Yavaşla, fark et, zaman ayır!

Evet biliyoruz ebeveynlik zor iş, ama biraz yavaşlamak, biraz kendini tanımak, biraz mükemmel olmayı bırakmak çok daha iyi olabilir...

Yavaşla, fark et, zaman ayır!

Yazı: Filiz Şeref/Bebeğimle Elele

“Biraz Düşün! Ezbere Yaşama! Sorgula! Kendini tanı! Alma! Dur! Çocuğunu tanı! Mükemmel olmak zorunda değilsin. Herkes gibi ebeveynlik yapmak zorunda değilsin. Hem herkes dediğin kim? Sensin! Benim! Sen ve ben değişelim önce. Bak gör sonra neler oluyor” diyor Klinik Psikolog Pınar Mermer ‘Yavaş Ebeveynlik’ kitabının arka kapağında. Şu günlerde tam da aradığımız şey olabilir mi yavaşlamak?

Hem terapistlik hem de ebeveynlik yolculuğunda yaşadıklarından yola çıkarak bir kitap yazan Pınar Mermer, hızlı ve kaygılı şehir hayatının ebeveynlik üzerindeki etkilerini anlatıyor ve yavaşlamamız gerektiğine dikkat çekiyor. Bunu neden mi istiyor? Çünkü ebeveynler olarak ruh sağlığımızı koruyabilecek, ruh sağlığı yerinde çocuklar yetiştirmenin öneminin büyük olduğunu düşünüyor. Uzun yıllardır hem ebeveynlerle hem de çocuklarla çalışmalar yapan Pınar Mermer ile nasıl yavaşlayabileceğimizi ve ebeveynliğin handikap noktalarını
konuştuk. 

Hayat, özellikle de şehir hayatı bu kadar hızlı akıyorken, biz neden yavaşlamalıyız?
Çoğu insan bana neredeyse çok benzer, aynı problemler ile başvurmaya başladı. Çocukların davranış problemleri, öfke problemleri, duygusal problemleri, okula uyum problemleri, iştah ve uyku problemleri... Bunların genelde sebeplerine baktığım zaman çok spesifik durumlar dışında bizi bugün en çok zorlayan şeyin şehir hayatının, modern hayatın sonuçları olduğunu görmeye başladım. Bu benim için hem kişisel hayatımda hem de terapist olarak müthiş bir dönüm noktası oldu. Özellikle gebe kaldığım dönemden itibaren, ben
de diğer ebeveynlerin kaygılarını çok daha yoğun hissetmeye başlayınca dedim ki, ebeveynliğe çok farklı bir bakış açısına ihtiyacımız var. Çünkü şu anda sahip olduğumuz bakış açısıyla hem kendimize hem de birbirimize aşırı kaygı yüklemekten öteye geçemiyoruz.

Yavaşla, fark et, zaman ayır! - Resim : 1Tam olarak nedir yavaş ebeveynlikten kastınız?
Aslında bu bir ebeveynlik felsefesi. Yavaş ebeveynlik yapmaya niyetli kişiler için farkındalık çok önemli. Ne kadar kaygılı olduğumuzu, bugün yaşadığımız hayatların aslında insan doğasına, insan psikolojisine uymayan tarafları olduğunu ve bu kaygının bugün sağlıklı düzeylerde yaşanmadığını fark etmemiz gerekiyor. Onun dışında, ‘ben nasıl bir hayat
yaşamak istiyorum, ben nasıl bir ebeveynim, benim çocuğumla nasıl bir ilişkim var, ben onu gerçekten tanıyor muyum, çocuğumun ihtiyaçlarının farkında mıyım, benim neye ihtiyacım var’ diye sorular sormak bile tek başına bugün birçok konuda rahatlamamıza yardımcı olacak. Çünkü biz çok ezbere hayatlar yaşıyoruz. Yani herkes nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşıyoruz ama insanlar o kadar birbirinden farklı ki herkesin yaşadığı şey hepimize uymuyor. Bu yüzden sorgulamak, yavaş ebeveynliğin temelini oluşturuyor. 

