz?
Düşünmüyorum. Suzan haksız değil aksine sonuna kadar haklı. Her oyuncu kendi karakterini doğru yerinden alıp oynamakla yükümlü. Dolayısıyla ben kendi karakterimin üzerinden bunu söyleyebiliyorum. Bana göre Suzan mağdur bir kadın, mutlu olduğunu zannettiği 23 yıllık çatı çöküyor ve yüzleştiği gerçeklikler hiç onun gerçeklikleri değil. Ülkemizde rastlanan bir gerçeklik maalesef bu. Bana göre bir nevi kadına şiddet burada da var. Suzan da manevi şiddet görmüş bir kadın olarak hırçınlaşmayı tercih ediyor ve bu noktada da canı yandığı için can yakmak istiyor.

Bülent İnal ve Ayça Bingöl ile çalışmak hakkında neler söylemek istersiniz? Birbirinizden besleniyor musunuz?
Biz artık birbirimizden beslenme yaşını geçtik sanırım. Sadece set ortamında birbirimize iyi gelmemiz ve uyumlu çalışmamız önemli, bunu da sağlıyoruz şükür. Ama biz ne kadar uyumlu olsak da iş dönüyor dolaşıyor 120 sayfa yazılan senaryoya ve bunun doğrultusunda 180 dakikayı bulan dizi setlerine geliyor. Böyle bir durumda da genel olarak sürekli bir set huzuru sağlanması mümkün olmuyor. Düşünün ki haftanın altı günü geceli gündüzlü settesiniz ve çalışıyorsunuz. Bu halde çok sağlıklı düşünmek ve sağlıklı bakmak her zaman mümkün olmuyor maalesef. Dolayısıyla da sete bir an önce gidiyorsun, en iyi performansınla sahneni çekmek istiyorsun, en iyi şekilde çekip bir an önce evine dönmek istiyorsun.

Ceyda'yı anlamak - Resim : 1

Sizi mutlu etmenin formülü nedir?
Hayatımda ilk kez olan bir şey; tamamen mutlu olmak! Kocamla başlayan bir süreç bu. Beni tüm varlığımla, olduğu gibi seven bir adam benim kocam. Ben özümde zaten birey olarak çok mutluyum ama hayatı paylaştığım kişiyle de bu mutluluğun katlanma kısmı çok kıymetli. Elbette bir kadının mutluluğu birine bağlı değil. Salt mutluysan zaten doğru insan mutlaka karşına çıkıyor. Benim deneyimim bana bunu öğretti.

Buna gerçekten inanıyor musunuz?
Çok inanıyorum. Kendinle ilgili meseleni tam anladığında, kendini olduğun gibi sevip kabul edip gerçekten hayatını böyle devam ettirmeye başladığında olması gereken insan karşına çıkıyor. Çünkü öbür türlü sen yarım ya da eksik  ve başkalarında mutluluk arıyorsun. İşte o zaman her anlamda yanlış oluyor. Ne zaman ben kendimle ilgili ikamemi bir şekilde tamamladım, kendimle ilgili sorgularımı bitirdim, hatalarımı kabul ettim, doğrularımı sevdim, hatalarımı sevdim, hepsini sevip kendimi sardım, yaşadığım hayat hayal ettiğim hayat oldu.

