Stil mi takıntı mı?

Chanel, Louis Vuitton, Christian Dior, Miu Miu, Balenciaga, Prada…

Stil mi takıntı mı?

Özgür Masur/ Tasarımcı “Sadece marka giyinip, özel bir tarz yaratmazsanız sıradan görünürsünüz”
Türk kadınlarının markaya düşkün olduğunu söyleyebilirim. Özellikle statü sahibi kadınların hayatında marka çok daha fazla yer alıyor. Bana göre marka giyinmenin statülerine yansıdığına inanıyorlar. Bunun büyük bir yanlış olduğunu düşünüyorum. Marka statü kazanmak için giyilmemeli.

Marka kıyafetler kişinin stilini ve ruhunu yansıtırsa giyilmeli. Kendine özel bir tarz oluşturamayan kadınlar statüleri ne olursa olsun fark edilirlikten uzak ve sıradan olurlar, çünkü marka giyinmeyi kendince yorumlayabilmek insana stil kazandırır. Gelir durumu ne olursa olsun kıyafetlerinde ünlü markaların logolarını taşımak bence kadınlara güven veriyor. Zaten onun için ürünlerin taklitleri yapılıyor.

Bu ürünlerin onlara vizyon kazandırdığına inanıyorlar. Kadınlarımız marka giyime öyle çok düşkün ve bilinçliler ki dolayısıyla gerçeğine sahip olmanın farkını da biliyorlar. Ben her zaman etikete değer biçmenin fazlasıyla anlamsız olduğuna inanmışımdır. Gerçekten çok içime sinmişse marka ürün satın alırım ama kadınlarda bunun takıntı boyutunda olduğunu fark etmemek mümkün değil. Kendilerine başlı başına farklı bir tarz yaratmak yerine vitrinlerdeki kombinleri satın alıp neredeyse birebir giymeyi tercih ediyor olmalarına gerçekten şaşırıyorum. Kıyafetlerinize yorum katabiliyor ve hazır kombinler yerine farklı ürünleri bedeninizde bütünleyebiliyorsanız o zaman stil sahibi olursunuz.

Tuvana Büyükçınar/ Tasarımcı “Para stili satın alamaz”
Paranın satın alamayacağı şeylerden biri de kuşkusuz stil sahibi olmak. Ben hep ezberciliğe, hazırcılığa karşı çıkan bir insanım ve insanların bu konuda dışarıdan destek almak ve gözlem yapmanın yanı sıra kendilerinin de bireysel olarak çaba sarf etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ancak o zaman kendilerine özgü bir stilleri olur.

Arka arkaya yazınca bile insanı masal alemine sürüklüyor bu markalar. Ama bazı kadınlar bu masalı, kabusa dönüştürebiliyor. Kocaman damgalı montlar, ayakkabılar, çantalar, küpeler… Ve hatta hepsinin bir arada kullanıldığı kombinler. Her tarafını Chanel zincirine sarmış, göğsünün üzerinde kafasından büyük bir Louis Vuitton monogramı bulunan kadınlar… Evet bu manzaralar, sık sık karşımıza çıkıyor. Gösteriş yapmak için mi sevdiği için mi, stil yaratmak için mi bu kadar simgeyi bir araya getirdiği belli olmayan kadınların marka takıntılarını mercek altına aldık bu ay.

Bir siyah basic tişört ya da herhangi bir jean sadece küçücük bir arması var diye stil yaratmış olmaz. Bana göre kıyafetler kişiliğimizin, zevkimizin, vizyonumuz ve bizi her gün olgunlaştıran hayattaki birikimimizin bir göstergesi. Tüm bu saydıklarım zaman içerisinde evrim geçirdiği için, değişen moda unsurlarıyla da birlikte eski fotoğraflarımızla bugünküleri ayıran küçük ya da büyük farklar her dönemde var olacak.

Eğitim, müzik, dans, resim… Artık insanların öncelikleri bunlar değil. Bu donanımlara sahip olmak marka bir çantaya sahip olmaktan çok daha az kıymetli. Toplum içinde saygınlık kazanmak, gösteriş yapmak için markaların sınırlarını zorlamak, eğitime yatırım yapmaktan çok daha az zahmetli ve ucuz. Böylece toplum tarafından kabul edilmek, sosyal pazarda tutunmak için resim, sinema, kitap değil, logoların ‘sanat değeri taşıyan’ çizimlerinden bahsedilir oldu son günlerde.

