Ayrılsak da beraberiz

Bu kez boşansalar da beraber yaşamayı seçenlerin kararına ortak oluyor; ‘neden bunu seçtiler?’ sorusuna gerçek bir yaşam hikayesinden feyz alarak yanıt arıyoruz.

Ayrılsak da beraberiz

Yazı: Ece Üremez

Seçim yapmadığın sürece, kalan olasılıkların hepsi mümkündür! Bir seçim yaptığındaysa sonuçlarını yaşarsın. 

Başlıktan mutevellit mevzu gayet net anlaşılıyor. Evli ama ayrı yaşanan hayatlardan bahsetmeyeceğiz. Aksine bu yazıda ayrı ama birlikte yaşayanları mercek altına alacağız. Yani boşansalar da hala yediği içtiği ayrı gitmeyenleri… ‘Bu insanların derdi nedir?’ demeyin. Aradaki evlilik bağı tüm sorunların kaynağı gösteriliyor. Bu bağı kesenlerse ilişkilerine yine yeni yeniden sımsıkı sarıldığını itiraf ediyor. Durumun ehemmiyetine gelince; bu tip vakalar günümüzde sandığınızdan da yaygın. Ne de olsa en küçük tartışmalarda; ‘Ayrılmak istiyorum’ diye çığlık çığlığa bağırmak kolay. Peki ya iş gerçekten boşanmaya geldiğinde? Aynı özgüvenle ayrılığı kabul etmek ne kadar kolay? Anlaşıldığı üzere oldukça zor… Oysaki, ‘Tam da anlaşmalı boşanmaları normal kabul eder olmuştuk, bu da nereden çıktı şimdi?’ dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, boşanmış iki insanın aynı yatağı paylaşmaya devam ediyor olma fikri her film senaryosuna konu olabilecek aşırılıkta. Ama sizce de esas merak konusu olan, bu seçimi yapmalarındaki nedenler değil mi? ‘Gözden uzak olan gönülden de ırak olur’ mevzusunu yanlış anlayanlar mı bu tercihi yapanlar yoksa alışkanlık ve bağımlılıklardan kopamama durumu mu onları bu noktaya getiren? Ya da hepimizin beynine kazınan ‘ayrılıp barışmalar ilişkiyi tüketir’ algısına meydan okurcasına yapılan bu tercihin arkasında ‘yan yana olursak nasıl olsa barışırız’ mantığı mı gizleniyor? Belki de ayrılık bu gibi durumlarda bir amaçtan öte araç olarak kullanılıyor.

Her şeyin çok hızlı tüketilip harcandığı günümüzde birinden vazgeçmenin zor olduğunu görmek gerçekten güzel diye de düşünebilirsiniz. Ancak bunun çok naif bir düşünce olacağını da kabul etmek gerek. Geçmişle her gece aynı yastığa baş koymak bir metafor olarak bile kulağa korkutucu geliyor. Tam da bu yüzden, ‘Bu ilişki bitti’ demeden önce durup iki değil iki yüz kere düşünmekte, üzerine bir gece değil 5-10 gece yatıp karar vermekte fayda var. Zira boşanma kararlarının son dönemde, o eskilerin yürekten yazılan evlilik yeminlerini yırtıp atarcasına kolay alındığı da bir gerçek. Üstelik boşanmalar toplum tarafından da daha kolay kabul gördüğü için sistem de daha hızlı işler hale geldi. Buna bağlı olarak evlilik kavramının yeniden şekillendiğini de inkar edemeyiz. Birçok ilişkinin ‘open relationship’ ilan edildiği şu günlerde boşansalar da aynı evi paylaşmanın gayet normal bir durum olduğuna inanan bir kitle de yok değil. Yoksa yeni aile modeli bu mu dersiniz?

