Bir doz Berk Oktay

Geniş bir hayran kitlesinin arkasında olduğunun bilinciyle yere sağlam adımlarla basanlardan o... Mevzu aşk olunca dahi mantığıyla bağlantısını kesmiyor hatta. Bu kadar ipucu yeter! Onunla baş başa kalma zamanı...

Bir doz Berk Oktay

Bir doz Berk Oktay - Resim : 1



Çocukluğunuz nerede geçti?

Ankara Bahçelievler’de büyüdüm. 18 yaşıma kadar oradaydım. Lakabım da ‘bahçeli bebesi’ydi.

Sanıyorum o yıllar komik anılarla dolu. Örneğin, dokuz yaşındayken evi yaktığınızı okudum...

Çok yaramaz bir çocuktum ve evet, evin tamamı yandı gerçekten. Üstelik de kiraydı. Maalesef. Ailemden buradan tekrar tekrar özür diliyorum. Umarım çocukluğu benimki kadar yaramaz olan bir oğlum olmaz. Annemler, beni sadece 15 dakika yalnız bırakıp arka sokaktaki babaannemlere gitmişlerdi. Bayramdı. Ben de bütün bayram harçlıklarımla Kemal Sunal’ın VHS kasetlerinden ve birkaç tane de havai fişek almıştım. Filmi izlerken ne oldu, nasıl aklıma geldiyse yaslandığım döşeğin üzerindeki örtüden sarkan iplerin hepsi aynı boyda değil diye, bulduğum çakmakla onları kısaltmaya başladım. Tam o anda örtü tutuştu. Öyle olunca ben evden kaçtım. Evden kaçınca kapı üstüme kapandı ve o sırada ev yandı. Komşuya kaçtım. Annemler büyük bir şok yaşadı ama babam biraz çılgın bir adam, akşamına beraber havai fişek attık.

Simetri hastalığınızı ilk ne zaman ve nasıl fark ettiniz?

Benim hafif obsesif bir yanım var. Aşırı dikkatliyim her şeye karşı. Gözümün açısı biraz geniş. O yüzden her şeye detaylı bakıyorum. İlk zamanlar bunun simetri hastalığıyla ilgili olduğunu anlamamıştım ama dokuz yaşında acı bir tecrübeyle öğrenmiş oldum. Şu anda had safhada olmasa da devam ediyor. Örneğin, karşımda duran televizyon yamuk olsa dayanamaz gider düzeltirim. Rol arkadaşlarımın işine geliyor, gözden kaçan bir şeyler olduğunda hep ben düzeltiyorum. Sette ‘1, 2, 3 kayıt’ dendikten sonra bile gözüme bir şey takıldıysa; orayı toparlayıp öyle geliyorum.

Başka takıntılarınız var mı?

Takıntım yok ama numaralarla aram çok iyi. Küçüklüğümden beri matematikte iyiydim hep. Ayrıca telefon numarasını da bir kere çevirmem yeterli oluyor. Ezberimde kalıyor. Buna rağmen isim hafızam felaket. Birinin ismini öğrenene kadar uzun bir süre geçiyor ama bir geometri problemini kafadan çözebiliyorum.

Jeoloji Mühendisliği bölümünden mezunsunuz. Neydi o zaman hayaliniz ya da hedefiniz?

Hiçbir hayalim yoktu, sadece üniversite eğitimi almak istiyordum. Bunu da kötü bir örnek olarak söylüyorum. Bazı şeyler vardır hayatta, sadece onu yapmanız gerektiği için yaparsınız. Ben okuduğum bölümün işini yapmayacağımı hissediyordum çünkü daha özgür ruhla yaratıcı bir iş yapmak istiyordum. Çocukluğumdan beri hissettiğim bir şey bu. Neden konservatuvara gitmediğimi bilmiyorum. Sanırım üniversite mezunu olmak istedim. Ama bunu kimseye tavsiye etmiyorum. Bugün seçim aşamasında olan insanlara bakıyorum daha bilinçli tercihler yapıp istedikleri mesleğe yöneliyorlar ki bu çok akıllıca.

Hayattaki en büyük tutkunuz ne?

