Koriş'e gel!

Bir ‘Koriş’ fenomenidir gidiyor... ‘Kiralık Aşk’ dizisiyle hayatımıza giren ‘Bir zamanlar deliydim’ diyen Onur Büyüktopçu’yu yakından tanımanın zamanı geldi de geçiyor...

Koriş'e gel!

Röportaj: Gülru İncu
Fotoğraf: Nurdan Usta

Herkes ona hayran, herkes onu konuşuyor. Oysa çoğumuz adını bile bilmiyoruz. Haliyle gerçekte kim olduğunu da...
Bir gün önce 16 saat çalıştıktan ve sadece dört saat uyuduktan sonra röportaj çekimine gülerek gelen, yorgunluğu gözlerinden aksa da bunu yansıtmamak adına elinden gelen her şeyi yapan, asla sorun çıkarmayan, şeker gibi bir insan görünce insan en basit tabiriyle hayran kalıyor. Son günlerin sevilen dizisi ‘Kiralık Aşk’ın nam-ı diğer Koriş’i yani Koray karakterine hayat veren Onur Büyüktopçu işte tam da böyle bir insan. Şu sıralar o kadar çok hayranı var ki, insan gerçekten ve gerçekte kim olduğunu merak ediyor...

Oyunculuk çocukluk hayaliniz miydi?
Oyunculuk fikri belli bir yaşa kadar oluşmamıştı kafamda. Klasik bir okul hayatım oldu. Biraz içine kapanık, kimseye zararı dokunmayan, sessiz sedasız biriydim. 12-13 yaşlarındayken merakla izlediğim bir dizi vardı. ‘Ferhunde Hanımlar’, hatırlarsınız belki. İşte o zaman oyuncu olmaya karar verdim.

İlgi alanlarınızın farkına ne zamanvardınız yani oyunculuk hayatınıza nasıl girdi?
Bu fikir 15-16 yaşlarımdayken iyiden iyiye kafamda oluşmaya başladı. Oyunlara gitmek için harçlıklarımı biriktirirdim ya da annem okul servisine yazdırmak isterdi beni örneğin, parayı yatırmaz annemlerden habersiz yine oyuna giderdim. Öyle bir aşkla tiyatroya bağlıydım. Sonra konservatuvar sınavlarına da girdim, birinci aşamayı geçtim ama ikinci aşamada takıldım. Bir daha da girmedim. Bir an önce sektöre girmek istiyordum. Derken kendimi İzmir Devlet Tiyatrosu’nda figüranlık yaparken buldum. Hep derler ya “Ben oyunculuğa perde açıp kapatmayla başladım” diye. Öyle bir şey olmadı ama dekor taşımışlığımız vardır. 20 yaşında İstanbul’a geldim. Hatta hiç unutmam, masaüstü bilgisayarım vardı İzmir’de. Ailemden para almayacağım diye inat edip onu sattım, İstanbul’a böyle geldim. Birkaç denemeden sonra ‘Lise Defteri’ dizisinde oynamaya başladım.

O dönem İngiltere’ye gitmişsiniz. Oyunculuk dersleri bilinçli bir seçim miydi yoksa hayat önünüzde o kapıları mı açtı?
Dil eğitimi için gitmiştim İngiltere’ye aslında ama dokuz ay sonra kapı kapıyı açtı, derken İngiltere’de akademik eğitim almak için bir okula girdim ve Brighton ile Londra’da oyunculuk dersleri aldım. İngiltere’de çok ünlü oyuncuların okulunda okumadım ama çok şey kazandım. Çok devamsızlığım da oldu tabii hatta bursum gitti elimden bu yüzden. 2009’da geri döndüm. O dönem İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oyunlara başladım. Gündüzleri cast direktörlüğünde menajerlik yapıyor, akşamları oyuna gidiyordum. Sonra cast direktörlüğü başladı, yapımcılarla tanıştım. Ve ‘Kiralık Aşk’ da bu dönemde hayatıma girdi.