Şimdi dinleyeceğiniz hikaye kafanızda oluşan tüm sorulara bir yanıt oluşturabilir. Önce bu gerçek yaşam hikayesini birinci ağızdan dinleyin, durumun ciddiyetine sonra karar verirsiniz: “Hikayem babamın 1996 yılındaki vefatıyla başladı. Aynı iş yerinde çalışırken tanıştım onunla. Bir yıl içinde de evlendik. Bu kararı almadan önce ailemle tanışmaya gittiğimizde karşı çıktılar bize; ‘Daha çok erken’, ‘Bize yakışmaz, kültür farkı var’ dediler hep. Henüz 19 yaşındaydık ikimiz de. Hal böyle olunca biz de saklanmaya, başka şehre gidip evlenmeye karar verdik. Antalya’da bir arkadaşımda kaldık bir hafta ve gizlice nikah kıydık. O arada İstanbul’da aileler arasında bir sürü olaylar, tartışmalar olmuş. Bir süre sonra bize ulaşıp geri dönmemizi istediler, karşı çıkmayacaklarını söylediler. Gelir gelmez düğün yaptık. Babası bir süre benimle konuşmadı. Ta ki gerçekte nasıl bir adam olduğumu görene dek… Şimdi herkesten çok değer verir bana. Neyse, evlendikten sonra bir süre her şey yolunda gidiyor gibi gözüküyordu. Ancak ilk kırılmalar başlamıştı. Ben moda fotoğrafçısıyım ve mesleğim dolayısıyla devamlı kadınlarla çalışıyorum. Gün geçtikçe şiddeti biraz daha artan kıskançlık krizleri evde baş göstermeye başlamıştı. O arada bir kızımız doğmuş ve ben henüz 20 yaşında baba olmuştum. Yani sorumluluklar da iki katına çıkmıştı. Çocuk doğunca eşim işini bırakmak zorunda kaldı. Ve tabiri caizse bana sardı. Her gün iş saatleri boyunca telefonlar açıyor, 3-4 saat beni telefonda tutuyor, genellikle küfredip bağırıp çağırıp kavga ediyordu. Telefonda konuşurken arkadan bir kadın sesi gelsin kıyamet kopuyordu. O derece kıskançtı. Ben de çocuk olduğu için acil bir durum, bir terslik olabilir kaygısıyla açıyordum telefonlarını. Sonra bu hassasiyetimi bana karşı kullanmaya başladı. Tek isteği benim mutsuz olmamdı. Hiç arkadaşım olmasın, hep yalnız kalayım istedi, kendi ailemden bile uzaklaştırdı beni. 16 yıl, boşanana dek telefon tacizleri ve kıskançlık krizleriyle geçti. Ben de bütün bu yıllar boyunca ayrılığın planını yaptım. Kızım ilkokulu bitirene dek beklemek istedim. Ama o arada çok büyük eziyet çektim, ağır bir süreç geçirdim. Kendimi acındırmak için anlatmıyorum asla bunları. Belki de böyle olması gerekiyordu. Aşırı sabır var bende de, öyle yetiştim. Bu sayede dayanabildim. Bu dönemde eve çok geç gitmeye, daha çok iş almaya başladım. Evi otel gibi kullanıyordum. Hiç konuşmamaya başladım. ‘Ne kadar az görürsem o kadar iyi’ dedim kendime ki bence uzun evliliğin sırrı da bu. Bugün ise evliliğe hiç inancım yok, tamamen toplum dayatmasından ibaret bir durum. Aşk kanuni hale gelince, kaybetme korkusu bir imza karşılığında teslim edilince her şey değişmeye başlıyor. Hep derler ya ‘büyü bozuluyor’ diye, çok doğruymuş. Evlilikte sen ne kadar verirsen o kadar eksiliyorsun. Halbuki ben hep saygılı olmaya çalıştım, o üzülmesin istedim. Bireysel boşluklara, herkesin özgür bir alanının olması gerektiğine inandım. ‘Peki, her şeye niye katlandın?’ derseniz, kızım için yaptım. En son beni evden kovmaya bile başlamıştı. Bütün bunların nedeni olarak da onu aldattığımı gösteriyordu. Çalıştığım bütün kadınlara takmış durumdaydı ve mutlaka biriyle ilişkim olduğunu iddia ediyordu. Ben de artık boşanma davası açmaya karar verdim ve yaptım. O da anlaşmalı boşanmayı kabul etti. Sonra dava günü geldi çattı. Salona girmeden hemen önce kapıda bana dönüp; ‘Ben boşanmıyorum’ dedi ve arkasını dönüp gitti. Ben de inadına içeri girdim ve iki yıl boyunca devam eden bütün duruşmalarda da kendimi avukat dahi tutmadan savundum. Ama o hiçbir duruşmaya gelmedi ve nihayetinde hakim karşı tarafın savunması olmadığından bizi boşama kararı aldı. İlk kez o gece rahat uyudum. Kendime bir ev tuttum. Başka ilişkilerim oldu ama hiçbiri ciddi değildi. Çünkü sonunda gördüm ki bütün kadınlarda bir sorun çıkıyor. Bir tanesi sadece telefonunu açmadım diye başka bir adamla birlikte olmuştu. Bir diğeri inanılmaz seksiydi ama iki kelime dahi konuşamıyorduk. O arada izlediğim ‘Mr. Nobody’ filmi beni çok etkilemişti. Bir sicim teorisinden bahsediliyordu; ne yaparsan yap sonuç aynı yere gidiyordu, sadece aynı şeyleri farklı yollardan yaşıyordun. Bir insanın kendine göre birini bulması mucize. Belki de doğanın kanunu bu. Mükemmel aşk olmamalı, artılar ve eksiler birlikte olabilmeyi başarmalı. İki yıl böyle yaşadım. Ara ara hep düşündüm, başka bir seçim yapsaydım hayatım nasıl olurdu diye. Bu kadar deli bir kadınla evlenmiştim ama bunca yıl beni ona bağlayan şeylerden birini daha bu sürede fark etmiştim; ahlaklı oluşu. Ayrı olduğumuz dönemde de öncesinde de birini hayatına sokmayı bırakın, kimseye yan gözle bile bakmamıştı. Yine de içimde ne aşk, ne sevgi, ne şehvet ne de özlem kalmıştı. Her şeyi tüketmişti. Sadece çocuğumun annesi olduğu için saygı duyuyordum. Ayrı olduğumuz süre boyunca beni sadece çocuğumla ilgili bir şeyler istemek için aradı, genelde de onun ne kadar kötü durumda olduğunu anlatıyordu. Bir kez olsun, ‘Özledim’, ‘Eve geri dön’, ‘Seni seviyorum’ demedi. Hayattan bir türlü tatmin olamadı. Hep mutsuzdu. O dönem kızım bu durumdan çok kötü etkilenmeye başladı. Evden kaçmaya çalışıyordu. Pedagoga götürmeye başladık. Bunun üzerine hayatımda bir dönüm noktası olacak kararı aldım ve bazı günler gidip ailemin yanında kalmaya başladım. Sonunda ayrı tuttuğum evi tamamen kapattım. Eşyalarımı sattım. Yanına geri döndüm. Yani boşanmıştık ama beraber yaşamaya başlamıştık. Kızıma da bu durumu tüm şeffaflığıyla açıkladık. Ancak bu kararla birlikte sanki karşımda bambaşka bir kadın vardı. Sakin, anlayışlı, pozitif ve alttan almasını bilen bir kadın. Belki büyümüştü, belki ayrılık gözünü korkutmuştu ama şu bir gerçek ki aradaki evlilik  bağının kalkmasıyla kaybetme korkusu geri gelmişti. Her şeyin başı olan o korku…