O zaman Bülent Şakrak mutluluğunuza mutluluk kattı diyebiliriz...
Beni olduğum gibi kabul eden, kendi olduğu gibi olan, kendisiyle barışık, hayatla barışık, mutluluk enerjisi tükenmeyen, bütün zaaflarını ve bütün pozitif duygularını seven, bunlarla karşımda duran bir adamla birlikte olduğum için çok mutluyum çünkü onunla gerçek bir hayat paylaşıyorum. Bir şeye üzüldüğünde kırıldığında ya da ona ters geldiğinde söyleme şeklini seviyorum. Kendini ifade etme şeklini seviyorum. ‘Şu zaafımın üstüne geldi bu durum ve o beni rahatsız etti bu yüzden tepki gösterdim’ demesine çok saygı duyuyorum çünkü bana da öğretiyor bunları söyleyebilmeyi. Hayatı çok güzel çözümleyen bir adamla beraberim ben. Hep mutlu uyanan, hep mutlu uyuyan ve benim kendi kendime içimden söylediğim motivasyon cümlelerinin hepsini, her gece uyumadan önce kendiliğinden bana söyleyen bir adamla beraberim. O yüzden kendimi çok iyi hissediyorum. Ben evde gece uyumadan önce kendimi iyi hissetmek için; “Ben güzelim, ben mutluyum, ben güçlüyüm, ben huzurluyum, her şey yolunda, her şey çok güzel gidiyor” derdim. Uzun bir süre kendimi böyle motive ettim. Buna inandıktan sonra zaten duruşum ve hayatım değişti. Sonra hayatıma bir adam girdi ve o adam ilk günden itibaren uyurken; “Sen çok güzelsin, sen çok güçlüsün, sen her şeyi doğru yaparsın, yaraların senin kıymetli” diye beni sevdi. Böyle biriyle beraber olunca, hayat çok başka bir şey oluyor zaten.

Böyle biriyle evli olmak nasıl bir duygu peki?
Kitap yazabilirim bununla ilgili ama kısaca şunu diyebilirim tamamlanmak, ruh eşimi bulmak, hayat arkadaşımla yürümek, güven, huzur, aşk, tutku, özlemek çok özlemek ve planların hayallerin tükenmediği bir yuva, kahkahanın eksilmediği bir yuva... Tartışsak bile çok kıymetli çünkü hepsi bize bir şeyler katıyor. Zaten o kadar az ki tartışma bile diyemiyorum ama var tabii ki bizde de. Hayatta çok büyük bir dert gibi görünen şeyler bile bizim halledebildiğimiz şeyler haline dönüşüyor. Bülent’in en çok o duygusunu seviyorum.

Onunla tanıştığınızda ilk dikkatinizi çeken şey ne olmuştu?
Çok enerjikti. Yani o geldiği zaman setin enerjisi değişiyordu. Sette herkes onun gelmesini bekliyordu gerçekten. Bir de çok iyi bir dosttu. Onunla çok dertleşirdim, çok paylaşırdım. Başta o da benim enerjimi, set disiplinimi, işe olan ahlakımı ve onunla hayat ile ilgili dertleşirken hayata tutunduğum yeri ve gücümü çok takdir etmiş. Daha sonra bir sabah uyandığında, ‘Ben ne yapıyorum ya? Hayatımın kadını ile oturdum arkadaş mı oluyorum gerçekten?’ diye fark etmiş. Sonra da beni ikna etti. Biraz direndim ama sonra masalımız başladı.

Hayatın rutinini kırmak için neler yaparsınız?
Seyahate gidiyoruz, sırt çantasını alıp en ekonomik en uygun neresiyse oraya gidiyoruz. Çünkü o iyi geliyor bize. Baş başa 1-2 gün geçirmek, kamerayı alıp etrafı çekmek, biraz eğlenmek, iki müze gezmek, değişik bir kitabı yanımıza alıp tartışmak iyi geliyor bize. O zaman daha enerjik dönüyoruz. Daha yeni ve girişimci ruhla dönüyoruz.

