"Kendimi en iyi hissettiğim yer mutfak!"

Bir sofra hayal edin, tüm yemekleri Candan Erçetin elleriyle hazırlamış ve sizi ağırlamak üzere evinin en sevdiği köşesi olan mutfağında bekliyor olsun. İlk kez farklı bir konseptle kamera karşısına geçmeyi kabul eden sanatçı bu süreçte hem kendini analiz ediyor hem de onu görmeye alışık olduğumuzdan çok başka bir hale bürünüyor.


Yazı: Ece Üremez
Fotoğraf: Cem Talu

Geçmişe yolculuk tadında bir günün başlangıcında olduğumuzdan habersiz Pera Palas’ın kapısından içeri giriyoruz. Bu kez hikayemizin esas kadını olarak başrolde, hem sesiyle hem görüntüsüyle görkemli bir şöleni bir nefeste yaşatan Candan Erçetin var. Her birimizin onun şarkılarında saklı bir anısı, bir hikayesi elbet var. Ama daha da önemlisi Candan Erçetin’in içimizdeki her bir duyguyu harekete geçiren ayrı bir şarkısı var. Tam da bu yüzden işleri tersine çevirmek, bu kez onu içini bize dökmesine ikna etmek arzusuyla yanına gittik. ‘Ona dair bugüne dek saklı kalan ne vardı, hiç bilmediğimiz bir yanı ya da özel bir mahareti var mıydı?’ sorularına cevap bulmaktı niyetimiz, bir başka deyişle onun ağzından kendine dair bir itiraf almak. İşte o anda şu cümleler dökülüverdi ağzından; “Aslında o karakter çok gizli ve derinde değil sadece beni şarkıcı olarak tanımış olanların hayalinin dışında olabilir. Koşuşturmalı bir iş tempom var ve bana kalan her anı evde geçirmekten, misafir ağırlamaktan büyük mutluluk duyuyorum. Kendimi en iyi hissettiğim, çalışırken düşüncelere daldığım yer ise mutfak, sanırım buna meşguliyetle terapi deniyor.” Yemek yapmanın onun için gerçek bir tutku olduğunu, kendisini dinlendirdiğini aynı zamanda üretmeye de devam etmesini sağladığını anlatırken gözlerinin içi gülüyor. Hayatta herkesin kendine ait bir terapi yöntemi olduğuna inandığımdan, Candan Erçetin’inkini keşfetmek de onun gülümsemesi ya da daha çok şarkı söylemesini istemek kadar güzeldi. Peki, ne zaman ve nasıl anlamıştı mutfakla olan bağını? Şöyle özetliyor hikayesini: “Biz bir Arnavut ailesiyiz, bizde her pazar mutlaka börek açılırdı. Benim de üç yaşından beri annemin sofrasında kendi hamurum olurdu, belki yenmezdi ama benim böreğim de pişirilirdi. Mutfakta olmaya hep meraklıydım  akat annem de hiçbir zaman, ‘dağıtma, üstünü kirletme, yanarsın, elini kesersin’ demedi. Başımıza hepsi geldi ama annem beni yemek yapmam için hep cesaretlendirdi.” Damak zevkinden ödün vermeden sağlıklı yemekler yapmanın kendisini çok heyecanlandırdığını söyleyen Candan Erçetin için çok açıkça anlaşılıyordu ki yemek yapmanın mutlulukla bir ilgisi vardı. Üstelik müzikle yemek arasında özel bir ilişki olduğunu dahi keşfetmişti; “Yedi notayla farklı ezgiler yaratmaktan ya da 29 harfle binlerce değişik kelimeyi yan yana getirmekten bir farkı yok. Aynı malzemelerle farklı doz ve bileşimler kullanarak yüzlerce çeşit yemek yaratabiliyor insan. Ayrıca müzik ve yemek insanların birbirleriyle bağ kurmasını, duygularını paylaşmasını sağlıyor.” Bu sayede onun ruhundaki güzelliklerin tetiklendiği bir gerçek ancak içindeki bu tutkuyu açığa çıkaran başka etkenlerden de bahsederek devam ediyor sözlerine; “Sağlığımızı yediklerimizin yönettiğine inanıyorum. Yemeklerimizin içeriği ve hazırlanış biçimi, hastalıklarımızın tedavisinde de oldukça etkili. Ben evde, katkısız yemekler yapıyorum. Ayrıca hazır yemek yemeyi hiçbir zaman tercih etmedim, bırakın yiyeceğim yemeği bir başkasına hazırlatmayı, alışverişini yaptırmayı dahi sevmiyorum.” O böyle konuşsa da kendisini mutfak önlüğüyle makarna haşlarken hayal etmenin güçlüğünü tahmin edebiliyorum. O yüzden gözünüzü tam bu anda kelimelerden fotoğraflara kaydırmanızı ve sonra kaldığımız yerden devam etmenizi teklif ediyorum.


