Eşinizle konuşun!

Sevdiğiniz erkekle hassas konular üzerine konuşurken doğru yöntemleri kullanırsanız hem ilişkinizi hem de ruhsal ve fiziksel sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Eşinizle konuşun!

SEN ZATEN…
• Örneğin eşiniz iş paylaşımında otomobile benzin almayı üstlenmiş ve unutmuşsa, siz de yolda kalmışsanız, “Benzin koymamışsın, üzüldüm, yolda kaldım” diye onu eleştirebilirsiniz. Ama “Sen zaten tembelsin, sorumsuzun tekisin. Hep böyle yapıyorsun” derseniz suçlamış oluyorsunuz. “Hep, hiç, zaten” gibi kişiliğe dönük saldırılar, genellemeler, sert başlamalar, göz devirmeler, el beldeyken konuşmalar iletişimin tüm seyrini değiştiriyor. Bu konuda eleştiriyi benzin konulmamış olması ile sınırlı tutmak ve bunu da güzelce söylemek gerekiyor.

ETKİYE AÇIK MISINIZ?
• Konuşurken herkes kendi doğrusunu mu empoze etmek istiyor? Dinlerken, “Ben bunu nereden alt ederim?” diye mi dinliyor? Yoksa etkiye açık mı? Etkiye açık olmanın hayati noktalardan biri olduğunu belirten Psk. Tükel, “Eşin etkisine açık olarak dinlemek, ne söylediğini, ne hissettiğini anlamaya çalışmak demektir. Cevap hazırlamak üzere dinlemek yerine, anlamadığımız yerde ‘Söylemek istediğin şu mu?’ diye sormamız, arada ‘Söylediklerinden anlıyorum ki şu, şu, şu ‘ şeklinde aynalamamız, ‘Başka paylaşmak istediğin var mı?’ diye cesaretlendirmemiz yardımcı olur. ‘Ben de şöyle hissediyorum, düşünüyorum’ şeklinde kendi penceremizi paylaşmak da çözüm yolları bulmayı mümkün kılabilir.”

BEDEN DİLİ DE ÖNEMLİ
• Konuşurken saldırgan mı görünüyorsunuz yoksa göz teması kurarak, hafif yaklaşmış, eğilmiş, yüzünüzde yumuşak bir ifade ile mi konuşuyorsunuz? Ses tınınız nasıl? Karşı tarafın beden dilini de iyi takip etmeniz gerekiyor. Eşiniz kapandıysa, göz teması kurmuyorsa, bacağını sallıyorsa durun ve mola verin. Ağzınızdan ters bir şey çıktığında “Özür dilerim, bunu demek istemedim” diyerek onarma faaliyetlerine girişin. Hava elektrikleniyorsa mizah, dokunmak, tatlı bir söz veya mola gibi yollarla kontrolü sağlayın. Siz kontrolü kaybediyor gibiyseniz mola isteyin. Derin nefesler alın, su için, sizi ne rahatlatıyorsa onu yapın ve sakinleşin.

Yazı: Yaprak Çetinkaya/Formsante

Konuşmazsak dost olamıyoruz, birbirimizin hayatında ne olduğunu bilmiyoruz, kaygılarımızı, hayallerimizi, planlarımızı paylaşamıyoruz. Konuşabilen bir çift olduğumuzda sorunları da konuşup halledebiliyor, hallolmayanları da olduğu gibi kabul etmeyi başarıyoruz. Yani ilişkideki zor zamanlarla nasıl başa çıkacağımızı iyi günlerdeki performansımız etkiliyor. Konuşmayı başardıkça beraber gelişip dönüşebiliyor, birbirimizin yaralarına iyi geliyoruz. Dünyadaki kötülükler karşısında sığınacak bir limanımız oluyor. İyi çocuklar yetiştiriyor ve bu güzel iletişim alışkanlığının nesilden nesile akmasını sağlayabiliyoruz. O zaman daha ne duruyoruz? Konuşmanın doğrularını öğrenip başlayalım kendimizi anlatmaya…