Ceyda'yı anlamak - Resim : 2

Bu aralar canınızı en çok ne sıkıyor?
Herkesin ne sıkıyorsa. Dünyanın gidişatı. Bu da bir imtihan herhalde. Olduğumuz nokta 3. Dünya Savaşı ya da dünyanın sonuymuş gibi geliyor bana. Çocuklara yapılan şiddet, kadınlara yapılan şiddet, ayrımcılık, her anlamda ayrımcılık... Mutlu değil dünya aslında tabiat mutlu değil, deniz, ağaçlar, güneş, hava mutlu değil ama biz kendi mutluluğumuzu yaratıyoruz. Hep onu diyorum, bizim küçük bahçelerimiz var ve bu bahçeler bize ait olduğu için kendi mutluluk çiçeklerimizi kendi mutluluk sebzelerimizi dikiyoruz. Biraz etrafı az görmek için çokça yeşillik bürüyoruz çünkü etraf görülecek gibi değil. Eğer o girdaba biz de girersek çok iyi şeyler olmayacak. Dolayısıyla beni tabii ki kıymetli insanların ölüm haberleri, çocuklara yapılan şiddet, bebeklere yapılanlar, kadınlara yapılanlar, insanların birbirine yaptıkları, değişen sistemler ve düzenler çok mutsuz ediyor. Eğer bunları çok okur ve ilgilenirsem üzülüyorum. Çok sık söylenen bir cümle bu artık belki ama ben kütüphanemdeki kitapları okuyup televizyonda tercih ettiğim belgeselleri, yemek programlarını, animasyon filmleri izliyorum. Neredeyse artık film bile çok izlemiyorum çünkü onların da içeriğini çok karamsar buluyorum. Yine de gayretli ve ümitliyim. Birbirimize mutluluk dağıtabiliriz, yardımlaşabiliriz, hayatlarımıza olumlu dokunuşlar yapabiliriz.

Hayalinizdeki ülkeyi anlatır mısınız?
Çok ütopik olacak ama hep ilkbahar ve yaz mevsiminin yaşandığı, sokaklarda hep müzik çaldığı, evlerin, bütün binaların duvarlarını bir sanatçının resmettiği, sokak tiyatrolarının oynandığı, radyolarda hep mutluluk şarkılarının çaldığı, kimsenin kimseyi aldatmadığı, dedikodunun yasaklandığı, insanlar hakkında bilgi sahibi olmadan fikir üretmenin çok ayıplandığı, modanın olmadığı diyeceğim biraz acı olacak ama ben böyle düşünüyorum; insanın kendini iyi hissettiği şekilde giyinip sokağa çıktığı, kimsenin bu yüzden birbirini süzmediği ve keşke olabilse, paranın olmadığı bir ülke...

Hayatta karşınıza çıkan olumsuzluklara yaklaşımınız onları hep pozitife çevirmek yönünde...  Bunu yapmak çok zor aslında. Kimileri sizin Polyanna olduğunuzu da düşünebilir...
Yok, Polyanna değilimdir, aslında çok da ağlarım. Mutluyum ama ağlamayı da iyi bilirim. Bir gün okulda Melisa’ya, ‘En büyük özgürlük nedir?’ diye sormuşlar. ‘Ağlamak’ demiş. Ben kızımı böyle büyütüyorum. Ağlamak çok güzel bir özgürlük. Bunu bilir Melisa ve ağlamak istediğinde susturulmaz hiçbir zaman. Ben sadece sarılırım ve Melisa istediği gibi ağlar. Çünkü ben bu duygunun içte birikmesinin doğru bir şey olduğunu düşünmüyorum. Evet, ben de çok mutlu bir kadınım ama ağlayabildiğim için de çok mutluyum. Dolayısıyla başıma gelen bir felaket karşısında ağlayıp rahatladıktan sonra çıkış yolunu bulabiliyorum. Toksinini atmadan nasıl yaşayabilirsin? O acının çıkabilmesi için ya kum torbasını yumruklayacaksın ya bir arabaya bineceksin ormana gideceksin ve avaz avaz bağıracaksın ya da ağlayacaksın. Bunların hepsi benim yaptığım şeyler. Yastığına sarılıp ya da kocana sarılıp ağlayacaksın. Bu çok güzel bir şey. Tavsiye ederim. Böyle hüngür hüngür sevdiğinin koynunda, ‘sus’ denmeden ağlamak, mum ışığında ağlamak, müzik eşliğinde ağlamak. Ben kızımla da böyle şeyleri yaşadığımda çok mutlu hissediyorum. Sonuçta Melisa haftanın yedi günü fizik terapi görüyor. Böyle bir çocuğun ağlamama olasılığı var mı? Tamam, çok mutlu bir çocuk ama bir yerde de, ‘Eeehh, yeter’ dersin. O yüzden Melisa da arada bir ağlamak istiyor. Öyle zamanlarda sarılıyorum, ağlıyor ağlıyor geçiyor sonra çılgınlar gibi oynamaya devam ediyoruz. Bu da bir mutluluk bence. Belki de bu durumu böylesine benimsemiş olmam insanlara garip  geliyor.