Bir de şimdi doğal ebeveynlik diye bir kavram var. Bu yavaş ebeveynlikle kesişen bir şey mi?

Doğal ebeveynlik de yine Amerika’da çok yayılmış, Türkiye’de belki bize uyduğu için çok kolay kabul ettiğimiz bir yol. Kardeş, komşu gibi düşünebiliriz ikisini. Doğal ebeveynlikte de bebeğin ihtiyaçlarına saygı duyma var, uzun dönemli emzirme önerilebilir, birlikte yatma önerilebilir... Yavaş ebeveynlikte çocuğun ihtiyaçlarına saygı göstermek, onu bir birey
olarak görmek, duygularını yaşamasına izin vermek, aşırı kaygıdan ve en mükemmelini yapma endişesinden uzaklaşmak var. Ama yavaş ebeveynlikte kesin kurallar yok, ebeveynin kendine uygun bir yöntemi seçmesine teşvik var.

Neden Amerika’da böyle bir yaklaşıma ihtiyaç duyuldu?
Amerika’da çalışma şartları çok daha ağır. Anneler şu anda ya çalışmayıp evde çocukla birebir uzun saatler geçirmek ve ev işlerinin de sorumluluğunu almak ya da çocuklarını hiç tanımadıkları kişilere emanet edip o kişinin parasını çıkarabilmek için çok çok fazla çalışmak zorundalar. Bu müthiş bir ikilem. Böyle bir tercih yapmak zorunda bırakılmak da
insanları ‘Biz nasıl bir ebeveynlik yapıyoruz, biz nasıl bir hayat sunuyoruz çocuklarımıza, sağlıklı olan hayat bu mu?’ diye sorgulamaya itti. Nasıl ki yemekte bir zamanlar zorunluluktan dolayı fast food yemek çok moda olmuştu ve sonra ‘A bu bizim sağlığımıza çok zarar veriyor, tamam yine hızlı olsun ama bunun için alternatifler bulalım’ dediler aynı şekilde yine ebeveynlik söz konusu olduğu zaman da bu kadar çok alım, bu kadar çocukları etkinliğe götürmek zorunda olma hissi, bu kadar yoğun suçluluk duygusu ve bu kadar büyük kaygılar, kendimize ve çocuklara çok fazla yüklenmemize sebep oldu ve ‘biz bunu değiştirelim’ dediler. Hiper ebeveynlik dediğimiz aşırı kaygı ile çocuğun üzerine baskı kuran
bir ebeveynlik tarzı oluştu ve buna çözüm bulmak adına oluştu. Şimdi Türkiye’ye dönüp baktığımızda da bu yöne doğru bir gidiş olduğunu görüyoruz. Aşırı tüketim motivasyonu, uzun çalışma saatleri, trafik... Bunlar da artık İstanbul gibi büyük şehirlerde ve aileler üzerinde çok etkili. Uzun çalışma saatleri olduğu zaman hissedilen suçluluk duygusu, çocuklara çok fazla oyuncak almaya ya da çok fazla giysi almaya itiyor bizi ve çocuğunuz için iyisini yapayım derken bu sefer çocuklara zarar vermeye başlıyoruz. Müthiş bir yarış da var ve bu yarıştan geri kalmak istemiyoruz. Ama bu yarışı kızıştıran da biziz. Hep anneler ‘biz yapmazsak diğerleri yapıyor’ diyor. Ben de soruyorum, kim o diğerleri diye... 

