Bir drama tanık olmak

Sakız Adası’nda mültecilere yardım eli uzatan sivil toplum örgütü Chios Eastern Shore Response Team’de (CESRT) gönüllü olarak çalışan tek Türk olan Rakel Sezer, mülteci kamplarında gerçeküstü bir dünya olduğunu söylüyor. Tek arzusu bu insanlara tutunacak bir dal olabilmek...

Bir drama tanık olmak

Yazı: Gülru İncu

SAVAŞTAN KAÇAN VE DAHA ÖNCE HİÇ GİTMEDİĞİ, BİLMEDİĞİ TOPRAKLARA AYAK BASAN İNSANLARIN YANİ MÜLTECİLERİN DRAMI UZUN ZAMANDIR GÜNDEMİMİZDE. Hepimiz bir ucundan konuya dahiliz, hem ülke politikası hem de hemen her gün sosyal hayatta karşılaştığımız Suriyeli mülteciler açısından. 2011 yılından bu yana devam eden Suriye savaşında resmi olmayan rakamlara göre 500 binin üzerinde kişi hayatını kaybetmiş ve 14 milyona yakın Suriyeli ülke dışına göç etmek durumda kalmış. Ülke dışına göç eden Suriyeli nüfusun büyük bir bölümünü kadınlar ve 18 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor. Bu konuda hepimiz farklı duyarlılıklar yaşıyor, üzülüyor, kızıyor, özünde savaşa, genelinde tamamen dışımızda yaşanan politik nedenlere isyan ediyor ve bu gerçeküstü ruh halinin getirileriyle boğuşuyoruz.

Ortada inkar edilemeyecek kadar net bir insanlık dramı olduğu aşikar ve üzülmemek elde değil ancak sadece üzülmekle kalmayıp harekete geçen bazı insanlar da var. Sakız Adası’na gelen mültecilere yardım eli uzatan bir kadından, Rakel Sezer’den söz edeceğim bu ay size. O yığınların dramına ilk elden tanıklık eden ama arkasını dönüp kaçmak yerine çözüm yolu aramayı seçecek kadar güçlü bir kadın.

Rakel Sezer, Tarhan Lisesi’nin ardından New York’ta Hofstra Universitesi’nde biyoloji eğitimi almış, ardında da Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamlamış ve 1996 yılında bir Alman ilaç firmasının kalite güvence bölümünde çalışmaya başlamış. Halen bir Amerikan klinik araştırmalar firmasında bölge kalite müdürü olarak çalışıyor. Mültecilerle tanışması tesadüf eseri olmuş. 15 yıldır tatil için Sakız Adası’na gidiyor Sezer ve bu zaman içinde birçok dost biriktirmiş. 2014’te şimdi çalıştığı yerel inisiyatifin kurucusu olan Toula da bunlardan biri.

DÖNÜM NOKTASI
“2015 yılının ekim ayında Yunan Adaları’na göçmen akını en üst seviyesine ulaştığında sosyal medya aracılığıyla Toula’nın ada halkının karşılaştığı ve yardım etmekte zorlandığı durum hakkında yayınladığı fotoğraflarını gördüm” diyerek başlıyor sözlerine. Aynı gün Sakız Adası’na inen yüzlerce mülteciye pansiyonunu açan, tüm acil ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan Toula, ertesi gün her şey sil baştan yaşanınca harekete geçmeye karar veriyor.

Yardım ulaştırmada devlet kurumları yetersiz kalınca Chios Eastern Shore Response Team (CESRT) adlı yerel bir yardım kuruluşu için kolları sıvıyor. Uluslararası gönüllülerden oluşan kuruluşa Sezer’in katılımı da işte böyle başlıyor. “20 Mart 2016’da Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yapılan anlaşmaya kadar olan dönemde sadece Sakız Adası’na her gün 500 ile 1000 arası mülteci geliyordu. Mülteciler limanın etrafında ve yakın parklarda sabahlayarak onları ana karaya götürecek feribotlara binmek için sıra bekliyorlardı. O dönemde Avrupa ülkeleri Yunanistan ile olan sınırlarını henüz kapatmamıştı. Ana karaya ayak bastıktan sonra en yakınından en uzağına birçok Avrupa ülkesine yolculuk yapıyorlardı. Eylül 2016’dan itibaren bu kuruluşta gönüllü olarak çalışmaya başladım. İşten vakit bulduğum her zaman kısa aralıklarla da olsa adaya gitmeye çalışıyorum.”