Özel hayatınızdan aile yaşantınıza kendinizi hiçbir konuda sakınıp kaçırmadınız. Hep açık ve net oldunuz. Gözlerinizdeki sıcaklık ve samimiyet bu şeffaflık sayesinde geçiyor bence. Kendinizi böylesine ortaya koymak cesaret gerektirmiyor mu?
Göz önünde olduğun için cesaret gerektiriyormuş gibi görünebilir ama ben mesleğimin göz önünde bulunma kısmının zaten tam da burada önemli olduğunu düşünüyorum. İnsanlar ne düşünür diye yaşarsanız tıkanırsınız her yerden ve çıkmaza girersiniz. Ama kendi hayatınızın doğruluğuna inanıyorsanız ve arkasında duruyorsanız insanların ne dediğinin ve nasıl baktığının önemi yok. Ben yanlış bir hayat yaşamıyorum çok doğru, ahlaklı ve düzgün bir hayat yaşıyorum. Hayatın bana getirdiği her şeyi çok kabul ederek yaşıyorum.

Ceyda'yı anlamak - Resim : 3

39 yaşındasınız; kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Çok mutluyum. Yaşımla çok barışığım hatta 40’ı karşılama esprileri yapıyorum kendi kendime. Benim bütün egolarım Melisa’dan sonra yok oldu. Dolayısıyla kendimle barışık bir kadınım, kendimi her halimle seviyorum. Kilolarımla da seviyorum, gözümün çevresindeki kırışıklarla da seviyorum... Çok güzel şeyler öğrendim hayattan, hatalarımı da başarılarımı da seviyorum keyfim yerinde o yüzden. Mesele kendini tanıdığın için mutluluğu yakalamak aslında. Ben mutluluk peşinde olan biriydim ömrüm boyunca ve hayal ettiğimi tam anlamıyla bulamamıştım uzun bir süre. Sonra hayalimin de ötesinde yakaladım o mutluluğu. Mutluysam her yerde ve her şartta mutluyum aslında. Hakikaten mutluysan güzelsin de, doğrusun da, huzurlusun da, merkezindesin de... Mutluysan güvendesin ve emniyetlisin ve dimdiksin kimse seni sarsamaz kolay kolay... Bunun gibi şeyler hissediyorum ben bu yaşımda. Ve evet çok mutluyum şükür. Bana; ‘Nazar değer paylaşma, söyleme’ diyorlar ama hayır ben öyle biri değilim. Nazar korkusuyla büyütülmüş olmamızı çok gereksiz buluyorum. Halbuki insanlar dedikoduyu çok kolay yapabiliyorlar. Mutsuzlukları çok kolay dile getirebiliyor, başkasının arkasından çok kolay atıp tutabiliyor ama mutlulukla ilgili hiçbir şey konuşmuyorlar. Niye? Nazar değer diye. Ben mutluluğun paylaştıkça çoğalacağını düşünüyorum.

Aslında korktukça da çekiyorsunuz olumsuzlukları...
Tabii ki inanırsan bunu yaşarsın zaten. Ben bir de şuna inanmıyorum; ‘Bak nazar değdi de böyle oldu.’ Hayır böyle olacaktı ve böyle oldu. Nazar değdiği için değil. Bunu deneyimlemen gerektiği için yaşıyorsun, birinin gözü kaldı diye değil. Tabii ki nazar denen frekansa, fizikte, kimyada karşılığı olan o döngüye, kurşun dökülmesine inanıyorum. Ama bunların senin hayatındaki demirbaşları yerinden sarsması ya da hayatına büyük felaketler getirmesi ya da mutluluk tablonu bozması gibi büyük etkiler yaratabildiğini düşünmüyorum. O noktada da ben mutluluğun paylaştıkça çoğaldığına inanıyorum ve hiç zararını görmedim, aksine hep faydasını gördüm. Hayır dualarıyla yaşadığıma, bu dualarla ayakta durduğuma çok inanan bir kadınım. Bağıra bağıra söylüyorum yani mutluluğumu, saçılsın herkese diye...