En büyük tutkum Beşiktaş. Onun dışında motosiklet kullanmayı çok seviyorum. Şu anda motorum yok eskiden vardı. Gerçekten trafikteki insanlarımız henüz motor kullanımına saygılı halde değiller. Sırf araç sürücülerini de suçlamamak lazım, henüz Türkiye’de sokaklarda motor kullanan insanların yüzde 90’ı yanlış kullanıyor, Allah’a emanet gidiyor. Ben motor kullanmayı çok seven bir insanım ama kesinlikle yoğun trafikte bu işten keyif alamıyorum.

Bir işkolik olduğunuzdan ve iş disiplinine çok önem verdiğinizden bahsetmiştiniz. Peki, bu çerçevede yapılacak nasıl bir hata sizi deliye döndürür?

Herkes işini mükemmel yapmak zorunda değil, ben de mükemmelim demiyorum, ama elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. İş esnasında çok başka bir adamım. Sette her birimdeki her bir insan işini en iyi şekilde yapmaya çalışmıyorsa, bu beni korkunç rahatsız ediyor. Ne yapıyorsam yarıda keserim, o insan hatasını anlayana ve düzeltene kadar ben de işimi yapmam. Bu iş öyle bir iş ki biz bir çarkız. Hepimiz aynı boy dişliyiz ve onlardan bir tanesi kırılırsa o çark dönmez. Sen işini en iyi şekilde yapmak için çabalarken öbürü yapmıyorsa sana ihanet ediyor demektir.

Rol gereği ağlamak kolay mı?

Çok ağlamak zorunda kaldım. Gerçekten çok yorgun olduğunuz ve konsantre olamadığınız anlar olabiliyor. Gecenin bir saatinde ya da sabahın köründe öyle bir sahne çekmek gerekebiliyor. Gerçi yönetmenlerimiz buna anlayış gösterip sahne sıralamasını ona göre yapıyor ama yine de bazen gerekebiliyor. Öyle zamanlarda herkes gibi ben de birtakım takviyeler kullanıyorum. Ama bizim işimiz yerine koymayla alakalı olduğu için onu kullanıp duyguya girdiğinizde sıkıntı kalmıyor.

Röportaj: Ece Üremez

Fotoğraf: Hakan Adil


Modellikten oyunculuğa geçişinizin Türker İnanoğlu ile karşılaşmanız sonucu gerçekleştiğini biliyorum. Peki, Türker Bey bu anlamda size ne dedi de fikrinizi değiştirdi?

Üniversiteyi tamamlamak için modelliğe ara vermiştim. Ama yurt dışında işler Türkiye’deki gibi olmuyor. ‘Ben gidiyorum’ diye bıraktığınız zaman geri döndüğünüzde çok hoş karşılanmıyorsunuz. Çünkü orada 10 binlerce insan var. Yerinizi dolduracak başka biri mutlaka oluyor. Türker Abi ile tanıştıktan sonra bir gün beni çağırdı ve Nehir Erdoğan ile dizi çekeceğini söyledi. Bana bir tek soru sordu; “Seni oynatmak istiyorum. Oynar mısın?” Öyle başladı macera.

10 yıl öncesine gidersek, kendinizi ekranda ilk kez gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

Ekrana ilk çıktığım günü hiçbir zaman unutamayacağım. Televizyon karşısında kilitlenmiş vaziyette, çıt çıkaran olursa susturup o anı bekliyordum. Bütün aile toplanmıştık, çok heyecanlıydı. Kameranın karşısına çıktığım ilk an da acayipti. Hep durağan ve poz verdiğim bir işin içinde profesyoneldim ama bu kez hem kamerayı unutmak hem de unutmamak gerekiyordu. Tabii bütün bunların hepsini aradan 10 yıl geçtikten sonra anlıyorsunuz.

İlk oyunculuk zamanlarınızdan hatırladığınız güzel eleştiriler, geri dönüşler neler olmuştu?

23 yaşındaydım. İlk işim ile böyle temiz yüzlü, tatlı aile çocuğu izlenimi çizmiştim sanırım ki genellikle yaşlı teyzeler çok seviyordu beni. Birileri beni dışarıda tanımaya, bana bakmaya başladığı zaman çok garip geliyordu. Durumu hemen algılamıyor insan, ‘niye bakıyor bana?’ diye sinirlenebiliyor... Ankara’da komik bir olay başıma gelmişti örneğin; ilk dizimi çekiyordum, ailemin yanına gitmiştim. Kızılay Meydanı’nda yürüyen merdivenlerden çıkarken adamın biri gözünü dikmiş bana bakıyordu. “Hayırdır?” demiştim kendimi tutamayıp, adam da “Severek izliyoruz” deyince jeton düşmüştü.