KIZIYLA KONUŞMAYAN ANNE
Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Çift ve Aile Terapisti Feryal Tükel, bir toplumda demokrasi kültürü ne kadar yerleşmişse ve bu kültür ne kadar içselleştirilmişse bireylerin de kendini ifade etmeyi, isteklerini, arzularını dile getirmeyi, eleştirilerini yapıcı dille söyleyebilmeyi o kadar iyi başardıklarını söylüyor. Farklı düşüncelerin, eğilimlerin, kişiliklerin kabul edildiği bir toplumda yaşayan, ailede ve okulda bu yönde bir eğitim alan kişi için konuşmak kolaylaşıyor. İlk adet gördüğünde “Ben kızımla böyle konuları konuşamam” diyerek bilgilendirme görevini teyzeye veren anneyi örnek gösteren Uzman Klinik Psikolog Feryal Tükel, “Bu, o kız çocuğunun sonraki hayatını, ilişkilerini etkileyecek, cinsellik ve başka hassas konuları kendine saklamasına neden olabilecek bir davranış… Dolayısıyla nasıl bir ailede büyüyorsak, anne-baba arasında nasıl bir ilişki görüyor ve onu nasıl içselleştiriyorsak, ‘değerliyim, seviliyorum, anlaşılıyorum’ duygularını önce aile içerisinde sonra okulda ne kadar alıyorsak, yetişkin yaşantımızda kendimizi de o kadar güvenli, rahat ve huzurlu hissediyoruz. Konuşmanın neredeyse yasak olduğu, anne-babanın kendi aralarında hiç konuşmadığı, çocukların dinlenilmediği bir ailede yetişen çocuk, ‘Ben duygularımı içime atmalıyım’ çıkarımını yapıyor. Hatta bazen duygularından kopuyor” diyor.

KÖTÜ KADIN OLMA KORKUSU
Konuşmaktan en çok kaçınılan konular her çifte göre değişiyor. Bazı ilişkilerde para, bazılarında cinsellik konuşulamıyor. Her ilişkide iki farklı psikolojik sistemin bir araya gelip “biz”i oluşturduğunu belirten Psk. Tükel, “O güne kadar bütün yaşadıklarımızla ‘ben’ olup bir başkası ile buluşuyoruz. O da kendi yaşadıkları ile geliyor. Örneğin muhafazakar yetişmiş bir erkek ile evlenen ve aslında daha iyi bir cinsellik yaşamak isteyen kadın, ‘Bunu söylersem beni kötü bir kadın olarak görür’ diyor ve yıllarca arzularını gizleyebiliyor. İki tarafın da farklı yetiştirilişlere rağmen ‘biz’ kültürünü yaratıp bunu çözecek dinamikleri yaratabilmeleri gerekiyor” diyor.

KONUŞTUĞUNUZ KİŞİYİ TANIYIN
Konuşurken hedef kitleyi iyi tanımak yani partnerin veya eşin kullanım kılavuzunu iyi okumak gerekiyor. Karşı tarafı tanımak; iyi yanlarını, zaaflarını, umutlarını, düşlerini bilmek, hangi konularda duyarlı olduğunu, nasıl yaklaşılınca daha açık davrandığını, onun savunmaya geçmesine neden olmadan bazı konuları nasıl söyleyebileceğimizi öğrenmek anlamına geliyor. İyi dost olan, ilişkiyi güzel paylaşan çiftlerin elinde ciddi bir kredi bulunuyor ve bazen bir konu biraz ters söylense bile onarılma ihtimali çok daha yüksek oluyor. Aksi takdirde konuşurken çok daha dikkatli davranmak gerekiyor.