Çok ‘stylısh’ işler bunlar!
Artık üzerinde dev logolar bulunan tişörtler, çantalar bir yana dursun markalarının varlığını ve gücünü kanıtlamak için özel beceriler kazanan insanlar bile var. Örtünün, atkının markasının görünmesi için özel katlama ve bağlama becerileri kazananların sayısı bir hayli fazla. Vücudu rahat etmese bile logonun görünmesi için giyilen kotlar, bluzlar, kemerler bir kenara, logosu için bozuk saatlerini takmaya devam edenler bile var. Tabii markalar ve gösterişten bahsetmişken bu kadınların kullandığı özel jargondan bahsetmeden olmaz. Yaşam tarzlarını, logolarını, kullandıkları arabadan yakınmalarını, cümle içine serpiştirilen İngilizce kelimelerle anlatırlar. O yüzden genelde cümlelerine “Ah ben de Pelin ile
diyerek başlamak yerine ‘Ah ben de geçen gün Balenciaga mağazasına girdim…” diyerek başlayıp “Bir de baktım karşımda Pelin. Bu arada mağazada çok stylish şeyler vardı, yeni sezonu bir blue bag alarak açtım” diye devam eder. Bu kadınlar için Galata gibi bir moda üssünün ya da yerli tasarımcıların çizgileri genelde ucuz ve basit kalır. Ama aslında gerçek stilin onların kapısından girerek kazanılabileceğinin ne yazık ki farkında değillerdir. Çünkü aradıkları stil değil; güç, mevkidir.

“Şıklık üzerinizdeki kıyafetten çok, bir kişilik meselesidir” diyor Jean Paul Gaultier. Anladığınız üzere şık giyinmeye çalışırken kötü görünen bir kadından bahsetmeyeceğiz bu yazıda. Ya da şıklar rüküşler yarışması düzenlemeyeceğiz. Sadece marka takıntımızı irdeleyeceğiz. Biz bir marka canavarı mıyız? Statü kazanmak için markayı mı kullanıyoruz? Dirseğe geçirilen Hermes şıklık için mi zenginlik için mi orada? Peki seçtiğimiz kıyafetler gerçekten bizim kişiliğimizin göstergesi mi? Giorgio Armani “Stil ve moda arkasındaki fark, kalitedir” diyor. Kalite görünmek, marka giyinmekten mi yoksa özgün bir stil ortaya koymaktan mı geçiyor? Modanın asi çocuğu Alexander McQueen, “Tepeden tırnağa marka giyinmek artık eskide kaldı. Özgün stil; hem üst hem de alt markaları giyinmek, gözde tasarımcılar ve yeni tasarımcıları bir arada kullanmaktır” diyor.

Ancak şu anki durumun pek böyle olduğunu söylemek mümkün değil. Bir gün yolda yürürken saçı başı dağılmış bir kadın kaba hareketlerle herkesi sağa sola iterek koşturuyordu. Kadını bu hareketleriyle fark etmemek mümkün değildi ama asıl komik olan sırtındaki kocaman Louis Vuitton etiketiydi. Sanki birazdan bir süpermarkette onu kasaya götürecekmişiz ve barkodunu okutup poşete atacakmışız hissi uyandırıyordu insanda. Bu manzaralar hemen hemen her yerde artık karşımıza çıkıyor. Paranın el değiştirmesiyle birlikte değişen yaşam biçimleri, yiyecek sektöründen eğlenceye kadar her şeyde kültür yozlaşmasına doğru giderken modayı da ayaklar altına alması zaten kaçınılmaz bir sondu.

Gelecekten umutluyuz!
Eğer marka seçimi sadece kaliteli sularda yüzmek, stili tamamlamak ya da beğeni amacıyla tercih ediliyorsa elbette buna kimsenin söyleyebilecek bir sözü yok. Kolunda dünyanın en pahalı çantalarından birini taşıyıp, gösteriş için değil, stilini tamamlamak için onu satın alan kadınların çokluğu bizim en büyük umudumuz. Ama marka giyme isteği bir tür kendini kanıtlama biçimine dönüştüğünde bunun ne kadar doğru olduğunun durup düşünülmesi gerekir. Bir tür özgüvensizlik belirtisi olan bu durumun gelecek nesilleri daha az etkileyeceğine eminiz. Çünkü onlar daha eğitimli, daha çağdaş koşullarda büyüyorlar. Tarzları, renkleri, seçimleri var. Kimselere benzememeye özen gösteriyorlar.