Şimdi geldiğiniz noktada hem ülkemizde hem de Ortadoğu’da büyük bir hayran kitleniz var. Şaşırıyor musunuz bu duruma?

Bizim Türk dizileri çok fazla pazarlanıyor Ortadoğu’ya. Benim de oynadığım üç dizi yayınlanıyor. ‘Arka Sokaklar’ birçok ülkede gösteriliyor. ‘Aşktan Kaçılmaz’ daha önce satılmıştı. ‘Benim Hala Umudum Var’, 37 ülkede yayınlanıyor. Şimdi ‘İlişki Durumu Karışık’ da ya satıldı ya satılıyor. Ama ben başladığım ilk işten itibaren hep kendime hedef koyarak devam ettim. O yüzden de hem kendim şaşırmadan hem de duruma şaşırmadan yürümeye çalışıyorum. İstemenin gücüne inanıyorum ama tabii ki hayatta insanın karşısına güzel şeylerin çıkması veya çıkan çatallı yollarda doğru tercih yapması, şans ve aile faktörü hepsi bir araya geliyor da başarıyı getiriyor. Ben sevdiğim işi yaptığım için çok mutluyum. 10 yıldır seyirci de beni bir şekilde görmek istiyor ki ben hala buradayım ve işime devam edebiliyorum.

‘İlişki Durumu Karışık’ setinde günler nasıl geçiyor?

Bizim sete keşke bir gün gelseniz, o kadar eğlenceli ki! Bitiş jeneriğinden sonra beş dakika bizim kamera arkası görüntülerini koymalıyız aslında, diziden daha iyi iş yapar. Çok doğal ve müthiş komik anlar çıkıyor ortaya.

Kamera arkasına ait komik bir anınızı bizimle paylaşmanızı istesek...

Seren Şirince ile benim aramda ciddi bir boy farkı var. Dizinin bu kadar ilgi görmesindeki sebeplerden biri de bu bence. İki zıt tipin buluşması. Günlük hayatta da ekranda da çok fazla görmeyeceğimiz bir durum. Hem karakter olarak hem de fiziksel açıdan bambaşka tipler. Beni en çok cezbeden noktalardan biriydi bu aslında. Zaten senaryoyu okurken de Ayşegül karakterini Seren olarak gözümde canlandırmıştım. Bir tane Adile Naşit-Tarık Akan fotoğrafı vardır, gelinlik ve damatlıkla yıllar önce çekilmiş... Öyle bir fotoğrafımız bile oldu. Esas komik olan, Seren’in ayaklarının altına bazı planlarda takoz koyuluyor. Fakat takoz hareketsiz bir dizide işe yarıyor. O yüzden o takozu biz biraz uzattık, adını da ‘Seren’in Yolu’ koyduk. O üzerinde rahat yürüyebildiği için bu işe çok alıştı da benim alışmam biraz uzun sürdü. Sağımı solumu çarptığım sahneler oluyor, çok gülüyoruz.

10 yıl içinde pek çok sinema filmi projesi içinteklif geldiğine eminim. Siz kabul etmek için neyi bekliyorsunuz?

Yaptığım işin ilk 5-6 senesinde sinema filmi aklıma dahi gelmedi. Bu yıllar kavrulmak ve kameraya alışmak için kendime verdiğim süreydi. Ben çok didikleyen bir insanım, monitör başında durup yönetmeni izlerim, açılara bakarım, kamera hakkında teknik bilgi sahibi olmaya çalışırım. O yüzden bu zaman benim kendime donanım için ayırdığım bir vakit oldu. Beklemek istedim. Çünkü o zamanlar cengaver gibi belki şu an olsa yapamayacağım bir cesaretle atladım kameranın karşısına. Ama bunun devamında kendimi geliştirmek, her şeye hakim olmak zorundaydım. Bir de sinema filmi demek dev bir perde demek. Oraya çıktığınızda gerçekten güzel bir şey ortaya çıkarmanız gerekiyor. Acemiliğimi atmış olmam gerekiyordu. Tabii ki ben de artık bir sinema filminde yer almak istiyorum ama bu kez de doğru hikayeyi ve doğru ekibi seçmek önemli. Şener Şen’in bu konuyla ilgili bir lafı var; “Önce bana gelen senaryoları okurum, teklif edilen role bakarım, altından kalkabilecek miyim diye kendime sorarım, ilk bakacağım şey bu” der. Ben de bunu prensip edindim kendime. Elbette bu bir denklem. Daha sonra da oyuncu kadrosu, yapımcı, yönetmen ve senaryoya bakıyorum.