Dizinin cast direktörlüğünü yaparken nasıl aynı zamanda oyuncusu da oldunuz?
Geçen sene ‘Kiralık Aşk’ın yapımcılarının başka bir işinde cast direktörlüğü yapmıştım ve yedi bölüm sürmüştü. Yapımcılar sonra tekrar beni aradı ve dizinin cast’ını yapmamı istedi. Cast tamamlandı, başroller seçildi. Koray diye bir karakter var, bir türlü birini seçemiyoruz ama ‘nasıl olsa seçeriz’ modundayız.

Koray karakteri önceleri çok önemli bir karakter değildi yani?
Evet, çok önemsenmedi çünkü senaryoda haftanın bir günü şirkete gidecek bir adam söz konusu. Gerçekten çok yan bir karakter. Çekime de bir hafta kalmış. Yapımcıyla yönetmen dediler ki “E sen oyna Koray’ı o zaman, şimdi boş geçmeyelim.” Ben replikleri okurken herkes gülmeye başladı. Sonra provaları yaptık. Cast direktörüyken dizinin oynayacağı kanala bu okumalarım gitti. Sonuç olarak çok beğenmişler. Şimdi 34’üncü bölümü çekiyoruz. Koray bu noktaya böyle geldi işte. Cast’ını yapayım derken aynı dizide rol almaya başladım yani.


İyi yemeğe, damak tadına, konfora düşkünsünüz o halde.
Olmaz mı, tabii. Yemeye düşkünüm, hayat standardıma düşkünüm. Çok sabırlıyım, inatçıyım. Çok sadığım. Hiç kimse beni hiçbir şekilde değiştiremez.

Yemek yapmayı sever misiniz, nelere düşkünsünüz?

Egeliyim ve otlara tutkunum. Zeytinyağlıları çok severim. Yapıyordum da zamanında ama artık vaktim olmuyor. Eskiden zeytinyağlı dolma bile yapardım. Sonra enginar, kereviz… Cast direktörlüğüne adım attıktan sonra bıraktım.

İçinde yaşadığımız çağı nasıl değerlendiriyorsunuz? Kuşaklar arasında nasıl bir değişim var sizce?
İşin özü samimiyet. Samimiyet sevgiyi de, saygıyı da getiriyor. Bir de eğlenebileceğin arkadaşların olmalı hayatta. Aile de o yüzden farklıdır, çünkü aile sevgisi karşılıksız. Hepimiz güven hissini yaşamak istiyoruz ama güvensizlik altında yaşadığımız için sürekli ilişkilerimizde sorun yaşıyoruz. Biz en azından iyi kuşağız. 80 kuşağı bence son kuşaktı. 90’lı yıllar ucundan köşesinden yakaladı ama 2000’den sonraki kuşak bambaşka bir hale dönüştü.

Koriş'e gel! - Resim : 1

Ailenize çok düşkünsünüz anladığım kadarıyla…
Kesinlikle. Annem, ablam, bir de yeğenim var. O da yeni doğdu. İzmir’de yaşıyorlar. Fırsat buldukça gidiyorum. Güzel bir aile bağımız var. Annem ablamla beni çok genç yaşta doğurmuş. Hep “Ben de sizinle beraber büyüdüm” der. Çok önemli bir şey bu. Bu yüzden birçok olay yaşadık ama çok şükür hala beraberiz.

Bugüne kadar yaşadığınız şehirler arasında hangisi ipi göğüslüyor?
Tabii ki İstanbul. İzmirliyim. 19 yaşıma kadar İzmir’de yaşadım ama yine de İstanbul. Hani bir laf vardır ya ‘İstanbul’a geldim, aşık oldum’ diye, çok doğru. Çok reddediyoruz ama bir o kadar da seviyoruz. Kimse bırakamıyor İstanbul’u.

İstanbul en çok hangi özelliğiyle vazgeçilmez sizin için?
Hareketliliğini çok seviyorum ki ben gerçekten kalabalık sevmem. Yaşayan bir şehir İstanbul, nefes alan bir şehir. Trafikte karşıya geçiyorsunuz örneğin. O köprüye gelene kadar cinnet geçiriyorsunuz ama köprüden geçerkenki o an var ya, işte o an her şey bitiyor. Biraz önce şehirle kavga eden insan tekrardan aşık oluyor bu şehre. Ortaköy’de bir kumpir yemek, Bebek’te bir kahve içmek... Vazgeçilmez. 

