Psikolojik durumu öfkeli!

Anladık! Herkesin sinirli olmak için bir bahanesi var. Peki, kimse bu öfkesini kontrol altına almayı düşünmüyor mu? Şimdi derin bir nefes alalım ve öfkeyi vücuttan atmak için gereken çözüm yollarıyla yüzleşelim.

Psikolojik durumu öfkeli!

Psikolojik durumu öfkeli! - Resim : 1

ORADA DUR BAKALIM!

Aslında öfke hayatınıza dair önemli bir işaret. Yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğuna dair en bariz ibare. Zira Psikolog Sivri de öfkenin tanımını şu şekilde yapıyor: “Kendi yaşamımızda ya da başkalarının hayatlarında deneyimlediğimiz, gözlemlediğimiz, istenmeyen, tehdit içerikli ve bizi engelleyen durumlara karşı hissettiğimiz duygudur öfke. Bu eksikliği ve negatif duyguları hissettiğimizde onları ortadan kaldırmak, kendimizi korumak ve baş etmek için öfkeleniriz.” Ayrıca çabuk öfkelenen insanların çoğunun, yapılan deneylerde engellenmeye ve sorunlarla baş etmeye karşı toleranslarının düşük olduğu ortaya çıkmış. Bazı insanlarınsa doğuştan daha sinirli ve alıngan olduklarına dair bulgular yapılan araştırmalarca elde edilmiş. Hal böyle olunca, herkesin öfkelenme hızı ve yoğunluğu farklılık gösterirken elbette zihinden ve vücuttan atma yöntemi de farklılık gösterebilir. Yani, herkesin kendine özel ayrı bir stratejisi olabileceğini kabul etmek gerek. Örneğin, benim aklıma gelenlerin başında, spa’ya gitmek, kick boks yapmak, doyasıya tabak kırmak ya da serbest atış alanları keşfedip içimde biriken siniri doyasıya boşaltmak yer alıyor. Yaratıcı olmak sizin elinizde, ne de olsa nasıl rahatlayacağınızı ve sakinleşeceğinizi en iyi siz bilirsiniz. Zira öfke sağlıklı ve doğru şekilde ifade edildiğinde ilişkiler üzerinde yapıcı ve iletişimi güçlendirici bir etki de bırakabiliyor. Kontrol edilemediğinde ise yıkıcı ve tahrip edici izlere neden olabiliyor. Şaşırtıcı olan ise bu davranışının kontrol altına alınması gerektiğini düşünen ya da çözüm arayan insan sayısının çok az olması. Oysa, günlük yaşantıyı dahi kontrol altına alabilen bu duygu sanıldığından çok daha hızlı yayılan bir etki alanına sahip. Tolerans düzeyinin yerlerde süründüğü bir toplumda, çoğunlukla tek bir kişinin öfkesi ikinci bir kişinin kötü davranışı ile sonuçlanıyor. Olumsuzu olumluya çevirme gücüne sahip insanlar azınlıkta olduğu sürece çoğunluğu kontrol etmek de mümkün olamıyor maalesef. İşte bu noktada işe kendimizden başlamanın haklı önemini vurgulayan Psikolog Sivri’ye kulak veriyoruz. Kendisi öncelikle, sağlıklı iletişimin, sahip olduğumuz duyguyu, öncesinde yaşadığımız negatif olayı ya da durumu kabullenmenin ve bunu ifade etmenin öfke kontrolünde yapılması gereken ilk basamak olduğunu söylüyor. Yani kızgın hissettiğimizde kendimizi sakinleştirmeye buradan başlamalıyız. Daha sonra ise Psikolog Sivri, öfkeyle baş etme yöntemi olarak üç aşamalı bir süreçten bahsediyor. 

1. Gevşeme egzersizleri: Düzenli yapılan, diyafram nefesi ve bu sırada kişinin kendi kendisine yapacağı sakin olmasına yönelik telkinler, tüm kas gruplarını gevşeterek kişide rahatlamayı ve öfkenin negatif etkilerinin yok olmasını sağlar.

