Yeni neslin yıldızları

Yeni neslin yıldızı her geçen gün yükselen altı başarılı ismiyle bir araya geldik bu ay.

Yeni neslin yıldızları

‘Doktor ol, mühendis ol, öğretmen ol...’, ‘Okulunu oku da iyi bir mesleğin olsun...’, ‘Devlet memurluğu en garantisi’... Bu cümleleri büyüklerimizden çok duyduk. Ama unuttukları bir şey vardı! Biz onlarla aynı kuşağın yolcusu değildik. Tüketim toplumuna doğduk. Üretmek için bir nedenimiz vardı. Bu nedenle ‘tek’ bize hiç yetmedi; her şeyin ‘çok’ olmasını istedik. Yeni neslin yıldızı her geçen gün yükselen altı başarılı ismiyle bir araya geldik bu ay. Kişilik bölünmelerini keşfettik; hepsinin içinden iki farklı insan, iki farklı yetenek çıktı!

FUNDA ERYİĞİT
“Yaptığım şeyden çok, çamurla geçirdiğim vakit önemli”
‘Canım Ailem’in Seyhan’ı olarak tanıdık. Şu sıralar Karadayı’nın ‘Belgin’i’ olarak çıkıyor karşımıza. Fakat başarısı bir tek oyunculuk hayatıyla sınırlı değil. 31 yaşındaki oyuncu Aynı zamanda çamur sanatıyla da yakından ilgili...

Bu kadar yıl sadece oyunculuğunuzdan söz ettirdiniz. Çamur, hayatınıza ne zaman girdi? 
17-18 yaşlarımda, çocuk tiyatrosu yaptığım zamanlarda, bir oyun için büyük bir dinozor kafası yapmamız gerekiyordu. Tiyatronun ofisine bir çuval çamur gelmişti bu işlerden dolayı. Ben de biraz yardım etmek istemiştim, derken saatlerce zaman geçirmişim çamurla. Böylece hayatıma girmiş oldu.

Çamurdan neler yapıyorsunuz, atölyede mi çalışıyorsunuz?
Çamuru önüme koyuyorum ve o an nasıl gelişiyorsa bir şeyler çıkıyor ama en çok surat şekilleri çıkıyor. Saklamam da yaptıklarımı. Yaptığım şeyden çok, çamurla geçirdiğim vakit benim için önemli. Arkadaşlarımın atölyesine uğruyorum bazen, orada vakit geçiriyorum.

İstanbul’un sizde uyandırdığı hisler neler?
Bana bir süredir çekici gelmiyor aslına bakarsan. Güzel bir şehri çirkin bir estetikle yeniden dizayn etme çabası görüyorum İstanbul’a baktığım zaman. Bir şehir elbette değişmeli dönüşmeli, kentsel dönüşüm belası dünyanın birçok yerinde var ama burada şehrin kendi doğasına estetiğine fazlasıyla ihanet ediliyor. Ama her şeye rağmen kaçacak delikleri var

Aşk nedir sizce? Nasıl bir aşıksınız?
Aşk tarifini bilmek istemediğim bir şey. Akıl dışı bir şey sonuçta, akıllıca kelimelerle tanımladığımda komik duruma düşüyormuşum gibi geliyor. Nasıl bir aşığım? Diğer tarafa sormak lazım bunu.

Bir erkekte, görmekten en çok hoşlandığınız özellik ne?
İlk olarak zeka ve cesaret diyebilirim. Erkeği de çekici yapıyor bence.

En son hangi sergiyi gezdiniz?
Mayıs başında ‘Eksik’ filminin gösterimi için Paris’teydik. Bastille civarında gezerken, Seine Nehri kıyısında büyük bir Contemporary Art sergisine denk geldim, orayı dolaştım.

BEYZA ŞEKERCİ
“Sahnede olmak büyük bir aşk”
Beyza şekerci’nin oyunculuk macerası bundan 10 yıl önce başlıyor. Biz onu en son ‘Hayat Ağacı’ dizisinde izledik, Sevdik! 27 yaşındaki bu yetenekli genç kadını iki kelimeyle anlatmak istesek, ‘bayan zarafet’ deriz. Nedeni basit, bale onun en büyük tutkusu ...

