İlişkiyi canlı tutmanın yolları

İlişkiler de yoruluyor ve yıpranıyor. Peki aşkı canlı tutmak için neler yapılabilir? Önerilere göz atın!

İlişkiyi canlı tutmanın yolları

Yazı: Elif Girgin

Yorgun bir günün akşamında dinlenmek için ne yaparsınız? Kanepeye uzanıp biraz televizyon izlemek... Belki sıcak bir duş... Ya da sadece yatıp uyumak! Peki, ilişkinizin yorulduğunu hissettiğinizde yapacaklarınız bu kadar basit olabilir mi? Sadece durup dinlendiğinizde geçecek mi yorgunluğunuz, yoksa katlanarak çoğalacak mı?

’Metal yorgunluğu’ diye bir şey var…
Uzun yıllar çalışan, üzerine yük binen ve sürekli tekrarlanan titreşim ve hareketlere maruz kalan malzemeler bir süre sonra dayanıklılık özelliğini yitiriyor. Ve siz sapasağlam durduklarını zannederken, yıllarca göğüs gerdikleri faktörler hiç beklenmedik bir anda yıkılıvermelerine sebep oluyor. İlişkilerde de durum pek farklı değil. Görünürde mutlu mesut devam eden ilişkiniz, aslında içten içe yıpranmaya başlıyor ve eskiden hiç de önemsemediğiniz bir şey birdenbire ilişkinizi bitme noktasına getirebiliyor. Peki, neden böyle oluyor? Yazar ve İlişki Danışmanı Candan Ünal ve Uzman Klinik Psikolog Zehra Erol ile ilişkileri nelerin, nasıl yorduğunu ve ilişkiyi canlı tutabilmek için yapılabilecekleri konuştuk. 

İlişkiler neden yorulur?
“Aslında ilişkiler yorulmaz, insanlar değişir. İnsan değiştikçe de hayata ve ilişkilere bakışları değişir“ diyen İlişki Danışmanı Candan Ünal; “Çoğu zaman aradıklarımız, istediklerimiz ve sevdiklerimiz değişiyor. Bu değişim de zaman içinde eskime olarak adlandırılıyor. Bir taraf sürekli kitap okuyup, sanatla, felsefeyle ilgilenirken; diğer taraf olduğu yerde sayıyorsa, o ilişki eskimeye ve hatta çatlamaya mahkum olur” diyerek değişimin ortak yönlerde ilerlemesini sağlamanın, çiftlerin ilişkisinde büyük önem taşıdığını vurguluyor. Uyumun önemine değinen Uzman Klinik Psikolog Zehra Erol ise, “İlişkilerde aynı ev paylaşılmaya başlanınca ve zaman geçtikçe eşler birbirlerinin farklı özelliklerini fark etmeye başlar. Bu süreç her iki eş için de zor bir aşama. Bir yandan birlikte yaptıkları paylaşımlar, diğer yandan bireysellikleri arasında denge kurmaya çalışırlar. Bu denge kurulamadığında, ilişkilerde problem oluşturur” diyerek çok fazla birlikte geçirilen zaman nedeniyle kişisel alanların kaynaşmasının bir süre sonra ilişkilerde sıkıntıya neden olduğunu anlatıyor. Eşlerden birinin bireysel alanını genişletmesi ve bunu savunur hale gelmesi durumunda da ilişkilerde çatışma açığa çıkabiliyor. Sorumlulukların dengeli dağılmaması, aşırı eleştirel ve yargılayıcı yaklaşımlar da ilişkide bir süre sonra tatminsizlik yaratmaya başlıyor.

Aşkın gözü kör
İlişkinin başında çiftlerin birbirlerinde gördüğü ancak takılmadığı huy ve davranışlar, zaman ilerledikçe sorun olmaya başlıyor. Çünkü her şey gibi insanlar da değişiyor. Sevdikleri şeyler, tatlar, konular, hatta kokular bile zaman içinde farklılaşabiliyor. Bu durum bir süre sonra çiftlerin arasına duvar örmeye başlıyor. Candan Ünal, ‘aşkın gözü kördür’ sözünü hatırlatarak, “İnsan aşkla gözünün karardığı günlerde, karşısındaki ne yapsa ona güzel gelir. Çünkü aşk girdiği her yeri sihirli değneği ile pembeye boyayan bir mucizedir. Ancak hiçbir sihir sonsuza dek sürmediği gibi, aşk da zaman içinde yerini ya sevgiye, ya nefrete, ya da yok saymaya bırakır. Sevmediğiniz birinin davranışları da size itici gelir” diyor. Özellikle evlenmeden önce tarafların karşısındaki kişiyi değiştireceğine dair sarsılmaz bir inancı olduğunu belirten Ünal, bunun da genellikle başarısızlıkla sonuçlandığını; bilinçaltında kendini kandırmak isteyen kişinin karşısındakinin hatalarını görmezden gelip, önemsemediğini ancak aynı hayatı paylaşmaya başlayınca insanları değiştirmenin ne kadar zor ve (neredeyse) imkansız olduğunu fark ettiğini söylüyor.