Korku olmayınca aşk bile mümkün olmuyordu, çok iyi anlamıştım. Boşanmak bize iyi gelmişti. Çünkü esasında ikimiz de evliliğin ciddiyetini hiçbir zaman kavrayamamıştık. Erken evlenenlerin en büyük sorunu bu aslında. Evliliğin ne olduğunu bilmeden henüz çocukken bu işe kalkışmak doğru değil! O yüzden benden duyacağınız tek tavsiye şu olabilir; evlenmeden önce mutlaka beraber yaşayın. Bunu yapmadan evlenirseniz göreceksiniz ki o evlenene dek geçen pırıltılı dönemde çok iyi tanıdığınızı zannettiğiniz adam ya da kadın evin kapılarını kapatınca bambaşka birine dönüşüyor. Ve sadece çocuk yapmaya karar verirseniz evlenin. O da illa evlenmeniz gerekiyorsa. Hikayeme geri dönersek; sevmediğim biriyle aynı evde tekrar yaşamaya başlamıştım ve bu dünyanın en zor durumuydu evet ama benim de ilişkimiz adına motivasyonum geri gelmeye başlamıştı, hissediyordum. En önemlisi ise o tekrar hamileydi. İkimiz de yeni bir bebeğimiz daha olsun çok istemiştik. Sanki o bebekle her şeye yeniden başlayacaktık. O yüzden şimdilik boşanmış ama birlikte yaşamaya devam eden bir çift olarak kalacağız. Her ne kadar çevremiz bu durumu yabancılasa da… Her ne kadar kızım her gün tekrar evlenmemizi istese de… Yapmayacağız. Çünkü benim deneyimime göre evlilik mutsuzluğu, ayrılık ise mutluluğu getiriyor.” 