Galiba oyunculuktan çok daha öncesine dayanıyor sahne ile tanışmanız... Baleye kaç yaşında başladınız?
Evet, tabii her şey baleyle başladı. İlkokul ikinci sınıftayken İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin çocuk balesi sınavını kazandım. İlkokulu bitirdikten sonra da Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı kazanarak profesyonel hayata en büyük adımı atmış oldum.

Şu an dans ediyor musunuz? Yoksa bale eğitmenliğiyle mi devam ediyorsunuz?
Dört senedir dans etmiyorum. 2008’den beri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’nde öğretim görevlisiyim. Eğitmenliğe devam ediyorum.

Bale demek disiplin demek... Küçük yaşta o disiplini almak zor olmadı mı?
Çok zor ve emek gerektiren bir meslek bale. Çoğu zaman kendinizden, hayatınızdan, sosyal olan birçok şeyden vazgeçmek zorundasınız. Tatil dönemlerimin olmadığı, yaz tatillerini yaşıtlarım gibi üç ay yapmadığım öğrencilik yıllarımı hatırlıyorum... Ama dans etmek, sahnede olmak öyle bir aşk ki bugün o çocuk olsam yine aynı tatilsiz günlerimle yaşardım.

Bale size nerede yetemedi? Oyunculuğa neden ve nasıl başladınız?
Yüksek lisansa girerek akademik kariyerimin başlamasıyla, oyunculuğun hayatıma gerçek anlamıyla girmesi eş zamanlı oldu ve okuldaki eğitmenliğimle oyunculuk kariyerimi bir arada ilerletmeye başladım.

Engin Hepileri ile birlikteliğiniz nasıl gidiyor? Aşk sizin için ne anlama geliyor?
‘Aşk’ hayatımda ne olduğunu tarif edemeyeceğim kadar küçük yaştan beri hayatımda var olan, yetiştiğim evin içinde gördüğüm kocaman bir duyguydu benim için. Ve her yaşta daha da büyüdü anlamı. ‘Aşksız olmaz’ diyenlerdenim. İşime, hayatıma, sahip olduğum tüm güzelliklere, aşkı bana en anlamlı kılan eşime çok aşığım… Benim için olmazsa olmaz.

Bir erkekte ilk başta ne dikkatinizi çeker?
Gözler önemli. Her şeyi en açık haliyle koyar ortaya çünkü gözler… Tabii beden dili de öyle. Mesleki bir hastalık bendeki, insanların tanıştığım anda beden dili ve samimiyeti benim için çok şey ifade eder. O insanla iletişim kurup kuramayacağımı ona göre belirlerim.

Gardırobunuzdayız. En çok ne görürüz?
Mevsim yazsa elbise, kış aylarındaysak siyah pantolon.

En son gittiğiniz etkinlik hangisi?
İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin bu sezon sahnelediği ‘Sylvia’ balesini izledim.

Yazı: Aslıhan Sever

GÖZDE MUTLUER

“İllüstrasyon hep hayatımda bir yerdeymiş”

24 yaşındaki Gözde Mutluer, ‘Melekler Korusun’ dizisiyle ‘merhaba’ dediği oyunculuk hayatına ‘Bana Baba Dedi’ dizisinin Ayşen’i olarak devam ediyor. Güzelliğinin ve yetenekli bir oyuncu olmasının yanı sıra bilmediğimiz bir özelliği daha var. O, masalsı kadın portreleri çiziyor!

Küçük yaşta setlerle tanıştınız. Bu süreçte illüstrasyon hayatınıza nasıl dahil oldu?
İllüstrasyon hep hayatımda bir yerdeymiş de ben yeni keşfetmişim gibi bir durum var aslında. Lisede resim yapıyordum, estetik olanı çocukken de parmağımla gösteriyordum. Önemli olan nasıl çizdiğimden ziyade neyi anlattığımsa; bu ruhun bende olduğunu aldığım oyunculuk eğitimleriyle fark ettim diyebilirim.