Peki ya size kalan kısıtlı zamanlarda neler yaparsınız?
Mayıs ayından beri gerçekten hiç vaktim yok, full time çalışıyoruz. Bu nedenle şu an mümkün olduğu kadar evde durmaya çalışıyorum. Eve gittiğimde dinlenmek benim için en büyük lükslerden biri. Galata, Taksim, Nişantaşı taraflarında gezmeyi de seviyorum. Öyle gece hayatım pek yok. Bazen arkadaşlarla “Haydi çıkalım, eğlenelim” diyoruz. Parfümler sıkıyorum, şıkır şıkır giyiniyorum ama adım attığım anda evi özlüyorum. En fazla 15 dakika kalabiliyorum öyle mekanlarda maalesef.

Edebiyat, müzik dersem ne dersiniz? İlgi alanlarınız neler? Neler okuyup, neler dinlemeyi seversiniz?
Çok kitap okurum. Annemin bana kazandırdığı bir özelliktir bu. Annem iki günde kitap bitiren bir kadın. Her tür müziği severim. Meyhanedeysem Türk Sanat Müziği’ni, fasılı severek dinlerim. Evimdeysem Müzeyyen Senar açarım. Değiştirip Beyonce çalarım. Son olarak Amerikan dizilerine merak sardım. ‘American Horror Story’yi izliyorum, başka bir şeye de vakit bulamıyorum. Fırsat bulduğum tek şey tiyatro, özellikle şehir tiyatroları ve devlet tiyatrolarının oyunları.

Aşka vakit buluyorsunuzdur ama mutlaka.
Vallahi hiç zaman kalmıyor. Geçen seneye kadar bir ilişkim vardı ama yürümedi. Hala arkadaşız ama, görüşüyoruz. Şu an sadece işime aşığım.


Türkiye’deki tiyatro eğitimiyle İngiltere gibi oyunculuğun beşiği olarak nitelendirilen bir ülkedeki tiyatro eğitimi arasında ne gibi farklar var?Türkiye’deki eğitim sistemi biraz farklı tabii. Buradaki konservatuvar eğitimi ve müfredat yıllardır hemen hemen aynı sistem ve içerikle sürüyor. Ben oyuncu seçmeleri de yaptığım için hemen anlıyorum örneğin kim konservatuvarlı kim değil. İngiltere’de tabii farklı bir sistem var. Öncelikle daha doğal oyunculuğa yönelik eğitimleri var. Ezberden uzak, tamamıyla oyunun ruhuna, karakterin durumuna göre bir oyunculuk sistemi geliştirmişler. Bizim de doğaçlama derslerimiz vardı, beden dili derslerimiz vardı, dramaturji derslerimiz vardı. O yüzden Koray karakterinin her hali, mimikleri, el hareketleri falan bu kadar doğal geliyor seyirciye.

Koriş'e gel! - Resim : 2

Geçmişe dönüp baktığınızda “İyi ki şunu yapmışım, oyunculuğuma gerçekten çok büyük artıları oldu” diyebileceğiniz ne var?
Devlet Tiyatrosu demeliyim öncelikle. Her şeyden önce disiplinli bir insanım. Bu mesleğe aşık olmasaydım, yapamazdım. Düşünsenize, dört yıl boyunca her akşam oyun oynuyorsunuz. Benim için tiyatro bambaşka bir şey ama tabii ki dizi dünyası popüler kültür. Daha para kazanmaya, tanınmaya yönelik bir iş olduğu için bu da benim bir mesleğim ama oyunculuğun er meydanı tiyatro.

‘Kiralık Aşk’ için ‘ilk göz ağrım’ diyeceğinizi düşünüyorum. Peki Koray karakterinin üzerinize yapışacağından, sonraki rollerin hep bu karakterin gölgesinde kalacağından endişe ediyor musunuz? 
Şimdiye kadar ekranda hiç komedi oynamadım ama ben oyuncuyum, bana ne verilirse onu oynarım. Türkiyede neyle tanınıyorsan onunla devam etme olayı var evet ama ben zaten komedi sevdiğim için komediyle devam etmek hoşuma gider.