Yavaşla, fark et, zaman ayır! - Resim : 2Sizin yavaşlamak adına önerileriniz neler peki?
Önce fark etmek gerekiyor nasıl yaşadığımızı, daha sonra herkes kendine göre bir yavaşlama planı oluşturabilir. ‘Bugün evde televizyon izlenmeyecek’ten tutun da, ‘Biz artık Bodrum’da yaşamaya karar verdik’ diyebilmeye kadar geniş bir yelpazeyi kapsayabilir bu davranışlar. Kitapla ilgili geribildirimlerden örnek verebilirim size. ‘Hiç çocuğumla  oynamıyormuşum, onu fark ettim, artık televizyonu kapatıp onunla bir sürü oyun oynuyorum’ dedi geçen gün bir anne. Daha bugün aldığım bir geribildirim ise ‘Çok az televizyon izletiyoruz ve artık hiç vurmuyor’. Ekran saatini azaltmak çok iyi bir fikir olabilir. Çalışan bir anneyseniz, çalışma saatleri ve iş konusunda biraz düşünmek işe yarayabilir. O mükemmeliyetçilik duygusundan uzaklaşmalıyız. Özellikle biz kadınların, başkalarının işlerini üzerimize alma halimiz hep yüksek oluyor. ‘Artık işte o kadar sorumluluk almamaya,
herkesin yükünü yüklenmemeye karar verdim’ diyerek yavaşlamak adına bir adım atabilirsiniz ya da ‘Evim artık yüzde 100 temiz olmasa da bu çok önemli değil’ diyebilmelisiniz. ‘Çocuk evi dağıtıyor ama artık bunu hiç dert etmiyorum’ diyenler de oluyor. Herkesin değişim planı farklı oluyor. Ama en güzeli de aklınızda sizinle konuşan bir iç ses olması.
‘Tamam mükemmel olmak zorunda değilsin, en iyisini yapmak zorunda değilsin’ diyen bir ses oluştuysa bu bile iyi bir şey. 

Bütün psikolojik rahatsızlıklarda hep bir anne-babanın çocuklukta yarattıkları etki durumu var. Çocuklarımız üzerinde bu denli etkimiz gerçekten var mı?
Bu çok narsistik bir şey. Bu ne demek; çocuk dünyaya boş bir kağıt, boş bir defter olarak gelir ve ben onu yazarım. Hayır. Çocukların kendi ruhları var, kendi karakterleri var, mizaç denen bir etki var. Yapılan çalışmalarda çocukların belli davranış özelliklerini göstermesi için olumlu-olumsuz ebeveyn davranışının dışında mizaç faktörünün de müthiş etkili olduğu bulunmuş. Bazı çocuklar kurallara aşırı bağlıdır, bazıları daha özgür ruhlu. Anne ve baba kurallara aşırı bağlı olmayı bir adım öteye götürerek desteklerse, bu ileride belki problemlere bile neden olabilir. Ama özgür ruhlu bir mizaca sahip olan çocuk ileride sorun yaşamayabilir... Bu yüzden anne-babalık çok formüle dayandırılacak bir şey değil. Günümüzde anne ve babanın suçluluk hissi üzerinden çok fazla şey yapılıyor; çocuğunuzun zekasını şu ürünlerle şu yaşta geliştirdiniz geliştirdiniz, geliştiremediniz bitti gibi... Böyle bir şey yok. Çocuğun zekasını ve çocuğun kişiliğini geliştirmek için anne ve babanın dengeli, sağlıklı, huzurlu kişiler olması ve çocukla yakın zaman geçirmesi gerekiyor. Onun dışında müthiş etkinliklere, harika oyuncaklara ihtiyacımız yok. 

Peki çocuk eğitiminde babanın payına ne düşüyor?
Hep şöyle söylerim, babalar çocuk yetiştirmekte ne kadar önemli olduklarını bilselerdi, işi gücü bırakıp çocuk yetiştirirlerdi. Çünkü gerçekten bazı özellikleri çocuklara anneden çok babalar kazandırabiliyor. Baba olmadığı zaman puzzle’ın bir parçası eksik kalıyor. Eğer sadece anne çocuğa bakacak olsaydı, neden bugün bize iki ebeveyn verildi? Ama dünyadaki
yanlış inançlar yüzünden babanın görevi sanki sadece eve ekmek getirmekmiş gibi algılanıyor. Ya da boşanmalar, uzun çalışma saatleri gibi sebeplerle bugün babasız çocuklar büyüyor ve bu büyük bir problem haline geliyor. Babaların da anneler kadar çocuk yetiştirmekte önemli, değerli olduğunu bilmeliyiz. Annelere de burada söylenecek çok söz var çünkü anneler babalara güvenmiyor. Oysa anne karnından itibaren babayı da bütün süreçlerin içine dahil etmek başından sağlıklı bir ilişki kurulmasını sağlar. 