“AMAN DİKKAT ÇÜNKÜ NE YERSEK ‘O’YUZ!”

"Kendimi en iyi hissettiğim yer mutfak!" - Resim : 1

Şarkıcı olmasının hayatını yemek yapmaya adamasına engel olmadığı gibi sevmediği ve yemediği yemek olmadığını da söyleyen Candan Erçetin, Türkiye’de şeflik mesleğinin son 10 yılda gelişmesinden dolayı mutlu; çocukluğunda şef olmayı hayal dahi etmenin mümkün olmadığını anlatıyor. Sonra kendini bir an öyle düşünüp ekliyor; “İş konusu değişse de karakter değişmez, sanırım sistemli, programlı, titiz, disiplinli, hijyen ve estetik peşinde bir şef olurdum.” Onun için hayatta tutku çok önemli. Elini attığı her işte, yaptığı bir tabak yemekte dahi birinci koşul bu. Şu sözleri ise hepimize ders niteliğinde; “Tutku olmasa şarkı söylemekten, yemek yapmaktan, öğretmenlikten, İrma’yla güneşin doğuşunu seyretmekten hatta bir saat boyunca ‘civcivi at getirsin’ oynamaktan, sevdiklerimle akşamları bir masa başında oturup günlerin akışını paylaşmaktan, doğanın nimetlerine hayran olmaktan vazgeçerdim; kısacası yaşayamazdım. Ben yaşadığım her ana tutkuyla bağlıyım.” Yeri gelmişken ondan bahsetmemek olmaz. İrma, Chanel’e atıfta bulunarak çekime ‘küçük siyah elbise’ ile katılan Candan Erçetin’in tatlı mı tatlı minik köpeği. Anlayacağınız, onun da sahibesi gibi hem gardırobu çok zevkli hem de damak tadı oldukça güçlü. Keza Candan Erçetin’e en çok hangi mutfağın yemeklerini yapmaktan keyif aldığını sorduğumda da oldukça geniş yelpazeye yayılan bir cevap alıyorum; “Tek bir mutfağa bağlı kalmayı sevmiyorum, tıpkı müzikte aynı türle yetinemediğim gibi. Fransız mutfağı gibi uzun sürede çok malzeme ile hazırlanan yemekler, rafine soslar damak zevkimin ilk sırasında yer almıyor. Daha çok taşra usulü az malzeme ile hazırlanmış basit yemeklerin yer aldığı rustik görünümlü sofraları tercih ediyorum. O bakımdan İtalyan mutfağını kendime daha yakın hissediyorum fakat Balkan ve Güneydoğu etkilerini de bir kenara bırakamıyorum.” Yaşamın her anını algılayarak ve farkında olarak yaşamaya çalışan sanatçının hayatında sofra etrafında geçen saatler de büyük önem taşıyor. “Benim için mutlu sofra demek, eş, dost, aile demek ve ne mutlu ki bu anlardan çok fazla örnek var hayatımda. Sanırım bana eksiksiz bir mutluluğu hatırlatan son sofra 2009 yılının Kurban Bayramı yemeği. Ailece köyde kocaman bir sofra başında benim yaptığım yemekleri yiyip, gülüp, söylemiştik. Aslında hepimiz bir şekilde vaktimizin azaldığının farkındaydık ve o fırsatı anılarımızı tazeleyerek geçirmiştik. Masada şekeri yüksek olanlar var diye ben yemekler konusunda gayet dikkatli davranmıştım ve tabii ki yememesi gerekenlerin büyük itirazlarıyla karşılaşmıştım. Mesela pankreas tedavisi gören annem; ‘Bu tatlının şekeri az olmuş kızım, ben sana böyle mi öğrettim?’ demişti. Kahkahalarla gülmüştük.” Epeydir hayatın akışında olmayı ve sadece gülümsemeyi seçtiğini anlatırken gözleri uzaklara dalıyor. Hazır o uzaklaşmışken ben onu daha da uzaklara sürüklemek pahasına henüz gerçekleştiremediği bir hayali olup olmadığını soruyorum. “Hem de birçok hayalim var, yaşadığım sürece de olacak, hepsi gerçekleşmeyecek ama bu beni yıldırmayacak. Mesela Türk lezzetlerini dünyaya tanıtan bir yemek programı yapmak, yemek kitabı yazmak, müzik yapmayı herkesin günlük yaşamına sokmak, belki bir roman yazmak, büyük şehir çocukları için çiftlikte yaz kampı kurmak, sağlıklı yaşam turistleri için köyde bir butik otel açmak, yıllardır yaptığım turşuları etiketleyip satışa sunmak, küçük bir restoran açıp hem yemekleri yapmak hem şarkıları söylemek, organik tarım yapmak... Yeriniz var mı? Saymaya devam edeyim mi?” Gülümseyerek, ‘etmeyin’ demek zorunda kalsam da biliyorum onun gerçekleştirmeyi dilediği daha birçok hedefi var. E o zaman gelecekteki Candan Erçetin’den bir mesajla bitirelim sohbeti teklifini yapıyorum. Sizi kendisiyle baş başa bırakıyorum. “Aman dikkat, ne yersek ‘o’yuz. Bize büyük bir lütuf olarak bağışlanan bedenimize karşı sorumluluklarımız var ve bu sorumluluklardan, ‘vaktim yok, yorgunum, elimden gelmiyor, hiç sevmem, canım çok çekti ya da canım istemiyor’ gibi bahanelerle kaçamayız, haklı olabiliriz ama hakkımız yok!”