HER ŞEY KONUŞULMALI MI?
Neden olmasın? Psk. Feryal Tükel, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Eğer ilişkide kendiniz olabiliyorsanız, ilişkiye güveniyorsanız neden olmasın? Güvenli bir ilişkide her şeyimizle sevileceğimize, kabul göreceğimize inanıyorsak her şeyi konuşabiliriz. Ancak şunu kabul etmek lazım; bazen bazı şeyler konuşulsa da çözülemez. Çözümsüzlüğü kabul etmek de bir çözümdür. Eşiniz, asosyal, ailenizle tatile çıkmak istemiyor, ailenizle sorunu yok ama bu onu gerçekten strese sokuyor diyelim. O zaman ailenizle tatile sadece sizin gideceğinizi kabul etmeniz gerekiyor.”

EŞYALAR HAVADA UÇUŞMASIN
• Eşiniz annesine çok düşkün ve siz kayınvalidenizin bir davranışından hoşlanmıyorsunuz. Nasıl söyleyeceksiniz? “Annene sinir oluyorum, yine böyle yaptı” derseniz kaybedersiniz çünkü bu durumda eşiniz söylenenleri tehdit gibi alır. Ya arkasını dönüp duvarını örecektir ya da saldırıya geçecektir. Bunun sonucunda ikiniz de tolerans eşiğinin dışına çıkar, otonom sinir sisteminin kölesi haline gelir, entelektüel yeteneklerinizi kaybedersiniz ve hatta yastıklar, küllükler havada uçuşmaya başlayabilir.

NE ZAMAN SÖYLEMELİ?
• Nasıl söyleyeceğimizin yanı sıra ne zaman söyleyeceğimizi de iyi ayarlamamız gerektiğini belirten Psk. Feryal Tükel, “Karşımızdaki kişinin her zaman bizi dinlemeye müsait olmayabileceğini varsaymalıyız. Yorgun olabilir, işten stresli gelmiş olabilir. Önemli bir şey konuşacaksak ona bunu erteleme şansı tanımalıyız. ‘Seninle bir şey konuşmak istiyorum, müsait misin?’ demek yeterli” diyor.

NASIL SÖYLEMELİ?
• Eşiniz konuşma talebinizi kabul etti diyelim… Ya sonra? Psk. Feryal Tükel şunları söylüyor: “Ciddi meseleler söz konusu olduğunda önce düşünmekte, neyi nasıl söylemeliyim üzerine kafa yormakta fayda var. Mesela ’Senin annene ne kadar düşkün olduğunu biliyorum, anlıyorum. Bazen şu konularda kendimi iyi hissetmiyorum’ gibi anneye ve eşe dönük suçlamalarda bulunmadan kendi duygularımızdan söz etmek yolumuzu açabilir. Bu konuşma sırasında ‘Senin annen şöyle’ diye bir tarza hiç girmeden, ben dilini kullanarak, ‘Ben üzülüyorum, o şöyle dediğinde nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum’ deyip, onu da katarak, ‘Ne yapabiliriz?’ diye sorabilirsiniz. O zaman karşı taraf sizi dinler ve gelir.”

SÖYLEMEMEK HASTA EDEBİLİR
• Söylememek, her gün aynı stresi tekrar tekrar yaşamak ve içimize atmak her şeyden önce ilişki için olumsuz, uzaklaştırıcı bir durum oluyor. Konuşulamayan konular birkaç tane oldukça kendimizi gizlemeye, maskelemeye yöneliyoruz. İlişkideki iletişim de kopmaya başlıyor. İçe atmaların ruhsal ve fiziksel sağlığa da olumsuz etkisi oluyor.
• Yapılan araştırmalar hemen hemen her türlü hastalığın arkasında küçük travmalar olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin “söyleyememek”, deprem gibi büyük ve akut bir travma olmasa da her gün yaşandıkça bizde duygu ve inanç oluşturuyor. Birçok hastalığa yol açabiliyor. Bütün hastalıkların arkasında buna benzer kalıplar yer alıyor. Dolayısıyla travmatik, bizi üzen, negatif duygusu çok olan yaşantılar tüm sistemimizi etkiliyor. Psikolojik rahatsızlıklar, psikosomatik rahatsızlıklar, migrenler, panik ataklar, depresyonlar başlıyor. Psk. Tükel konuya şöyle bir örnek veriyor: “Geçenlerde üst düzey bir yönetici olan danışanım bir anda kendine zarar vermek istediğini ve sonradan bu haline inanamadığını anlattı. O sırada çekirdek ailesinde, eşinde, işinde bir sürü sorun yaşadığı ve genel olarak ‘ben kimseye muhtaç olmam, her şeyi kendim çözerim’ inanç kalıbına tutunduğu ortaya çıktı. Yıllar onu yormuştu, biriken enerji anlayamadığı bir şekilde dışa vurmuştu. Bu inanç 11 yaşından itibaren oluşmaya başlamıştı ve 11 yaşındaki bu anıyı çözerek sorunu aştık.”