2. Zihinsel yeniden yapılandırma: Duyguların ifadesi genelde abartılı biçimlerde gerçekleşir. Özellikle negatif bir duyguyu hissediyorsak hep olumsuzu, imkansızı düşünmeye meyilliyizdir. Bu negatif ve dipsiz düşünceleri daha sağlıklılarıyla değiştirmek bakış açımızı pozitif yöne iterek öfkeyle baş etmeyi kolaylaştırır. Örneğin; ‘Bu oldu ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ yerine ‘Bunun olması kötü oldu ve bazı şeyleri değiştirdi fakat tekrar düzene girecek’ gibi düşünmeyi benimsemek.

3. Problem çözme: Bu süreç bizi öfkelendiren, yaşadığımız durumu problem olarak belirleyip tanımlama, bununla ilgili ne yapabileceğimize bakma, belirleme ve uygulama olarak tanımlanır.

BİR TATLI HUZUR…

Bir insanın fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak bütün halinde sağlıklı olması gerekiyor. Bunu sağlamak için de her bir duygusunun bilincinde ve kontrol altında olması çok önemli.

Yani iç huzuru sağlamak ve dengeyi korumak yaşamlarımızda daimi hedef olmalı. Psikolog Sivri konuyla ilgili şu noktanın da önemini vurguluyor: “Eğer öfkelendiğimiz durum iletişim problemlerine bağlıysa, ortamdan kısa süreli uzaklaşıp kızgınlığımızı dindirmeye çalışmak, olaya üçüncü bir kişinin gözünden bakmaya çalışarak değerlendirmek öfke ile baş etmede etkilidir.” Bu tavsiyeyi bir başka deyişle zihni dinlendirmek olarak da özetleyebiliriz. Sizi sıkan, kızdıran her neyse uzaklaşmak ve objektif bir göze sahip olana kadar mesafeyi korumak ikinci bir değerlendirme yapma şansını sunar. Keza sinirlenmekte haklı dahi olsanız sakinleştiğinizde alternatif çözüm yolları da berraklaşmaya başlar. Çünkü iç huzurunuzu tekrar yakalamış, dengeli düşünce şekline geçmiş olursunuz. Ancak tüm bunlara rağmen öfkenizle baş edemiyorsanız ve etrafı yakıp geçmeye başladığınıza inanıyorsanız, bir uzmandan destek almak önem taşır. Farkında olmamız gereken bir gerçek de, öfkenin asla bir sorun çözme aracına dönüştürülmemesi gerektiği… Çoğu zaman hepimiz bunu yapmaya meyilli bir ruh hali içine girebiliyoruz. O anda hemen şunları hatırlamalı ve sakinleşmeliyiz; öfke bir intikam değil, başkalarını suçlama nedeni değil, şiddeti ya da suç işlemeyi haklı hale getiren bir neden asla değil, başkalarını kontrol etme şekli de değil, haklı olmanın yolu ise hiç değil! Elbette, öfke de tıpkı, aşk, özlem ya da neşe kadar normal bir duygu hatta Psikolog Sivri’nin tanımladığı gibi, kişi için uyarıcı nitelikte olan, ‘kendini korumaya al’ deme özelliğine sahip tek duygu diyebiliriz. Ancak konuya dair kritik nokta şu; öfke kendimize zarar vermeye başlamadan önce farkındalık kazanmak için acele etmeliyiz. Aksi halde Psikolog Sivri, sinir katsayısını kontrol edemeyen insanları bekleyen tehlikeleri şu sözlerle açıklıyor; “Ne zaman ki bu duygu baş edilemez bir hal alıp kişinin zihnini sürekli meşgul etmeye, enerjisini tüketmeye, düşmanca düşüncelerle boğuşmasına neden olur, yani kendisine zarar vermeye başlar, o zaman öfkenin kontrolden çıktığından söz edebiliriz.” Anlayacağınız, işler bu kadar karışmadan önce bireysel olarak sakin kalabilme telkinini yapmayı alışkanlık haline getirmeliyiz. Burada çözüm öfkeyi tamamen içe atmak da olmamalı. Öyle ki, kızgınlığı göstermemek pasif-agresif davranışlara ya da genel olarak çevresindekilere karşı alay, düşmanlık ve aşağılama besleyen duygular doğurmaya neden olur. Bu da sağlıklı ve uzun süreli ilişkilerin önündeki en büyük engel olarak gösterilebilir. Son olarak, öfke kontrolünü sağlayan özdenetimin tıpkı gitar çalmak gibi yapılan egzersizlerle daha iyi hale getirilebileceğini unutmamak gerek. Bu bilinçle yola çıktığımızda, toplumun ruh sağlığını düzeltmek için işe önce kendi ruh sağlığımızı düzelterek başlamak gerektiğinin de farkına varırız.