Doğaçlamayı seviyor musunuz? Örneğin bazıları metne bağlı kalmayı sever. Sizin oyunculuk anlayışınız ne?
Dramda doğaçlama pek yapamıyorsunuz. Komedi Koray için inanılmaz güzel bir şey. Bir de tabii ki yapımcımız, senaristimiz, yönetmenimiz bana bu izni verdikleri için farklı bir şey oldu.

Koray karakterinin ne kadarı doğaçlama?
Metne sadık kalıyorum ama doğaçlamalar da var tabii. Çekimlere hazırlanırken gerçekten o adama dönüşüyorum. Enerjisi o kadar yüksek ki bu yüksek enerjiden çok fazla şey çıkıyor. Bir yan karakterken zamanla başrollerden birine dönüştü.

‘Oyuncular büründükleri rolü uzun süre yaşatır’ derler. Koray ile sizin aranızda da benzerlikler var mı?
Benim Koray gibi bir arkadaşım olsa 24 saat geçmeden evimden kovar, kapıyı kilitler, anahtarı atar giderdim ama herkesin içinde bir Koray yatıyor aslında. Koray bunu açığa çıkaran bir adam. Koray’ı içimizdeki psikoloji yüzünden seviyoruz. Belki ben de içimdeki gerçek hali yansıtmaya çalışıyorum Koray’la. Çünkü ben de kendime sınırlar koyan, kırmızı çizgileri olan bir insandım. Belki ben de bu kadar rahat olsaydım Koray gibi bir karakter olurdum.

‘Şu karakteri mutlaka oynamak isterim’ diyeceğiniz roller vardır mutlaka…
Bunu birçok oyuncu arkadaşımdan duyuyorum, biliyor musunuz? “Koray’ı keşke ben oynasaydım” da diyorlar, çünkü Koray gerçekten yaşıyor. O yüzden ben de çok zevk alarak oynuyorum. Benimse tiyatroda çok var canlandırmak istediğim karakter. Özellikle ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oynamak isterdim, muhteşem bir oyundur.

“ESKİDEN ZEYTİNYAĞLI DOLMA BİLE YAPARDIM”

Onur Büyüktopçu normal hayatında nasıl bir karakter? Sizi tanımayan birine kendinizi nasıl tarif edersiniz?
Çok değişken bir ruh halim var. Bir zamanlar deliydim. Böyle pat diye karar verip İngiltere’den Türkiye’ye geldim bavullarımı toplayıp. 15 gün sonra tekrar bavullarımı toplayıp “Ben tekrar İngiltere’ye dönüyorum” dedim, şaşırdılar tabii. İşim yok, gücüm yok, hala İstanbul’da yaşamaya çalışıyordum örneğin. Ailem “İzmir’e dön. Burada evin barkın var” dedi. Dön, değil mi? Hayır. İnat var bende. Boğa burcuyum, çok inadım. Biri bana iddialı cümleler kurmayacak. İşi hemen inada bindiririm.

İnatçı karakteriniz oyunculuğunuzu kamçıladı o zaman.

Tabii, oyunculuk benim için böyle bir şey oldu aslında. Çevremdeki çoğu insan oyunculuğu bıraktı. Kadınlar evlenmeyi seçti, adamlar sigorta şirketlerine, bankaya girdi ki yanlış anlamayın bunlar çok yetenekli insanlar. Bende bir inat bir inat. “Ben oyunculuk yapacağım” dedim hep. Çok zor zamanlar geçirdim maddi manevi anlamda. Psikolojik olarak da zor zamanlarım oldu ama asla hayat standardımdan ödün vermedim. Bir evde beş erkek, kese kağıdının üzerinde peynir-ekmek yiyebilirdim ama bu benim seçimimdi. Açmazlarım var tabii ki, kırmızı çizgilerim de. Dostluğa, paylaşıma çok önem veririm ama yoğunluktan dolayı sevdiğim insanlara zaman ayıramıyorum. Sosyal hayatım yok. Bir de çok sabırlı bir insanım. Bugün bir şey olduysam eğer sabrım sayesinde oldu. O sabrım beni bir şey yaptı.