İllüstrasyonlarınıza baktığımızda sürreal kadınlar var. Oynadığınız farklı karakterlerden kaynaklı bir durum mu bu?
Mümkün tabii ki. Henüz oynayamadığım duygu durumları da var içlerinde.

Yaratma süreci nasıl başlıyor? Nelerden ilham alıyorsunuz?
Bir fotoğraftaki veya hikayedeki bir kadın bile bunu tetikleyebiliyor. Bakışlar benim için çok önemli. Bazen çizerken kendimi o bakışa bürünmüş halde buluyorum.

Mutlu bir insan mısınız?
Sevdiğim şeylerleyim ve mutluyum. Zaman zaman karmaşık hissettiğim oluyor ama durup; ‘Kendine gel Gözde, çözeriz sakin ol!’ demeyi öğrendim.

Duyduğumuza göre yakın zamanda bir serginiz olacak...
Sergi fikri uzun zamandır kafamdaydı ama herhangi bir adım atmıyordum. Şimdilerde görüşmelere başladım galerilerle.

Bu yoğunlukta özel hayatınıza vakit ayırabiliyor musunuz?
Resimlerimi çizerken geçirdiğim vakit aynı zamanda benim özel hayat alanıma da giriyor. Zamanı iyi organize edebildiğim sürece her şeye yetişebiliyorum.

Hayatta sizi en iyi anlatan şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Üretebildiğim her şey.

Nasıl bir erkek nabzınızın hızlanmasına yol açar?
Nabız durumu çok enteresan bir durum. Ama iç huzuru olmayan erkeklere ölü taklidi yaptığım doğrudur.

En son gittiğiniz sergi hangisi?
İstanbul Modern’deki Magnum sergisine gittim.

KAAN YILMAZ
“Oyuculuk geri plana atabileceğim bir parçam değil”
1984 doğumlu bir yetenek! Hem de tek bir yetenek değil... ‘Acemi Cadı ’, ‘Hayat Bilgisi’, ‘Çakıl Taşları’ ile tanıdık onu, ‘Gönül İşleri’nin sinir bozucu Tibet’i’ olaraksa hafızamıza aldık. Ama onun bilmediğimiz bir yanı daha var. O aynı zamanda RadyoRoll grubu nun solisti...

Siz de küçük yaşlarda setlerle tanışan oyuncularımızdansınız. Bu süreçte müzik hayatınızda mıydı?
Enstrüman çalıyordum diyemem. Biraz gitar çalıp beste yapmaya çalışırdım. Biraz da babamın 10’uncu yaş doğum günümde hediye ettiği mızıka ile eğlenirdim. Ama çalıyor musun diye sorun yine; hayır! Ders alacağım daha! Mızıkanın hakkını vermek lazım. Muhteşem bir enstrüman.

Oynadığınız dizinin bitmesiyle şu an daha çok albüme mi ağırlık vereceksiniz? Yoksa yeni projeniz var mı?
Şu anda müzik zamanımın önemli kısmını alıyor, ama oyunculuk devam ediyor tabii ki. Oyunculuk, yerine başka bir şeyi koyup vazgeçebileceğim ya da geri plana atabileceğim bir parçam değil. Yeni projeler var, her zaman da olacak umuyorum.

Radyoroll’ün tarzından biraz bahseder misiniz? Nerede dinleyebiliriz? Albümünüz var mı?
Batı tabanlı Türk müziği diyelim. Rock’n roll ve blues temeline dayalı bir müziğimiz var. Ufak bir tanıtım çekerek başladık. ‘Gülmek’ için yaptığımız bir şarkıya klip çektik. Büyük projeler albümden sonra gelecek. O da bu yılın sonu ya da önümüzdeki ocak ayında çıkacak. Şu an Youtube ve Facebook üzerinden dinleyebilirsiniz. Belli bir yerde çalma fikrimiz henüz yok. Onun yerine çeşitli yerlerde tanışma konserleri veriyoruz.