Eğer oyuncu olup şöhret olmasaydınız nasıl bir hayatınız olurdu hiç aklınızdan geçiyor mu?
Çalışma saatlerim dışında yaşadığım gibi bir hayatım olurdu, tek farkı ben ya psikolog ya da pedagog olurdum. Hayatım çok sade ve çok keyifli bir hayat. Set dışında zamanım kalırsa eğer seramik atölyesine gidiyorum, kitap okuyorum, üretmekten asla vazgeçmiyorum. Zaten çok seyahat ediyoruz, yani yapacak o kadar çok şeyim var ki hiç sıkılmıyorum. Evimde oturt beni bir hafta muhteşem şeyler yapabilirim, hiç sıkılmadan gelişerek ve üreterek... Yuvamda çok mutluyum, ailemle çok mutluyum, çok güzel zamanlar geçiriyorum. Yemek yapmayı çok seviyorum, evimi düzenli tutmayı ve düzeni sağlamayı çok seviyorum. Dolayısıyla işim dışındaki zamanlarımda ne yapıyorsam oyuncu olmasaydım gene aynılarını yapardım ama iş diye sete değil kendi psikolog kliniğime giderdim. Ondan sonra da evime gelirdim. Değişmezdi yani.

Hayattaki en büyük güç sizce nedir?
Bir insanın kendini sevmesi... Kendini olduğun gibi yanlışınla, doğrunla, eksiğinle, fazlanla sevdiğin an bence en güçlüsün. O zaman kimse sana hiçbir şey yapamaz çünkü

Peki, güçlü kadını nasıl tanımlarsınız?
Güçlü kadın bence başına kötü bir şey geldiği anda bile bunun bir iyilik getireceğine inandığı noktada adım atan kadın... Bir şeye bakıp ‘neden oldu?’ demek yerine ‘neden olmasın?’ diyebilen kadın... Kendi duygularının arkasından giden kadın... Elalem ne der diye düşünmeyen kadın... Kendine hiçbir alanda şiddet uygulanmasına izin vermeyen kadın... Ve hep okuyan kadın. O zaman güçlüsün ve bence o zaman korkusuzsun. İşte o zaman hiçbir şey sırtını yere getirmez.

Ceyda'yı anlamak - Resim : 4

Kızınız Melisa ile ilgili güzel haberleri, olumlu gelişmeleri duyuyoruz. Sizce ülkemizde tedavi olanaklarının aynı düzeye ulaşması için ne kadar bir süre gerekiyor?
Serebral palsi çok geniş bir konu. Kişiye özel bir rahatsızlık çünkü beynin hangi noktası deforme olduysa çocukta o etkiyi bırakan bir rahatsızlık. Beyin zaten çözülebilmiş bir organımız değil, sonuçta beynin gördüğü deformasyon derecesi, noktası, gördüğü anki yaşı, deneyimlediği şeyler, beyinde kodlanmış olanlar ya da hiç kodlanmamış olanlar o kadar değişiyor ki... Ben Melisa’yla yaşadığım yolculuktan şunu söyleyebilirim, ebeveynin çok okuyup çok araştırması gerekiyor. Sadece bir terapiyle yol almaması gerekiyor çünkü beyin, yaşı olmayan ve almaya her daim açık bir organ. İlk başımıza geldiği zaman doktorlar diyorlardı ki; ‘Altı yaşına kadar ne yaptın yaptın, yapamadın öyle kalacak’. Halbuki ben, elime geçen tüm dokümanları, profesörlerin yazdığı bitirme tezlerini, var olan kitapları okudukça gördüm ki sen 90 yaşındaki bir beyne bile yeni bir şey öğretebiliyorsun. Her hastalık için geçerli bu. Okumak, her tür terapi tekniğine açık olmak ve inanmak, ben böyle bir anneyim. Dolayısıyla spiritüel anlamda da çok destek alıyorum. Ayrıca homeopatik olarak da destek alıyorum. Homeopati; bitki bilimi demek. Benzeri benzer ile tedavi etmek ilkesinden çıkıyor bu tamamlayıcı tıp yöntemi. Bitkisel desteklere inandığım için Melisa’nın vitaminleri de bitkisel. Kimyasal hiçbir şeyi tüketmeme konusunda özenliyim. Bunun dışında okuduğum kitaplardan un ve unlu ürünlerin beyin gelişimine iyi gelmediğini öğrendiğim için üç beyazdan uzak besleniyor. Fizyoterapi de görüyor; Bobath tekniğinin yanı sıra Anat Baniel metodunu tercih ediyorum çünkü doğal bir terapi olduğunu düşünüyorum. Dayatmıyor, zorlamıyor, olduğu kadarını kabul ediyor, sakinleştiriyor ve bu çocukta çok büyük bir özgüven sağlıyor. Hep yurt dışındaki gelişmelere bakıyorum. Osteopatımız, optometristimiz yurt dışında. Burada da var tabii ki işini iyi yapan insanlar ama bir yetersizlik söz konusu. Yani osteopat ya da homeopatiyle tedavi dediğinde iki tane adam bulabiliyorsun ama Amerika’da herhangi bir bölgeye git, 50 tane uzman var. Öyle olunca ben de küçük düşünmek istemiyorum. Elbette para çok mühim bir şey oluyor bu süreçte ama bu ülkede de günün sonunda, bir doktora ya da bir merkeze gittiğinde aynı parayı harcıyorsun. Yurt dışına gittiğindeyse daha farklı bir yer görmüş oluyorsun, çocuğunun vizyonu değişiyor, seyahate gitme duygusu iyi geliyor, yabancı dil öğreniyor; bunun gibi olumlu etkileri ve yanları da oluyor.

