Aşırı internet kullanımı ve internet bağımlılığı

“Önce özçekim yapalım", "Bakalım kaç 'like' alacağım"...

Feyza Bayraktar

Feyza Bayraktar


Aşırı internet kullanımı ve internet bağımlılığı

Bilgi Çağı diye nitelendirebilecek bir dönemdeyiz ve bu dönem içerisinde bilgiye erişimimiz ve bizim bilgiyi aktarmamız saniyeler içerisinde gerçekleşiyor. Bu durum elbette ki bizler için pek çok kolaylık sağlıyor, fakat bilgi çağı aynı zamanda bizim yoğun bilgiye maruz kalmamız sebebiyle ayrıntılara çok fazla odaklanmamıza sebep olup bir de oyalanmamıza sebep oluyor dersek? İşte bu noktada internet kullanımına değinmemiz yerinde olacaktır. Şöyle ki, bilgiye bu denli hızlı erişebilen bizler, aynı zamanda kendi hakkımızda da bilgi paylaşımı konusunda cömert davranmaya başladık. Bununla birlikte paylaşımlarımız adeta bizi biz yapan, hatta gün içerisindeki duygu durumumuzu etkileyebilecek güçte unsurlar haline geldi. Benliğimizi korumak ya da yüceltmenin koşullarından bir tanesi de sosyal medya paylaşımlarının kaç kişi tarafından görüldüğü ve beğenildiği üzerine inşa edilmeye başladı. Hal böyle olunca internet kullanımındaki aşırılık ve faydalı bilgiye erişmekten çok paylaşıma odaklanmak ve başka paylaşımları, başka hayatları takip altına almak bu alışkanlığa farklı bir boyut kazandırdı.

İnternet kullanımına ilişkin sosyokültürel değişimlerin etkisini bir kenara bırakırsak, internetin aşırı kullanımına bağlı olarak kişilerde aynı madde kullanımında görülebilecek bağımlılık belirtileri görülmeye başlandı. Psikiyatrik tanı kriterlerinin yer aldığı ve dünyada kabul edilen kaynakta artık “İnternet Bağımlılığı” başlığı altında bir psikiyatrik rahatsızlık olarak incelenmeye başlanan bu durum, yaş ayırt etmeksizin pek çok kişide görülmeye başladı. Başlangıç olarak sosyal medya kullanımının internetin aşırı kullanılmasına ve hatta internete bağımlılık geliştirmeye yol açabileceğini dile getirdim, fakat internet üzerinde kullanıcıların çevrimiçi olarak gerçekleştirdikleri pekçok faaliyet bulunuyor: oyunlar, arkadaşlık kurma, sosyal medya, iş amacıyla kullanım ve eğitim gibi. O yüzden kullanımın ne boyutta kişileri etkilediği konusunda değişkenlik söz konusu olabilmektedir. Örneğin, çevrimiçi oyun oynayan biri günlük hayattaki alışkanlık ve sorumluluklarını yerine getirme konusunda sorun yaşıyor ve oyun platformunda giderek daha fazla zaman geçirmeye başladıysa, eski alışkanlıklarından artık keyif almıyorsa, gerçek zamanlı sosyal ilişkilere zaman ayıramamaya başladıysa ve internet erişimi olmadığı zamanlarda can sıkıntısı, mutsuzluk ve huzursuzluk hissediyorsa bir bağımlılık halini aldığını söyleyebiliriz.

Burada aslında çelişkili bir durumla da karşı karşıyayız: İnternet bağımlılığı mı, bağlılığı mı? İkisi farklı kavramlar olmakla birlikte şu şekilde ayırt edebileceğimiz süreçler: Bağımlılıktan söz edebilmek için kişilerin günlük hayat işlevselliğinin ne ölçüde etkilendiğine bakmak önemlidir. Bağlılık yani ihtiyaç dahilinde olan kullanımda ise kişi günlük hayatın döngüsünde internet kullanımına ilişkin zararlı olabilecek belirtiler sergilemiyordur. Günlük hayatına devam ediyor, fakat işi veya eğitimi gereği internet erişimi onun için büyük önem taşıyor olabilir. Ülkemizde ne yazık ki interneti etkin kullanamıyoruz. Başlıktan da anlaşıldığı üzere, internet birçok birey için sosyal medya ekseni üzerinde bir kullanımın ötesine geçmiyor. Ayrıca sosyal medya kullanımı mobil internet erişimi sayesinde başka insanların hayatlarını izleme fırsatı tanıyor. Ayrıca kullanıcılar kendi hayatlarına, ilgi alanlarına ve tercihlerine ilişkin paylaşımlarda bulunarak “ben buradayım ve onaylanmak/beğenilmek istiyorum” düşüncesi ile aşırı düzeyde internet kullanımı söz konusu olabiliyor. Bir insanın kaç arkadaşı olduğundan veya kaç beğeni aldığından yola çıkarak kişilik analizleri yapılabiliyor. Filtrelenmiş fotoğraflar güzellik anlayışına yeni bir boyut kazandırabiliyor. Bu hızda seyreden sanal sosyallik ve paylaşımcılık oyalanma çağı (age of distraction) içerisinde olduğumuzun sinyallerini veriyor adeta. Bu hızda sakin kalmak zaman zaman güçleşebiliyor ve bu zamana ayak uydurmak adına takip etmeyi, paylaşmayı ve bu şekilde çağa ayak uydurduğumuzu düşünerek aslında daha hayati olan detayları gözden kaçırabiliyoruz. An’ı öldürmek – yemek yemeden önce fotoğrafını çekmek, spor yapmadan önce fotoğrafını çekmek, bulunduğu mekanda yer bulmadan önce yer bildirimi yapmak, yani kısacası fotoğraf çekip ölümsüzleştirmek istenen an’ın o esnada öldürülmesi- bizi ayrıntılardan uzak kılıyor.

Yapılan bir araştırmada sosyal medyanın sıkı takipçilerinin çoğunlukla mutsuz ve depresif olduğu öne sürülüyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de başkalarının hayatlarına seyirci kalan bireylerin kendini yetersiz hissetmesi olarak açıklanıyor. Paylaşımcının hayatı yaşadığı zannedilirken aslında hayatı yaşıyormuş gibi yapıp temsil aktarıyor, çünkü o an’ı yaşamak varken, dikkatini verdiği şey paylaşımda bulunacağı sosyal medya aracı oluyor. “Kaç beğeni alırım”, “Kimler beni eklemiş”, “Çevrimiçi arkadaşlarımda kimler var acaba?” endişeleri gerçek hayata adapte olmayı güçleştirirken etkili bir şekilde kanalize olmayı engelleyebiliyor. Sonuç olarak da sosyal medyanın içten içe asosyalleştirdiği bir internet kullanımı ile karşı karşıya kalabiliyoruz.