Duygusal olarak boşanamıyorlar 
Psikolog Sevtap Çakmakçı, boşanıldığı halde birlikte yaşamaya devam etmenin çoğu kez alışkanlıklar ya da bağımlı kişilik özellikleri nedeniyle gerçekleştiğini söylüyor. Takıntılı düşüncelerin yönettiği ilişkiler, başladığı kadar kolay bitemiyor. “Boşanma ve ayrılık kararı almasına rağmen birlikte yaşamaya devam eden çiftlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bunun birçok nedeni olabilir; çocuklar varsa onların örselenmesinden korkmak, ekonomik nedenler, yeni durumun yaratacağı risklerden korunmak gibi… Modern çağda birçok kavramın içinin boşalmış, anlamsızlaşmış olması da başka bir neden elbette. Ancak yasalar önünde boşanma gerçekleşse bile duygusal olarak boşanamayan çiftler hiç de az değil. Hastalarımdan gözlemlediğim kadarıyla, çoğu kez alışkanlıklar ya da bağımlı kişilik özellikleri nedeniyle, takıntılı düşüncelerin yönettiği ilişkileri başladıkları kadar kolay bitiremiyorlar. İki kişinin bir ilişkiyi başlatması ve sürdürmesi sorumluluk almayı gerektiren, özveri isteyen esaslı ve zor bir iş. Ancak asıl zor olan ve olgunluk gerektiren, o ilişkiyi zamanı geldiğinde saygılı bir şekilde bitirebilmek. Çoğu zaman birikmiş hikayelerin ağırlığı ve herkesin kendi farklı açısından meseleye bakma ısrarı ilişkilerin sağlıklı bir şekilde bitmesinin önündeki en büyük engel... Oysa kişilerin kendi bireyselliklerini bazen biraz sancılı da olsa keşfedip kabullenmeleri, hatalı ve işlevsel olmayan düşünceleriyle yüzleşebilmeleri, meseleyi yılan hikayesine döndürmeden halletmelerini sağlayabilir. Zaten bitirilmiş bir ilişki içinde hala var olmaya çalışmak birbirlerinin hayatlarına ipotek koymak anlamına gelir ki bu da hiç kimsenin yararına olmaz. İlişkinin kalitesi çok da bozulmadan sağlıklı bir şekilde ayrılabilmek için bu doğrultuda zaman harcayıp gerekiyorsa bir uzman yardımı ile hırpalanmadan ayrılmak en doğrusu olacaktır.”