Melisa’yı da düşünerek tamamen Amerika’ya yerleşmeyi düşünüyor musunuz?
Hayat biz plan yaparken başımıza gelenler değil midir? Tabii ki uzun vadede olabilir. En azından yılın yarısını orada diğer yarısını burada geçirdiğimiz bir hayat planlıyoruz çünkü Melisa orada çok özgür, mutlu, ötekileşmiyor ve orada zaman geçirmeyi çok seviyor. Çocuklar için sonsuz imkan var. Melisa için de sonsuz bir imkan var. Bu yüzden tabii ki onun için hayat planını o tarafa doğru kuruyorum.

GÜZEL PROJELER GELİYOR
“Melimelek markası artık büyüyor. Çok heyecanlıyım. Bu sene üretimin çeşitliliği de var ve ilk kez serebral palsi’li bir çocuğun hayatına da dokunma amacım var. Elde ettiğim gelirin bir kısmı ile ihtiyaç sahibi bir aileye tedavi yolculuklarında destek olacağım. Umarım her sene elimi uzattığım aile ve çocuk sayısı çoğalır. Ajandanın tasarımı, içi, bütün ayrıntıları için tek tek uğraştım, artık bana yardımcı olan harika bir ekibim var. Çalışan kadınlar için bir masaüstü ajandamız hazır. Melimelek defterlerimiz olacak. Ayrıca yine benim yazdığım olumlamaların ve mottoların üzerinde olduğu çok güzel kumaş çantalar yaptım. Melimelek Ajanda, yakın zamanda cep telefonunda aplikasyon olarak da yer alacak. İçeriği biraz geniş çünkü benim kafamda bazı projeler var. Youtube kanalında çok güzel bir anne-çocuk programına başlıyoruz. İsmi ‘Anneee’ oldu. Ayşe Öner, ben ve Ceyda Kantarcı. Onun dışında Şermin Çarkacı, Pınar Mermer’le birlikte, ‘mutlu anne mutlu çocuk’ seminerlerine başlıyoruz. Türkiye çapında olacak, yolculuğumuza ilk olarak İstanbul’da başlayacağız. Amaç mutlu annelerin sayısını çoğaltmak. Bu iki proje de benim aplikasyonumun alt başlığı olacak. Çok kıymet verdiğim arkadaşım Yaprak Yapsan organizasyonumuzu üstleniyor. Hayalim olan bu mutluluk projesinin kapsamlı yolculuğuna da başlamış bulunduk.”