“BENİM EVİMDE EN KIYMETLİ KONUKLAR MUTFAĞIMDA OTURUYOR.”

"Kendimi en iyi hissettiğim yer mutfak!" - Resim : 2

Tam anlamıyla bir ev insanı olduğunu itiraf eden Candan Erçetin ayağını basabileceği iki karış toprağın ve etrafında hayvanların olduğu her yerin kendisi için yaşam alanı olabileceğini açık yüreklilikle dile getiriyor. Evinin hatta mutfağının nasıl bir yer olduğu konusuna gelince, dilerseniz detayları kendisi versin; “Benim evimde en kıymetli konuklar, büyük bir yemek masasına ve yemek kitapları kütüphanesine sahip olan mutfağımda oturuyor böylece hem yemeği hazırlayıp hem de onlarla sohbet etme şansım oluyor.” Anlayacağınız, sahnedeki Candan ile evinin kapılarının ardındaki Candan ayrı dünyaların kadınları. Zira küçüklüğüne dair anlattığı bir anısı da bunu destekler nitelikte; “Mutfağa girmeyi sevmem bir yana aslında ilk gerçek aşçılık maceram 14 yaşındayken yeğenimin doğuşuyla başladı. Annem, ablama yardım etmek için birkaç ay İstanbul’da kaldı, ben de yaz tatilinde Kırklareli’ne babamın yanına gittim. Annemin şahane yemeklerine alışmış ve gayet seçici bir damak zevki olan babama yemek hazırlamak en büyük sınavımdı. O yaz pazar alışverişinde iyi sebzeyi seçmekten, tavuk tüyü yolup, temizlemekten ve doğru parçalara ayırmaktan tutun, yapılabilecek her tür yemeği yaptım. Düşün ki Google da yoktu, ona rağmen birkaç uyarı ile sınavı geçtim. Aldığım bu cesaretle yıllar içinde baklava, börek açabilecek kadar ilerledim. Saatlerce mutfakta ayakta kaldığım günler olur ve yorgunluğumu hiç hissetmem.” Fakat söz kahvaltıya gelince işler değişiveriyor; “Sen de en zayıf olduğum öğünden sordun” diyor gülümseyerek ve sözlerine devam ediyor; “Çocukluğumdan beri kahvaltı sevmedim hele hele yağların ve reçellerin ekmeklere sürüldüğü klasik kahvaltılarla hiç aram yok. Tabii ki sucuklu yumurtaya itirazım olmaz. Onun dışında kahvaltı benim için bir tas çorba ya da bir adet muz demek.” Hal böyle olunca biz de çocukluğuna tekrar dönüyor, kaldığımız yerden devam ediyoruz. Nasıl bir aile ortamında büyümüştü güzel sanatçı merakla soruyorum; “Aile kavramına inanan bir ortamda; öğle ve akşam yemeklerine çekirdek aile ile eksiksiz oturulan, tepsilerle yemeklerin taşındığı, bayram yemeklerinde ise büyük aileyle buluşulan bir ortamda.” Durum mademki böyle, en sevdikleri için kendi elleriyle hazırlayacağı spesiyal mönüde neler var hemen öğreniyorum: “Öncelikle çiğ yeşillikler, sebzeler ve az pişirilmiş sebze ve tahıllar kullanılarak yapılmış en az 10-12 çeşitten oluşan doyurucu bir başlangıç büfesi hazırlardım. Zeytinyağlı sebze yemekleri ve sebzeli pilavlar, makarnalar, ardından da fırında et, tavuk ya da balık pişirirdim. Alternatifli sofralar hazırlamayı seviyorum ve bizim mutfağımız da buna çok müsait. Ayrıca biliyorsunuz, artmadan yetmez.”