Bir drama tanık olmak - Resim : 1

MÜLTECİ OLMANIN DAYANILMAZ ÇARESİZLİĞİ
Rakel Sezer, adaya çıkan mültecilerle ilk karşılaşma anının zorlu bir sürecin başlangıcı olduğunu söylüyor. Sadece Suriye’den değil İran, Irak, Afrika ülkeleri, Nepal hatta Dominik Cumhuriyeti’nden bile gelenler varmış. “Mülteciler, adaya ilk ayak bastıklarında hava ve deniz koşullarına bağlı olarak hipotermi, bulantı gibi fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra, mevcut sağlık durumlarının da iyi olmadığı, hamilelik, savaşta sakat kalmış veya yaralanmış olma durumları gibi vakalarla sıklıkla karşılaşabiliyoruz. İlk karşılama esnasında sahil polisinin yanı sıra, tıbbi muayene ve müdahaleden yetkili kuruluş Women and Health Alliance International (WAHA)’ın doktorları hazır bulunuyor.” Bunun yanında her türlü kıyafet, yiyecek, su ve şok battaniyesi temin etmekte devletten yetki almış tek kuruluş CESRT. Bunun dışındaki organizasyonlar ilk karşılamaya gelmek için yetkili değiller.” CESRT gönüllüleri ve Rakel Sezer, mültecilerin adada kaldıkları süre zarfında adada kurulmuş belediye kampı olan Souda veya Birleşmiş Milletler’in belirlediği ev ve otellerde barındırılan mültecilerin temel ihtiyaçlarıyla birebir ilgileniyor. Souda, Birleşmiş Milletler Göçmenler İdaresi’nin Atina’ya ve oradan Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gönderilmeden önce geçici bir çözüm olarak kurduğu bir kamp. Sağlık sorunu tespit edilen vakalar ise Birleşmiş Milletler ve WAHA yetkililerine bildiriliyor. Sezer, tespit edilen gerekli kıyafet ve diğer ihtiyaçları İstanbul’daki ailelerin ve arkadaşlarının yardımıyla belirli aralıklarla Sakız Adası’na göndermeye başlamış. Halen topladığı maddi bağışların çocuk bezi, oyuncak veya iç çamaşırı gibi toplu satın alımlarda kullanılmasını sağlıyor. Bu noktada bu kuruluşun nasıl çalıştığını, Birleşmiş Milletler ile nasıl bağlantı kurduklarını soruyoruz. Arkadaşı Toula’nın ihtiyaçları karşılamada hızlı, esnek ve bürokrasiden uzak olmak için herhangi bir yere bağlı olmadan bu inisiyatifi tek başına kurduğunu söylüyor. Toula, öncelikle diğer Avrupa ülkelerindeki gönüllü organizasyonlarla bağlantıya geçmiş ve yardım ihtiyacını bildirmiş. Bu çağrıya Avrupa’nın birçok ülkesinden hatta Amerika ve Avustralya’dan yanıt gelmiş. “Şu anda Toula’nın grubunda benim gibi kısa süreli gönüllüler ve uzun dönem çalışmak için adaya gelen yaklaşık 1600 gönüllü var. Şu anda CESRT’nin ana faaliyetleri, mültecilerin limanda veya herhangi bir sahilde karşılanmasından yerleştirildikleri kamp veya evlerde kaldıkları sürece kadar tüm temel ihtiyaçlarının karşılanmasını kapsıyor. Mültecilerin günlük yiyecekleri diğer büyük sivil toplum örgütleri tarafından büyük bütçelerle karşılanıyor. Ayrıca CESRT’nin Sakız Adası’nda açtığı 0-6 yaş grubu çocukların aileleri ile ev ortamında vakit geçirebildiği bir kreş ve İngilizce eğitim veren bir okul da var.

