Başkası olma kendin ol!

Biraz da senden bahsedelim…

Başkası olma kendin ol!

Farkına varın
İlişkilerde bağımlılığa Melody Beattie kitabında; “Eğer karşılıklı bağımlıysanız kendi kurtulma ya da iyileşme sürecinizi kendiniz bulmak zorundasınız. İyileşmeye başlamak için karşılıklı bağımlılığın ne olduğunu ve genellikle ona eşlik eden belirgin tutum, duygu ve davranışları anlamak işe yaramaktadır” diyor. Bağımlılıktan kurtulmak için önce bir ilişkiye bağımlı olup olmadığınızdan emin olmak gerek. Birçok uzmana göre değişime giden ilk adım farkındalık, ikinci adım ise kabul etmek. Melody Beattie bağımlılığından kurtulmaya çalışanlara çok önemli bir uyarıda bulunuyor; “Bağımlılıktan kurtulmaya çalışırken, iç dünyanızı onurlandırın. Burada bahsettiğimiz onurlandırma; bağımsız olarak düşünmeye gönüllü olmak, kendi aklınıza göre yaşamak ve kendi algı ve yargılarınıza sahip olmak anlamına geliyor. Çünkü kendinizi onurlandırmak, sadece ne düşündüğünüzü değil, ne hissettiğinizi, ne istediğinizi, neye ihtiyaç duyduğunuzu, neyi arzuladığınızı, ne için acı çektiğinizi, neden korktuğunuzu ya da neye kızdığınızı bilme isteğine sahip olmak anlamına gelir.”

Bencil olmayın 
Bağlılığın ve bağımlılığın kıvamında olduğu, kendi benliğinizin ve kişiliğinizin gereksiz yere ezilmediği, kendinizi unutmadığınız ilişkiler yaşayabilirsiniz. Kişiliğinizin gerekliliklerini, önceliklerini belirlemek ve buna göre davranmak her zaman bencillik anlamına gelmez. Kendinizi sevmeye ve hayatınızı kendinize adamaya çalışın. 

Neden bir kişiye saplanıp kalıyoruz? Bu durumun oluşmasında aslında fizyolojik ve duygusal birçok etken var. Uzmanlara göre önemli olan içinde bulunduğumuz durumun farkına varabilmek ve kendimize yeniden değer verebilmek.
Hormonlara dikkat! 
Aslında bağlanmak da diğer pek çok davranışımız gibi hormonlarımızla ilgili. Bağlanmanın bilimsel altyapısı uzun zamandır merak edilen bir konu. Bilim insanları aşk, evlilik, sadakat ve bağlanmanın nörobiyolojik altyapısını uzun süredir araştırıyor. Yapılan bu çalışmaların son dönem sonuçları, oksitosin ve vazopressin isimli iki hormonun bağlanmayla ilişkili hormonlar olduğunu ve aşktaki bağlanmadan sorumlu olduklarını ortaya koyuyor. Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi’nden Klinik Psikolog Zeren Okçuoğlu Kadıoğlu da; “Birçok psikolojik rahatsızlığın, özellikle de ilişkisel sorunların temelinde bebeklik döneminden gelen bağlanma sorunları olduğunu görüyoruz. Yaşamın ilk yılındaki anne-bebek ilişkisi içselleştirildiği için, sonraki yıllarda kişinin diğer ilişkilerini belirleyen bir yol gösterici konumunu alıyor” diyor.
Bağlanma ve bağımlı olmayı birbirine karıştırmayın 
Bağlanma ve bağımlılığın ayrı kavramlar olduğunu unutmamak gerek. Bağlanma; her bireyde sağlıklı olarak gelişmesi gereken doğal bir süreçken, bağımlılık ise patolojik bir durum. Psk. Zeren Okçuoğlu bağımlılığı kişi için zarar verici sonuçlar doğurmasına karşın, takıntılı bir şekilde bir nesneyi/kişiyi arama ya da kullanma ile karakterize olan süreğen ve tekrarlayıcı ruhsal bir rahatsızlık olarak tanımlıyor.

Dünyada sadece o yok! 
İlişkiye olan bağımlılık ilk başlarda haz verici olsa da, sonrasında saplantılı düşüncelere, tekrarlayan davranış kalıplarına dönüşebilir. İlişkinin başındaki haz veren duygular belirli bir kişiyle ilişkilendirildiği için, o duyguların ancak tek bir kişiyle var olacağı duygusuyla sevdiğimiz adama/kadına bağımlı hale gelebiliyoruz.

Kendinizi unutmayın 
Sağlıklı ilişkiler içerisinde bireylerin kendi sınırlarının var olması gerekir. Ancak ilişkiler bağımlı bir nitelik kazandığında bu bireysel sınırlarda sorunlar baş gösterir. Bu durumda çiftlerin duyguları, düşünceleri, davranışları da iç içe geçer ve ortaya belirsizlikler çıkmaya başlar. Hiç kimse bireysel olarak var olamaz ve etkinlik gösteremez. Her şeyi birlikte yapmaya çalışırlar. Bu da ilişkide ortaya ciddi dengesizlikler çıkartabilir. İlişkide bir taraf alıcı konumuna geçerken diğer bir taraf verici durumunda kalır. Çoğunlukla tek tarafın ihtiyaçları, istekleri karşılanır. Diğer taraf önemsenmez. Bu da veren taraf için tükenmişlik duygusunun yaşanmasına ve depresyon gibi olumsuz durumlar ortaya çıkmasına sebep olabilir. 
Biz kadınlar maalesef hayata bazı konularda şartlanmış gibi geliyoruz. Çok yönlü olmamıza, gerektiğinde istediğimiz her şeyi yapacak azim ve sabırla hareket etmemize rağmen konu ilişki olunca küçük bir kız çocuğundan farkımız kalmıyor. Sanki sevgilimiz kocaman bir dünya ve biz onun etrafında her şey mükemmel olsun diye dönüp duran bir uydudan farksızız. Sonuçta ilişki için debelenmekten yorulduğumuzda kocaman bir boşluk ve “ben eskiden nasıldım? ” sorusu ile karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü ondan öncesini öyle bir silip yok saymışız ki, onsuz olduğumuzda kendimize bile yabancı kalıyoruz. Tamam herkes sevmek ve sevilmek ister, ama onsuz nefes alamamak, hayata onun varlığıyla tutunmak sizce de hayatımızın geri kalanı için biraz sağlıksız bir durum değil mi? Runaway Bridge filminde hiç unutmam, Julia Roberts, yani sürekli aşık olduğunu ve sevgilisi olmadan yapamayacağını söyleyip, sonrasında düğün günü ortadan kaybolan sevgili karakterimiz, filmin bir sahnesinde Richard Gere’in sorduğu “Yumurtayı nasıl seversin?” sorusuna cevap veremiyor. Çünkü Julia’nın yaşadığı dört ilişkisinde de sevgililerinin yumurta tercihi birbirinden farklı. Ve ilişkisine kendini öyle kaptırmış, sevgililerini o kadar çok merkeze almış ki kendi damak tadını unutmuş. Bu durum aslında ilişkide kendimizi ne kadar es geçtiğimizin en basit özeti. Siz siz olun sevgilinize bağlanırken kendinizi kaybetmeyin.