Kişisel gelişimleri için hem ailelerinden destek görüyorlar hem de kendileri çaba gösteriyorlar. Bu da onların kendilerini kanıtlamak için markaya ihtiyaç duymayacaklarının en büyük sinyali gibi duruyor. Umarız paranın el değiştirdiği çevrelerde çağın hastalığı olmaktan yeni yeni çıkmaya başlayan marka takıntısı onlara bulaşmadan unutulur gider. Ne dersiniz sizce de umut yok mu? Yeni nesil kendinden daha emin bir duruş sergilemiyor mu?

Ivana Sert/Tasarımcı “Markaların simgelerini üzerinizde taşıyarak zarif görünmezsiniz”
Türk kadını markayı seviyor ve istiyor. Ben herkesin istediğini alıp giymesi taraftarıyım. Ama statü kazanmak için markayı kullanmak bana doğru gelmiyor. Stil sahibi olmak için kadınların tarz sahibi olması gerekiyor. Tarzlarını nereye, ne zaman gittiklerine göre belirlemeleri gerekiyor. Çünkü zengin olmak stili yanında getirmiyor. Ne kadar paranız olursa olsun eğer zevkiniz yoksa, stil sahibi olamazsınız. Hele bütün vücudu marka simgeleriyle doldurmayı doğru bulmuyorum.

Çünkü böyle zarif görünmezsiniz. Zariflik, şıklık, stil başka şeyler gerektirir. Ama bazı kadınlar böyle mutlu oluyor.


“Kıyafet kişiliği yansıtır”

Kadınların marka merakının altında yatan sebepleri bulmak için Kişisel Gelişim Uzmanı Yasemin Sungur’a danıştık. Sungur’a göre kişi seçtiği markanın kimliği ile kendini özdeşleştirirse, kendini daha hızlı, daha güvenli ifade ettiğini düşünebilir.

İnsanlar neden bu kadar çok giydikleri kıyafetlerin markalarını göstermek istiyor?
Marka hedef kitlesi ile duygusal ilişki kurar. Kişi bu duygusal ilişki ile seçer, sever ve satın alır. Markalar tarzın ve statünün sembolü haline gelirler. Markanın mesajıyla kendini bütünleştiren kişi kullandığı markayla, kendi değer algısını da güçlendirir.

Kadınların son dönemde markalara bu kadar çok sığınması sizce neyin göstergesi?
Markalar ve o markaları kullanmak, kişinin yaşam amacının, bireysel değerlerinin önüne geçmemeli. Kullanılan tüm araçlar, eşyalar, kıyafetler yaşamı kolaylaştırmak, güzelleştirmek içindir. Kullandığımız markalar yaşamımızda eksik olan şeylerin yerini doldurmaz, anlık keyifler verir. Marka kişinin önüne geçmemeli. Sığınmanın sebebi, yaşamdaki eksiklikleri anlık da olsa kapatmak için markayı tercih ediyor olması olabilir.

Toplum içinde ödül almış bir sinema filminden bahsetmek yerine yeni çıkan bir çantadan bahsetmek daha mı çok prim yapıyor?
Yaşamın pek çok alanında kişiyi besleyen pek çok konu var. Daha mutlu bir yaşam için tek yönlü olmayıp, kişi kendi ilgi alanlarını seçer, o konuda takipçi olur, okur, izler ve kendini geliştirirse, sevdiği konuda konuşma güvenini de kazanır. Bilgi sahibi olmadan konuşmak zordur. Moda kavramlar, moda markalardan konuşmak daha kolaydır.

Peki, seçtiğimiz kıyafetler bizim kişiliğimizle ilgili ipuçları verebilir mi?

Kıyafet, kişinin tarzı hakkında mesaj verir. Kıyafetin marka olması önemli değildir, temiz ve bakımlı olması, kişinin fiziksel özelliklerine, bulunduğu yere, mevsime, amaca uygun olması gerekir. Kıyafet ilk görüşte etkiyi artıran en önemli araçlardan biri bizim için. Kişisel imajımızı güçlendirir. Kişi seçtiği markanın kimliği ile kendini özdeşleştirirse, kendini daha hızlı, daha güvenli ifade ettiğini düşünebilir.