Favori albümünüzü sorsak...
Joy Division-Unknown Pleasures.

Konserden ve setten vakit buldukça neler yapıyorsunuz?
Prova yapıyoruz hemen her boş vakitte. Müzik zor iş.

Nasıl kadınlar ilginizi çeker?
Başına buyruk, kendi başına yaşamayı bilen kadınlar!

En son gittiğiniz ve keyif aldığınız konser hangisi?
RadyoRoll tabii ki!

CEREN MORAY
“Yazmazsam susuyormuşum gibi geliyor” Onu en eski ‘Kavak Yelleri’ ile hatırlıyoruz aslında. 30 yaşındaki oyuncu şu sıralar ise ‘O Hayat Benim’ dizisinin Efsun’u olarak karşımızda. Genç, güzel ve yetenekli! İçindeki ikinci kadınsa yazı yazmaya tutkun...

Hem başarılı bir oyuncusunuz hem de hikayeler yazıyorsunuz. Ne zaman başladınız yazmaya?
Elim kalem tuttuğundan beri, yazmadığım bir zaman olmamış gibi sanki. Şunu net olarak söyleyebilirim; oynamaya bile bu kadar aç olmadım. Yazmazsam tamamlanmıyormuşum gibi geliyor, susuyormuşum gibi. İçe kapanık bir çocuğun, sesini bilen bir kadın olmaya evrilmesini hep yazarak etüt ettim.

‘İlham kaynağım’ dediğiniz olaylar ya da kişiler var mı?
Düzenli okuyan, konuşan bir ailem var. Babam da yazardı; biraz armut-dip ilişkisi oldu sanırım bizde. Evde böyle bir örnek olunca mesele de gayet açık izah kazanmış oluyor aslında. Benim diğer dezavantajım kardeşimin de olmadığı sessiz sedasız bir apartman hayatıydı. Yalnızlığın normal olan olduğunu sanarak büyüdüğümden, müthiş çığlıklar ürettim. Oradan öne şiirler çıktı sonra düz yazılar. İlk kez kalem koşturmam odama nerden girdiğini anlamadığım bir kömür tanesi içindi. Bir sayfalık bir ithaf yazmıştım, küçücük bir kömür tanesine.

Yazılarınıza nerelerde rastlayabiliriz?
Şu an Fil dergisinde yazıyorum ama düşünce biçimi olarak kendime yakın hissettiğim, dergilere, gazetelere düzensiz de olsa yazmaya çalışıyorum.

Peki sizin hayatınızın kahramanı kim?
Annem şüphesiz. Hayatımda tanıdığım ve ömrüm elverdiği sürece tanışacağım en tuhaf ilişki kurduğum insan olduğu için. En elde edilmesi zor olan varlıktır anneler. Hep merak edersin. Çok tutkulu bir durum bu.

Eve gittiniz... Nasıl yazmaya başlarsınız?
Kesinlikle dikkatim dağıldığında beni yazdığım masadan koparmayacak bir durum yaratarak otururum bilgisayarın başına. Sözgelimi yemek hazırlayıp ya da sıkı bir şarap ile otururum. O sırada okuduğum kitabım, kedim, herkes vardır o masada. Başka bir yere yöneldiğim, nihayetsiz onlarca yazım var çünkü.

Aşktan beslenen bir insan mısınız?
Karşımdaki insandan her zaman bir şey öğrenme gayretindeyim. Karşı cins ya da değil, bilgiyi ve tecrübeyi gördüğüm yerde sömürürüm. Hele bir de sevgilimse istemeden canını bile yakabilirim. Aşkla ilgili yazmaya gelince de; yazdığım en düzenden kopuk ‘şeylerdir’ onlar.

Nasıl bir erkek sizi heyecanlandırır?
Soru soran, beni tembelleştirmeyen her şeye ilgi duyan... Dikkatimi katiyen kaybetmem böyle bir ilişkide.