Biraz ailenizden bahseder misiniz? Anne-baba ne iş yapar? Nasıl bir evde büyüdünüz?

Ben tam bir çekirdek ailede büyüdüm. Annem lisede İngilizce öğretmeniydi, emekli oldu. Benim bu arada dil kabiliyetim felaket. Babam makine kimyada muhasebe müdürüydü, o da emekli oldu. Babam çok genç ruhlu bir adam; gezmeyi de çok sever. Didim’de bir evimiz var, kışın birazcık havalar soğudu mu oraya kaçar bizimkiler, keyif yaparlar. Arada İstanbul’a gelirler. Onların da kendilerine göre hareketli hayatları var. Gerçekten izlerinden gitmeye çalıştığım bir aile içinde büyüdüm. “Modelliğe başlamak istiyorum” dediğimde babam ilk arkamdan iten ve sonuna kadar destek olan kişi oldu. Okulumu dondurmam için bile bana yardımcı olan babamdı. Sadece şunu söyledi; “Bana bir söz vereceksin, yurt dışından dönüp diplomanı bana getireceksin.” Ben de ona söz verdim ve sözümü tuttum. İyi ki de söylediğini yapmışım, bana başka bir kapı açtı.

Bir doz Berk Oktay - Resim : 2



Twitter’da oldukça aktifsiniz. En son yazdıklarınız içinden şu sözünüz dikkatimi çekti; ‘Düşünmek zorunda olmadıklarımızla kafa yorarak yıllanıyoruz. Bir daha dünyaya gelirsem gamsızlığı öğreneceğim ilk iş.’ Bu serzenişin nedeni ne?

İşimle alakalı bir durumdan ötürüydü, yine kızmışımdır bir şeylere. Gamsız bir adam olamıyorum maalesef, her şeyi çok takıp mükemmel olmasını istiyorum. Üstüme düşmeyen daha doğrusu üzerinde düşünmemem gerekenlerin de üzerine gidiyorum. Her şey kontrolüm altında olsun istiyorum, kontrol manyaklığı var. Evimde pijamalarımı giyip, hiçbir şey düşünmeden oturabildiğim, zihnimi dinlendirebildiğim boş geçen vaktim olmuyor. Evet pijamalarımla oturuyorum ama kafam durmadan çalışıyor.

Bir gün tamamen yalnız kalmaktan korkar mısınız?

Allah kimseyi yalnız koymasın. Çok zor bir şey. Ama hayat neyi gerektirirse insan beyni ona göre şekil alır.

Yalnız derken güçlü durmaktan, birine ihtiyaç duymadan yaşamaktan bahsediyorum aslında.

Ben güçlü durabileceğime inanıyorum. Evet, birlikte olduğum insandan tabii ki destek ve güç alırım. Ne mutlu bana ki var ama dünyaya yalnız geldik. Yalnız da gidilebilir.

Hangi durumlarda yalan söylersiniz?

Yalan söylemiyorum diyen insan yalan söyler. Hayatımızın gerçeği bu. Yeter ki sonucu kötü olacak bir yalan söylenmesin. Karşındakini kandırmak üzerine olmasın. Yeter ki beynimden yalan söylemeyeyim kimseye karşı, beynimde yalan dolandırmayayım. Kendime hep bunu adet edindim. Ne olursa olsun. Elbette herkesin hayatta duruma göre politik davrandığı yerler olabilir ve olur da. Bazen iş için bile bu gereklidir, politik davranmak zorunda kalınan durumlar olabilir. Zaten yapılmama kısmı günümüzde dikbaşlılık olarak adlandırılıyor. Ama onun dışında özellikle de özel hayatımda yalan olmasın mümkünse.