Yavaşla, fark et, zaman ayır! - Resim : 3Kitapta güvenli bağlanmanın öneminden bahsediyorsunuz. Bunu nasıl başaracağız?
Güvenli bağlanmayı sağlayabilmek çocuğun öz güvenli, mutlu, huzurlu, öğrenmeye açık bir yetişkin olmasını, dünyayla ve insanlarla olan ilişkisinde rahat olmasını sağlar. Çocuğu ayrı bir birey olarak kabul edip ihtiyaçlarını iyi gözlemleyebiliyor olmak, onu olabildiğince ten temasıyla, göz temasıyla kendine yakın tutmak, şefkat verebiliyor olmak, çocuğun  ihtiyaçlarını mükemmel değil ama yeterince iyi karşılayabilmek bizim için yeterli kriterler. Hatta birinci kriter belki de mükemmel değil, yeterince iyi ebeveynlik yapabilmek. Kitapta da anlatıyorum mesela; çocuğum ağlıyordu ve ben dikişlerimin acımasına aldırmadan koridoru başından sonuna kadar koşuyordum, ki ağlar ağlamaz kucağıma alayım diye. Canımın
acıması pahasına, düşmek pahasına koşup çocuğumu kucağıma almak zorunda değildim aslında. 10 saniyede yavaş yavaş yürüyerek, sakince çocuğumu kucağıma alsam
daha iyi olurdu. Çocuğumun 10 saniye hayal kırıklığına uğramasının hiçbir sakıncası olmayacaktı. Yani böyle çocuğumuza minik hayal kırıklıkları yaşatmamız kötü değil. Biz bugün buna bile tahammül edemiyoruz, ‘nasıl hayal kırıklığı yaşar, nasıl üzülür’ diyoruz. Sonra da gerçek hayatla karşılaştığı zaman zorlanan çocuklar oluyorlar. Onları evde pamuklara sarıyoruz. Memeden keserken bile bunu yaşıyoruz. Yani biz ‘Bu çok kötü, çok korkunç bir şey, çocuğuma büyük bir haksızlık yapıyorum’ gibi algılarsak eğer, çocuk da böyle algılayacak ve normal geçişleri hep birilerinin ona yaptığı haksızlıklar olarak düşünecek. Bu hayal kırıklıkları sırasında bizim tavrımız, davranışımız, hayal kırıklığını nasıl algıladığımız çocuğun dünyaya bakışını şekillendirecek. 

Ebeveynler en sık ne için başvuruyorlar size?
Uyku ve yemek problemleri başta geliyor. İlişki problemleri, çocuğum her şeye karşı çıkıyor, okulda arkadaşlarıyla ilişkisi iyi değil, aşırı hareketli gibi nedenler de oluyor. 