DÖNGÜLERDEN ÇIKIN
• “40 kere söyledim anlamıyor diyorsanız 41’inci kez söylemeyin. Ya söyleyişinizde bir şey var ya da söyleyerek bir yere varamayacaksınız demektir” diyor Psk. Feryal Tükel ve ekliyor: “Her gün salonda çoraplarını çıkarıyorsa ve söylediğiniz halde devam ediyorsa artık söylemeyin, mesela çorapları da kaldırmayın. Bazen en iyi konuşma yolu, eylemdir. 20 çorap biriktiğinde ne olacak, bekleyin, görün. Ya da söyleyiş şeklinizi değiştirin ama aynı yolda ısrar etmeyin. Bazen asıl sorun, sorunu çözmek için yaptığımız konuşmanın kendisi oluyor.”

KENDİNİZE DE DÖNÜN
• “Konuşamamamıza benim hangi yönüm neden oluyor?” diye düşünün. Belki utangaç belki de agresif olduğunuz için konuşma tıkanıyor olabilir. Sizi ne tetikliyor, kendi kullanma kılavuzunuzu da iyi bilmenizde yarar var.

ÜZÜLÜR DİYE SUSMAYIN

• Toplumumuzda, “Aman üzülmesin, aman tatsızlık çıkmasın” diye konuşmamanın da çok sık görüldüğünü belirten Psk. Tükel, “Türk filmleri ile büyüdük. Filmlerde ne olurdu? Mesela kadın hasta olduğunu öğrenir, ölecektir. Adam üzülmesin diye onu aldatmış gibi yapar, nefret ederek ayrılmalarını sağlar ki öldüğünde erkek çok üzülmesin. Oysa hayatta üzücü konular da vardır ve beraber sevinmek kadar beraber üzülebilmek de gerekir.”

EN BAŞTAN KONUŞABİLİRSİNİZ
İlişkilerde bazı temel konuların baştan konuşulması sorunların önünü kesebiliyor. Örneğin para yönetimi, ev işlerinin paylaşımı, kadının çalışıp çalışmayacağı, çocuk sahibi olunup olunmayacağı… Bu konuların cicim aylarında konuşulmadığını ama sonrasında da halledilemediğini belirten Psk. Feryal Tükel, “Bir çift evlenmeden önce uygun bir çift olup olmadıklarını öğrenmek için geldi. Erkeğin ilk evliliğinden çocuğu olduğu için ikinci çocuğu istemediği, kadının ise bunu onaylamış göründüğü halde aslında çocuk istediği ortaya çıktı. Sonuçta bu çift ayrıldı” diyor. Psk. Tükel şöyle devam ediyor: “Karşımızdaki kişinin duyarlı noktalarını harekete geçirmek de önemli. Bir filmde şöyle bir sahne hatırlıyorum: Çocuk sahibi olmak isteyen bir kadın ve istemeyen bir eş var. Erkek, ‘Ben baba olmak istemiyorum, sen niye çocuğun olmasını bu kadar istiyorsun?’ diyor. Kadın şöyle cevaplıyor: ‘Ben çocuğum olsun istemiyorum ki, seninle çocuğumuz olsun istiyorum.’ Adam birden duruyor, konu kafasında yeni bir yere oturuyor. Belki eşiyle birlikte bir şey yaratma isteği tetikleniyor ve sorun çözülüyor.”