KAMP SÜRECİ
Mültecilerin karaya ayak basmasından sonra kamplara yerleşme süreci başlıyor. Peki bu süreç nasıl işliyor? Hukuki olarak neler yapmaları gerekiyor? Rakel Sezer, “1951 Birleşmiş Milletler Mülteci Bildirgesi’ne göre bir kişinin bulunduğu ülkede yaşam ve temel özgürlük haklarına tehdit riski oluşmuş ve kanıtlanmış ise o kişi geldiği ülkeye geri gönderilemez” diyor. Bu sebeple mülteciler adaya yasal olmayan yollardan gelseler bile ayak bastıkları topraklarda sığınma başvurularını yapabiliyor ve dava sürecini başlatabiliyorlar. Mülteciler adaya ilk geldiklerinde Birleşmiş Milletler yetkilileri ile bir görüşme tarihi veriliyor. Görüşme tarihinde Avrupa ülkelerine sığınma isteklerinin nedenlerini ve kendi ülkelerinden ilk ayak bastıkları ülke olan Türkiye’de hangi koşullarda yaşadıkları konusunda bilgi alınıyor. Bu görüşmeler Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği Göçmen İdaresi yetkilileri eşliğinde kişiye tayin edilmiş avukatlar ve tercümanlar aracılığı ile gerçekleşiyor. Sezer, Yunanistan ile Avrupa ülkeleri arasında olan sınırların 20 Mart 2016 Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yapılan anlaşma sonrası kapanmasından dolayı 65 bin mültecinin çoğunluğu Yunanistan genelinde olmak üzere sıkışmış durumda kaldığını belirtiyor. “Avrupa Birliği ülkelerinin kendi ülkelerine mülteci alımı için açıkladıkları kotaların toplam sayısı sadece 12 bin 600 kişi civarında, bunun da henüz ancak yarısını karşılamış durumdalar. Bu nedenle sığınma başvuruları olumlu sonuçlansa bile Yunanistan genelinden diğer ülkelere gönderilme süreci oldukça uzuyor” diyor. Görüşmeler sonrası Türkiye’ye geri iadesi kesinleşen mülteciler temyiz haklarını kullanıyorlar. Temyiz sonrası sonuç değişmemiş ise, mülteciler Midilli adasına getirilip oradan Türkiye’ye geri gönderilme merkezlerine gönderiliyorlar. Geri gönderilme merkezlerinde mültecilerin Türkiye’de ‘Koruma Statüsü’ alma veya kendi ülkesine geri gönderilme talepleri alınıp bu talepleri de yetkililer tarafından değerlendiriliyor.

Bir drama tanık olmak - Resim : 2

BANA ÇOCUKLAR GÜÇ VERİYOR

Hukuki süreç ve yaşanılan zorlu şartlar ne olursa olsun çocuk her zaman her yerde çocuk. İhtiyaçları, tepkileri, üzüntüleri, sevinçleri, kısaca hayata olan tepkileri biz yetişkinlerden elbette çok farklı. Çocukların bu süreci nasıl yaşadığını merak ediyorum. Sezer, kampta yaptığı gözlemler ışığında anne-çocuk ilişkilerinde annenin post travmatik sendromundan kaynaklanan psikolojik durumun çocukları oldukça etkilediğini söylüyor. “Bir çatı altında yaşanan anne-baba-çocuk ilişkisi artık çok uzak bir kavram onlar için. Çocuklar annelerinden ihtiyaç duydukları sahiplenmeyi ve koruyuculuğu göremedikleri için onlara olan bağlılıkları da azalmış. Annelerin ise bu durumla başa çıkacak ne güçleri var, ne de enerjileri.” Altı aydır bu organizasyona hem fiziksel hem de ruhsal olarak destek olan Rakel Sezer, söz konusu çocuklar olunca faklı bir duygusallık yaşıyor doğal olarak. “Souda Kampı’nda 100’ün üzerinde çocuk var, çoğu 13 yaş ve altında. Kampa yakın bir bölgede resmi olmayan bir göçmen okulu açıldı. Çocuğum yok ama çocukları çok seviyorum. Bana en çok çocuklar güç veriyor. Onlar çocuk nihayetinde, mevcut duruma büyüklerden daha kolay uyum sağlıyorlar. Kişilik bozuklukları, hırçınlıkları oluyor tabii, ev sıcaklığında yaşamıyorlar, post travmatik sendromları hem bu durumdan hem de zaten kaybedeceği bir şey kalmadığı için ümidini yitirmiş, her şeyi oluruna bırakmaktan başka seçeneği kalmamış anneleriyle kurdukları yetersiz ilişkiden kaynaklanıyor ama asla depresyonda değiller.”