Bir erkekte olması gereken erdem ne?

Bence sorumluluk hissiyatı. Çok kişisel bir şey söylüyorum aslında genelleme yapamam ama sorumluluk hissiyatımı ve vicdani duygularımı kaybettiğim zaman ben benlikten çıkarım. İçimde bu ikisi olsun, ben bir şekilde ayakta dururum.

Peki, bir kadında?

Bunun yanıtını bilsem, ömrüm sürekli kadın aramakla geçerdi herhalde.

O halde, bir erkek olarak bir kadında ilk aradığınız ne?

Kendisine saygısı olmalı, hayata karşı dik durabilmeli, yılmamalı, istediği şeyin peşinden koşmalı ve yine kadın da sorumluluk duygusuna sahip olmalı. Ben çok otoriter kadınlardan hoşlanmıyorum ama çok teslimiyetçi kadınlardan da hoşlanmıyorum. Zaten zeki bir kadın ikisinin dengesini çok güzel kurar.

35’e yaklaşırken hayatınızın bu döneminde öne çıkan neler var?

Ozon tedavisine başladım. Herkese de tavsiye ederim. Brad Pitt ve Tom Cruise’un nasıl bu kadar genç kalabildiğini araştırdım. Karşıma ozon tedavisi çıktı. Bazı hastalıkların giderilmesinde etkili bir yöntem. Ben de Türk’ün aklı sonradan gelir tabusunu kırmak üzere yaptırmaya karar verdim. Kan dolaşımını hızlandırıyor, kılcal damarlara sürekli kan gitmesini sağlıyor, hücre yenileniyor, bağışıklık sisteminiz güçleniyor, dışarıdan alınan hiçbir madde yok. Soluduğumuz ozon bizi genç tutuyor. Üç yöntemi var; sauna, ağızdan maske ya da en etkili ve benim uyguladığım yöntem. Kanınız alınıyor, içine ozon pompalanıyor, karıştırılıyor ve size geri veriliyor. Cildim düzelmeye, yorgunluğum azalmaya başladı. Ayrıca şeker hastalığına da çok iyi geliyormuş.

Sırada ne var?

Türkiye’de dizi tutturmak artık çok zor. Bunun bir matematiği olmadığı anlaşıldı. Ama şu anda harika bir ekiple çok keyifli bir iş yapıyorum. Komedi dizisinde rol aldığım için inanılmaz mutluyum. Birinci hedefim, bu iş devam edebildiği kadar etsin, çünkü ekranda bu diziyi görmekten mutlu oluyorum. Ben de dizimizi severek izliyorum. Sonrasında iyi bir sinema filmi yapmak istiyorum. Daha sonrasına bakacağız, dediğim gibi yarın ne olacağı belli değil. Çok fazla ileriye yönelik plan program yapmayı sevmiyorum.


Bir doz Berk Oktay - Resim : 3



Peki, gerçek hayatta erkekler ağlamaz diyenlerden misiniz?

Erkekler insan değil mi? Benim öyle kesin, net kurallarım yok, erkekler de ağlar. Duygusuz bir insan değilim ve duygularını yaşamayı seven biriyim. Onları yansıtmamak için uğraşmam.

Bir röportajınızda “Bir kadını asla hayatımın merkezine koymam” demişsiniz. Durumlar değişti mi?

Sadece bu cümleyi aldığınızda biraz sert bir çıkış gibi gözüküyor. Bunu şöyle toparlayayım; bence hiçbir insan hiçbir insan için gelmedi bu dünyaya. Hepimiz birer birey olarak geldik. Zaten bu mantaliteyle yaklaşıldığı zaman ilişkiler daha sağlıklı oluyor ve daha düzgün gidiyor. Sen beni hayatının merkezinde yaşatırsan ve ben de buna alışırsam, kendine vakit ayırdığın en ufak anda; “Ne oluyor acaba?” derim, bir sorun var zannederim. Tabii ki sevgiyi paylaşmak, ilişki için gerekli sorumlulukları almak gerek ama ben merkezli yaşamaya alışmamak da gerek. Yoksa ben sana bir şey veremem, verdiğim şey bana batar. Bu sefer sen benden koparsın. Hayatta kadının da erkeğin de kendine ait yaşam alanları olmalı, bu alanlar içerisinde birbirine karşı olan sorumluluklarını unutmamalı. ‘Tamamen ben kendimi sana adadım, kendimden vazgeçtim, senin için yaşıyorum’ dendiği zaman ilk başta tatlı gelse de o ilişki eninde sonunda biter.