Hadi evlen baskısı
Toplumumuzda hayat adeta bir sıra ile yaşanıyor. Okulu bitir, çalışma yaşamına başla, evlen, çocuk yap. Ne yazık ki, kişinin birey olarak kendi yaşamını devam ettirecek ve ilişkinin sorumluluğunu üstlenebilecek gelişimde olup olmadığı çok fazla değerlendirilmiyor. Bu noktada aileler kendi desteklerinin yetebileceğini düşüyor. Ancak aileler destek vermeye başladıklarında çocuklarının aile içi ilişkilerine de karışma durumuna geliyorlar ki, bu da ilişkileri olumsuz etkileyip, yoruyor. Psikolog Erol, çiftlerin sınırlarını iyi belirlemesinin önemine vurgu yaparak bu noktada dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıralıyor...
•    Kişiler ailesi ile kendi kurduğu ailenin sınırlarını iyi belirlemeli.
•    Eşler anne ve babanın müdahalelerine dur diyebilmeli.
•    Anneye veya babaya aşırı düşkün eşler bu ilişkilerini gözden geçirmeli ve bu anlamda kendilerini geliştirmeli.
•    Nişan, söz veya flört dönemlerinde, ilk zamanların heyecanıyla, ileride kabul edilemeyecek durumlara evet denmemeli. Uygun bulunmayan, rahatsız eden durumlarda duygular uygun bir şekilde ifade edilmeli.
•    Eşle yaşanan sorun eşle çözümlenmeye çalışılmalı. Aynı şekilde görümce veya kayınvalideye söylenmek istenenler de onlarla paylaşılmalı.
•    Her ilişkinin kendi içinde özel olduğu unutulmamalı. Çiftler başkalarının ilişkisiyle kendi ilişkisini kıyaslamamalı.
•    ‘Gelin’, ‘kaynana’, ‘görümce’ veya ‘damat’ olmaya ilişkin önyargılar üzerinden ilişkiler şekillendirilmemeli.

İlişkiyi canlı tutacak öneriler
•    Ben-sen karşılaştırmalarına dayalı iletişimi azaltın.
•    Birlikte geçirilen zamanlarda ortak paylaşımlarda bulunabileceğiniz alanlar yaratın.
•    Hediye almak, birlikte yemek yemek gibi paylaşımlar için özel günleri beklemeyin. Mümkün olduğunca fırsatlar yaratın.
•    Sorunlar açığa çıktığında küsmek, yargılamak yerine birbirinizi anlama çabası içinde olun.
•    Birbirinizin ilgi alanlarına ve hobilerine kayıtsız kalmayın.
•    Her şeyi birlikte yapmaya çalışmayın.

Fanteziler ilişkiyi canlı tutar mı?
İlişkileri canlandırmanın bir yolu da elbette cinsel yaşamı dinamik kılmak. Cinsel hayatını renklendirmek için farklı arayışlar içinde olanların çaldığı bir kapı da fanteziler. Ancak, her ne kadar fantezilerin ilişkileri canlı tutacağına dair yaygın bir inanç olsa da bunu her ilişki için söylemek mümkün olamayabiliyor. Uzman Klinik Psikolog Zehra Erol, “Beyin cinsel haz sağlayan en önemli organ. Özellikle bedensel uyarılma sağlanırken zihin haz veren fantezilere kayabilir. Daha sık karşılaştığımız kadınlarda romantizmin, erkeklerde ise seksin daha belirgin olduğu fantezilerin ön planda olması. Fanteziler sınırsızdır, istediğiniz şeyi zihninizde hayal edebilirsiniz. Zihinde canlandırdıklarınızın zararı yoktur. Ancak, zihninde hayal edilenlerin yaşamda uygulanmasında zorluklar olabilir” diyor. Fantezilerin pratiğe aktarımında eşlerin uyumu çok önemli. Her iki taraf da istekli ve katılımcıysa farklı denemelerin ilişkiye etkisi olumlu oluyor. Kişinin inançları ve değer yargıları da kişide hem zihinsel  hem de pratikte sınırlara sebep olabiliyor. Eşlerden biri fanteziyi paylaşmak istemiyorsa zorlamak, ısrar etmek ilişkinin de olumsuz etkilenmesine neden oluyor. Eş bunu istemeyerek yaptığında da değersizlik duyguları, mutsuzluk ve partnere duyulan öfke açığa çıkabiliyor. Fanteziye düşkünlük, yani fanteziye ayrılan zaman ve ilginin fazlalığı da zaman içinde gerçek yaşama, yabancılaşmaya, cinsel yaşamdan memnuniyetsizliğe neden olabiliyor. Kişinin bilinçaltı, cinselliğe bakışı, yetiştiriliş tarzı, hangi öğretilerden geçtiği ve büyüdüğü sosyal çevre bile fantezilere bakışında etkili. Candan Ünal, ülkemizde fantezilerini doyasıya yaşayan çiftlerin azınlıkta olduğunu, pek çok erkeğin eşiyle fantezilerini yaşamaktan kaçındığını, eşini ‘anne’ olarak gördüğü için bunu tabu olarak gördüğünü söylüyor. Tabuları yıkmak elbette zor olabiliyor, ancak dürüst ve açık bir cinsellik yaşamanın ilişkiyi güçlendiren bir faktör olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu yüzden çiftlerin birbirini iyi tanıması, hangi sınıra kadar ilerleyebileceğini iyi bilmesi gerekiyor.