En son okuduğunuz kitap ne?
Jacques Ranciere’in ‘Cahil Hoca’sını okuyorum.

EMİR BENDERLİOĞLU
“Kurduğum hayallerin içinde yaşıyorum” 
35 yaşındaki başarılı oyuncu ‘Kavak Yelleri’yle ismini hafızalarımıza kazımıştı. ‘Osmanlı Tokadı’yla yerini sağlamlaştırmaya devam etti. Onun bilinmeyen yönüyse, çizgi karakterlerde saklı!

Sizi hep oyuncu olarak tanıdık. Animasyon 3D karakterler yapmaya ne zaman başladınız?
Lisede başladım. Bilgisayarlara karşı hep bir merakım vardı. Bilgisayarla altı yaşında tanıştım. Oyun oynamaya başladım. Sonra da program yazmaya... Biz millet olarak teknolojiyi çok seviyoruz. Yeni bir telefon markası çıktığında kapıda kuyruk oluyoruz ama hiçbir zaman bu cihazların aslında ne olduğunu merak etmiyoruz. Teknoloji iyi kullanıma ve kötü kullanıma sahip. Aslında bu teknolojilerin içinde çok faydalı programlar var. Ben 10 yaşında arkadaşlarımı eve çağırıp caka satmaktansa ‘bunu faydalı bir şekilde nasıl kullanabilirim?’ diye düşünmeye başladım ve bilgisayarı her zaman üretim aracı olarak gördüm. ‘Yıldız Savaşları’ ve ‘Karagöz ve Hacivat’ı izledikten sonra tam olarak kararımı verdim diyebilirim.

En sevdiğiniz animasyon karakter hangisi?
‘Şirinler’. Şirinlerin yazarı ve çizeri, Belçikalı sanatçı Peyo’dur. Aynı zamanda ‘Küçük Prens’in de çizeridir. Bir de Naruto hastasıyım ama Şirinler benim için ayrı.

Hiç ‘bir gün ben de bu karakterleri yaratacağım…’ der miydiniz?
Evet derdim… Hatta bütün çocukluğum böyle geçti diyebilirim.

Kurduğunuz hayallere yakın mısınız?
Neredeyse kurduğum hayallerin içinde yaşıyorum.

Oyunculuk yapmadan önce ne gibi planlarınız vardı?
Oyunculukla ilgili hiçbir planım yoktu. Çok ani ve şaşırtıcı gelişmeler sonucu oldu. Oyunculuktan önce arkadaşım ve değerli yönetmen Alper Çağlar’ın bazı kısa filmlerinde oynadım. Ama hiçbir zaman bu işi bu derece profesyonel yapacağımı düşünmedim. Öğrenmeye başladıkça da çok sevdim. Artık bırakabileceğimi düşünmüyorum.

İlham aldığınız bir olay veya kişi var mı?
O kadar çok ki… Hayali Küçük Ali, Cumhuriyet tarihinin en son hayalisi yani Karagöz oynatıcısı… Onun bizzat torunuyla tanışma imkanı yakaladım. Bana kendi elleriyle yaptığı deve derisinden Karagöz ve Hacivat figürlerini hediye etti. George Lucas, Steve Jobs, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Mevlana, Konfüçyüs... Fikir yelpazemi açacak isimlerden ilham alıyorum.

Peki animasyon karakterleri üzerine hiç profesyonel olarak çalıştınız mı?
Oyunculuk yapmadan önceki mesleğim 3D animatörlüktü. Ankara’da çeşitli firmalarda çalıştım, freelance olarak da iş yaptım. Oyunculuk yapmadan önce en son TRT Genel Merkezi’nde çalıştım. 2004 yılında IAF ( International Animation Festival) jüri büyük ödülünü kazandım.

En son gittiğiniz animasyon filmi neydi?
Ortalama bir sayıyla 20’nci kez izlediğim Akira...

Etiketler: #Funda Eryiğit