Siz bu dediklerinizi yapabiliyor musunuz? Dışarıdan bakıldığında çok mantıklı görünüyor ama ilişki içinde uygulamaya geçmek kolay olmayabilir...

Tabii ki mükemmel değil hiçbir şey. Ufak tefek yanlışlıklar yapabilirim, bu söylediklerim bencillik de olabilir. Sonuçta biz insanız, her ne kadar egolarımızı bastırsak dahi insanı ayakta tutan şeylerden bir tanesi de kendi egosu. İki bireyin birbirine karşı egosunu bastırması bir yerde açık verebilir. İşte o gün bu dediklerime aykırı davranabilirim evet. Ama ben genele vurduğum zaman hayatımda bunu oturttum.

Bence siz çok aşık olmamışsınız, bu kadar mantıklı konuşabildiğinize göre...

Bazen insanlar çok şey yaşadıktan sonra da mantık çerçevesinde düşünebiliyor. 17 yıldır şov dünyasının içerisindeyim, kaç bin insanla tanıştım, aşık olmamak mümkün mü? Ben hayatta sadece bir kere aşık olunabileceğini de düşünmüyorum.

Yine de huzurlu bir ilişkiyi aşka tercih edecekmişsiniz gibi bir durum var sanırım...

İkisi de bence aynı kapıya çıkıyor. Çok aşık olduğun bir kadınla başladığın ilişki de çok huzurlu bir birlikteliğe dönüşebiliyor, zamanla alakalı bir durum. Tam tersi birbirinizden kopabiliyorsunuz da. Onun için benim tercihim çok aşık olduğum bir kadınla başlayıp çok huzurlu giden bir ilişki yaşamak.

Bir seçim yapmanız gerekse; sizin çok sevdiğiniz biriyle mi yoksa sizi çok seven biriyle mi birlikte olmak?

Benim çok sevdiğim biriyle olabilirim. Diğeri çok bencilce. O kadar hayatı planlayarak yaşayamayız. Ayrıca yarın ölmeyeceğimizi nereden biliyoruz ki? O yüzden ben sevdiğim biriyle olayım, yarın ölüyorsam da sevdiğim birinin yanında öleyim.

İlişkide güvenilir bir adam olduğunuzu iddia edebilir misiniz?

Artık evet. İnsan birçok şey yaşıyor. Hepimizin hayatında çocukluk, gençlik, olgunlaşma ve yaşlılık evresi var. Ben de hormonları normal çalışan bir erkeğim, o gençlik evresinden ben de geçtim. Artık olgunlaşma dönemine girdim. 34 yaşındayım ve bir şeyler oturmaya başladı. Artık kendime ilişki içinde güveniyorum. Uçarı kaçarı halim kendi içinde baskılandı.

Bir başka röportajınızda aile kurmayı istediğinizden bahsetmiştiniz. Sizce evlilik mantıklı seçimler doğrultusunda alınacak bir karar mı? Yoksa illa aşık olmayı bekler misiniz?

Bence mantıklı kararlar gerekiyor evlilik için. Günümüzde birçok örneği var; tanıştılar, bir şeyler hissettiler ve afaki söylüyorum, üç gün içinde evlendiler. Gerçekten bir insanı çok iyi tanımadan, onun özüyle senin özünün eşleştiğini algılayamadan yapılan evlilikler bence sağlıklı değil ki nitekim boşanmalar çok arttı. Eskiden, görücü usulünü bir kenara ayırırsak, insanlar gerçekten birbirini tanıyıp severek evleniyormuş. Benim annemle babam öyle. 40 seneye yaklaştılar, hala evliler. Ne güzel, keşke her evlilik öyle olsa. O yüzden evet, bir şeylerin tespitini iyi yapmak lazım. Hele ki çocuk da düşünülüyorsa sorumsuzca davranmak çok yanlış. Yoksa çocuk yapmak çok kolay. Bunun sorumluluğunu almak ve onu sürdürebilmek zor olan. Sonuçta bir birey dünyaya getiriyorsunuz.