Aşk mı, sevgi mi?

Aşkı hep çok önemsiyoruz ama ilişkide saygı, sevgi, hayranlık gibi duyguların olmaması da ilişkileri yorabiliyor. Aşk ve sevginin genellikle birbirine karıştırıldığını söyleyen Ünal, “Aşk içinde bencilce ve negatif duyguları da barındıran ihtiraslı bir duygu. Daha çok cinsellik, çekim gücü, hayranlık ve tutkuyla bezeli. Gerçek sevgi ise, saygıyla birlikte yürür. Aşkın içinde saygı, sevgide olduğu kadar yüksek bir yerde durmaz, daha geri planda kalabilir” diyor. İlişkilerin bitmesine neden olan sebepler arasında aşkın bitmesinin diğer nedenlere göre daha geri planda olduğunu söyleyen Psikolog Erol ise bu nedenleri şöyle sıralıyor:
•    Anlaşamamak
•    İstismar, fiziksel veya sözel şiddet (hakaret, aşağılama, manipüle etme vs.)
•    Aldatma
•    Ailenin etkisi
•    Cinsel sorunlar
•    Ekonomik nedenler
•    Alkol veya madde kullanımı

Çocuktan önce, 
çocuktan sonra durumu

Çocuk da ilişkileri yoran bir diğer etken olabiliyor. İsteyerek çocuk sahibi olanlar gibi, hazır olmadan çocuk sahibi olanlar da var. Bazı çiftler ise çocuğu ilişkinin kurtarıcısı olarak görebiliyor. Ancak her halükarda çocuk bakımı yıpratıcı bir süreç ve bu süreç bazen eşleri birbirinden uzaklaştırabiliyor. Psikolog Zehra Erol, “Çocuk sahibi olmaya karar vermek, hamilelik süreciyle birlikte eşlerin yaşamında yeni bir sorumluluk alanı daha oluşturuyor. Bu da eşlerin yaşamlarındaki zaman, emek ve ilginin çocuğa aktarılması anlamına geliyor. Kadının hamilelikle birlikte vücudundaki değişimlere alışabilmesi, hamilelik sonrası istediği ölçülere gelebilmesi zaman alıyor. Ayrıca ev, bebek, iş hayatı ve eşi ile ilişkisini dengeleyebilmesi oldukça zor bir süreçtir. Öncelik bebektedir. Bu nedenle çocuk sahibi olmak emek, sabır ve ilgi gerektiren bir süreçtir. Bu sürecin zorlayıcılığını arttıran birden fazla neden vardır” diyor ve bu nedenleri şöyle sıralıyor:
•    Hamilelik süresince ve sonrasında ‘annelik’ rolünün her iki eş için fazla ön plana çıkması
    Hamileliğin öğrenilmesi, yavaş yavaş kadındaki değişimlerin belirginleşmesi ile birlikte annelik ilişkinin merkezine oturuyor. Özellikle anneliğin kutsallığına aşırı vurgu yapılan katı kurallarla yetiştirilmiş ortamlarda büyüyen yetişkinlerde böyle bir süreçte eşe dokunmak rahatsızlık verebiliyor.
•    İlişkisinde beklentileri karşılanmayan kadın veya erkeklerde çocuk sahibi olunca ilişkinin düzeleceği inancı
    Doğmamış çocuğa sorumluluk yüklemek de çok karşılaşılan durumlardan biri. Oysa çocukla birlikte var olan sorunlar daha da derinleşebiliyor. Eşinin ilgisinden memnun olmayan kadın, çocukla birlikte yaşamlarında farklılıklar olacağına, ilişkinin düzelebileceğine inanabiliyor. Sonrasında beklentinin karşılanmaması ve eklenen sorumluluklar süreci zora sokabiliyor.
•    Sorumluluğun paylaşılmaması
    Eşlerin çocuk bakımı ve çocukla ilgilenme konularında yeterince sorumluluk almaması nedeniyle kadının yorgunluğu ve buna bağlı isteksizlik artıyor. Özellikle yakın çevreden destek de görülmediği zaman eşlerin birbirleriyle birlikte geçirdikleri zaman azalıyor.
    