Yazı: Ece Üremez

SÖZ KONUSU ÖFKE OLUNCA TOPLUM OLARAK KENDİMİZE MAZERETLER ÜRETMEYE, SINIRIMIZI HAKLI ÇIKARMAYA, ÖZELLİKLE DE BİRBİRİMİZDEN ÇIKARMAYA BAYILIRIZ. Sonra da rahatladığımızı zannederek güne devam ederiz. Oysa öfkeyi vücuttan atmak için bir başkasını kurban seçmeye değil kendimizi kontrol etmeye ihtiyacımız var çünkü suç kimsede değil! Öncelikle öfkenin insanlığın ilk dönemlerinden itibaren varlığını sürdürdüğünü önce kabul etmek, sonra da kendisinin zihin tarafından kontrol edilmesi en güç duygu olduğu gerçeğiyle barışmak gerekiyor. Aynı zamanda bulaşıcı etkisi olduğundan karşımızdaki insan öfkeli olduğunda kontrolümüzü sağlamanın güçleştiğini de unutmayalım. Öyleyse, elimizde bu verilerle yolculuğa başlayalım. Öfkeyi önce hem zihinsel hem fiziksel anlamda kontrol altına almak; ikinci kademede ise vücuttan atmak özel bir bilgelik gerektirmese de belli bir öz disiplin gerektiriyor. Bunu öğrenmek de elbette zaman alıyor. Keza içinde yaşadığımız toplumun da bu sürecin kolaylaşması için ihtiyaç duyulan zemini hazırladığını söylemek hayal dünyasında yaşamaktan farksız olur. Çünkü bizler geceleri sözde hoşgörü ile kendimizi uyuturken, her köşede bir başka öfke cinayetinin işlendiği sabahlara uyanıyoruz. Haberlerde kontrolsüz öfkeye ‘dur’ demekten şuursuzca söz edilirken işe kendimizden başlamamız gerektiğini bilen kimsenin sesi gerçekten duyulmuyor. Oysa istatistiklere bakıldığında, 0-5 saniye aralığında sinirlenebilme özelliğine sahip tek millet olduğumuz görülüyor.

Hal böyle olunca, ufak bir tartışmanın silahlı bir çatışmaya dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor. İşe bu noktadan bakıldığında, bir öfke toplumu olduğumuzun aksini kim iddia edebilir ki? Her duygumuzun arkasına ya da önüne öfkeyi eklemeden önce aslında ilk yapmamız gereken derin bir nefes almak. Tepki vermeden önce düşünmek. Hızlı bir değerlendirme ile çözüm alternatiflerine odaklanmak. Tolerans ve hoşgörü kelimeleri beyninizde yeşil ışık gibi yanıp sönene dek tekrarlamak. Bunları yaptığınızda inanın, nihayetinde kendinizi sakin ve doğru ifade edecek, gününüze mutlu bir insan olarak devam edeceksiniz. Elbette bunlar hepimizin belki de sıklıkla duyduğu, bildiği ama uygulamakta güçlük çektiği yöntemler. Tam da bu yüzden şimdi profesyonel bir görüşe başvuruyor ve Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Psikolog Sena Sivri’nin sözlerine kulak veriyoruz; “Öfke kontrolü, öfkeyi bastırmadan ya da zararlı bir şekilde dışa vurmadan, onu ortaya çıkaran sebepleri bulma ve bu nedenlere yönelik baş etme stratejileri geliştirmektir. Kişi öncelikle hissettiği duyguyu yani öfkeyi kabullenmelidir. Böylece öfke etkin, işe yarayan, üretken bir hal alır. Bu kontrol çeşitli metotlarla sağlanabilmektedir. Kişi tek başına baş edemiyorsa, duygu üretkenlikten çıkıp yıkıcı bir hal aldıysa, o zaman bir uzman desteği alması önerilir.”