Genelde bunların temelinde ne yatıyor peki?
Fark etmediğimiz travmalar var altında. Yani ‘dikkat eksikliği var, hiperaktif ’ denilen çocuk aslında travma yaşamış ve o travmanın etkilerini ortaya koyan bir çocuk olabiliyor. Mesela siz hiç fark etmiyorsunuz, parkta çok ciddi bir şekilde düşmüş ve siz o anda yanında olamamışsınız, ağlayamamış çok korkmuş... Ya da arabanın kediyi ezdiğini görmüş, o an ağlayamamış, tepki verememiş, şok olmuş... Bu gibi travmalar belki bir gün belki bir ay ya da bir yıl sonra çocuğun tepkiler vermesine yol açıyor. Yine memeden kesme konusunda örnek verebilirim. Memeden kesmek için bir süre bebeğinizi bırakıp seyahate gitmişseniz, bu, çocukta müthiş bir terk edilmiş hissi, bir travma yaratmış olabiliyor. Biraz önce bahsettiğimiz konuyla çelişiyor gibi görünmesin, şöyle bir şey var, siz bunu sevgiyle, şefkatle onu destekleyerek yaparsanız hayal kırıklığı olur ama uzaklaşarak, kendinize kızarak, suçlayarak yaparsanız bu travma olur. Bu ayrımı iyi yapmak gerekiyor. 

Yavaşla, fark et, zaman ayır! - Resim : 4Sizin gözlemleriniz sonucunda bu dönemde annelerle ilgili en önemli değinilmesi gereken konu nedir?
Çocuğa bir proje olarak baktığınız zaman siz de proje yöneticisi oluyorsunuz ve o zaman arada bir ilişki kalmıyor. Tamamen kendinizi birine adadığınız zaman ortada kendin diye bir şey kalmıyor. Bugün annelerin kadın olarak var olduklarını ve birinin eşi olarak var olduklarını unutmamaları gerek. Tamamen anne rolüne büründüğünüz zaman eşinizle bir cinsel yaşamınızın olmasını da bekleyemeyiz. Aynı zamanda biz çocuklarımızın her şeyi değiliz, bu çok büyük bir yanılgı. ‘Bensiz yaşayamaz’ dememeli. Hayır bu kadar da vazgeçilmez, önemli, yaptığı her şey çok önemli olan kişiler değiliz. Belki psikoloji dünyası annenin üzerinde çok fazla durdu, anneye çok büyük haksızlıklar yaptı ondan bu hale geldik. Zaten sonra çoğunu geri aldı ve özür diledi. Anne bu kadar üzerine yüklenilmesi gereken, bu kadar çocuğu yetiştirmekte en önemli sırada olan bir kişi değil. Biraz toplumun da sorumluluk
alması ve özellikle annelere yardımcı olması lazım. Annelere bu kadar yük bindiriliyor da anneler için ne yapıyoruz, çocuklar için ne yapıyoruz, en basitinden sokaklarımızı çocuklarımızın yürüyebileceği güvenli bir hale getirdik mi ya da komşu olarak bir çocuk ağladığında şikayet etmemeyi biliyor muyuz acaba gibi kendimize de soracağımız sorular var.

BU ÇOCUKLAR NEREYE GİDİYOR
“Çocuklar kuralları sever, rutini sever, düzeni sever. Bizse ya onları tamamen serbest bırakıyoruz ya da yaşlarının üzerinde yükler veriyoruz. O yüzden yarın bizi bekleyen çocuklar, ki bugün bile o çocuklar var, mücadele etmeyen, bir şeyin hemen kendisine sunulmasını bekleyen insanlar olacaklar. Sevgilerini ileride sevgililerine, eşlerine de böyle gösterecekler.
Sevgilerini maddiyata dayandıracak, ‘beni seviyorsan benim için bunu alırsın, beni seviyorsan benim için bunu yaparsın’ diyecekler. Sorumluluk almayan, düşük not geldiği zaman ‘öğretmen verdi’ diyen, o marka kıyafet giymez bu tarz arabaya binmez şu tarz tatil yapmazsa kendini tamamen değersiz, işe yaramaz hissedecek çocuklar yetiştiriyoruz maalesef. Bu çocuklar bir şeyi çalışarak, çabalayarak elde etmenin nasıl bir şey olduğunu bilmedikleri için de bir iş başaramayacaklar. Oysaki bizim dünyada yaratıcı, lider ruhlu insanlara ihtiyacımız var. Sürekli önüne, ağzına suyu getirilen insan lider olamaz, yaratıcı bir insan olamaz.”