Psikolog Erol, bu durumda yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor...
•    Eşler kendi aralarında var olan ilişki problemlerini çözmeli. İlişkideki iletişim, görev ve sorumlulukla bağlantılı problemler üzerinde çalışılmalı.
•    Bebek doğduktan sonra yakınlardan destek alınmalı. Kadınlar da dinlenmek ve kendine bakmak için fırsatlar oluşturmalı.
•    Eşler çocuk dışında da birlikte geçirecekleri zamanlar yaratmalı.

Çocuk evliliği kurtarır mı?

İlişki Danışmanı Candan Ünal, “Örneğin, baba ikinci çocuğa kendini hazır hissetmiyorken, anne hamile kalırsa ve doğurmaya karar verirse, bu çocuk ilişkiyi ne kadar canlandırıcı olabilir? Çiftler evliliğini henüz oturtamamış, duygularından, yaşamın kurallarından ve evliliğin sorumluluklarından bile henüz emin değilken, bir çocuk dünyaya gelirse, bunun ilişkiyi eskitmemesi mümkün mü?” diye soruyor ve önce her iki tarafın da bu konuda istekli, kabul etmiş ve şartlarını iyi belirlemiş olması gerektiğini vurguluyor.

Zamanla duygular dalgalanabiliyor

Hayatta hiçbir duygunun aynı şiddetle devam etmesinin mümkün olmadığını söyleyen Ünal; “Aşkın, sevginin, heyecanın da iniş çıkışları var. Bir gün büyük bir heyecan ve tutkuyla partnerinizle sevişirken, ertesi gün sadece ayrı koltuklarda ama yakın durmak isteyebilirsiniz. Bu mutlaka bir duygunun tamamen ortadan kaybolduğu veya eksildiği anlamına gelmez. Zaman içinde duyguların dalgalanması normal” diyor.

Dozu ayarlamak önemli
Kişilerin kendilerine zaman ayırmasının, hobilerinin olmasının da önemine vurgu yapan Ünal, “Birey geliştikçe, algısı açıldıkça, sevdikleriyle bunu paylaşma ihtiyacı içine giriyor. Eğer karşı taraf da bu durumu güzel bir gelişme olarak görüyor, destekliyor ve aynı yönde ilerleme gösteriyorsa, ilişki güçleniyor ve mutlu anlar çoğalıyor. Ancak özellikle bizim toplumumuzda, çiftlerin birey olduğu, özgür bir alana ihtiyaç duyduğu fikri bir türlü yerleşmedi. Biz evlendiğimizde veya ilişkimiz ciddileştiğinde karşımızdaki kişinin tapusunu almış gibi davranıyoruz. Oysa her bireyin özel bir alana ihtiyacı var ve bunun sağlandığı ilişkiler her zaman daha sağlıklı ve iyi bir grafikle ilerliyor” diyor. Ancak her şeyde olduğu gibi burada da dozu ve dengeyi iyi ayarlamak gerek. Zira, birlikte bir şeyler yapacağız derken yapışık kardeş gibi yaşamak da, özgür olacağız derken bambaşka hayatlar yaşamaya başlamak da yanlış.

Modern zamanlarda aşk  yorulmuş mudur?
İşten çıkıp eve ulaşmanın iki saat sürdüğü büyük şehirlerde çiftlerin birbirine zaman ayırması gerçekten çok zor. Çünkü işte yorulmasanız bile, eve dönerken trafik çilesiyle gerginleşip yoruluyorsunuz. Eve vardığınızda da bir şeyler yapmaya ne arzunuz ne de mecaliniz kalmış oluyor. Bu da bizi özgürleştirdiğini sandığımız modern hayatın aslında birçok özgürlüğü elimizden almış olmasından kaynaklanıyor. Peki, ne yapacağız? Ünal, ilişkide bağları güçlü tutmanın yolunun kurallardan geçtiğini söylüyor ve kendinize kurallar koymanızı ve bu kurallara uymanızı öneriyor. Örneğin, her perşembe akşamı baş başa kalınacak iki saat veya her cumartesi gecesi film izleme kuralı… Bu rutinler ilişkiyi güçlendirirken, eşlerin birbirini tanımaya devam etmesini sağlıyor ve de mutluluk veriyor.