Eski defterleri kapatmanın zamanı gelmedi mi?

Gelin kendinize bir iyilik yapın ve eski defterleri açmaktan vazgeçin. Böylece hem bugünkü mutluluğunuzdan olmayın, hem de gelecek günlerde yeni ilişkilere yelken açarken aklınızı karıştıracak sorulardan kurtulun.

Eski defterleri kapatmanın zamanı gelmedi mi?

Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

Büyük aşkla bağlı olduğunuz sevgilinizden ayrıldınız. Belki siz, belki de o istedi bunu... Ama yaşanan güzel günlerin bittiğini bir türlü kabul edemiyorsunuz. Halen içinizde bir ümit ya da bu birlikteliğin neden bittiği konusunda kafanızda cevaplanmayan sorular var ve aklınız fikriniz eski sevgilinizde! “Bu durum insan psikolojisini nasıl etkiliyor, gelecekte nasıl şekilleniyor, sonraki ilişkilere yansımaları neler oluyor” gibi sorularımızı Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Klinik Psikolog Dr. Ayşe Bomba ile görüştük.

İnsan neden geçmişiyle hesaplaşma içinde olur? Bu duruma özellikle ikili ilişkilerde rastlanır diyebilir miyiz?
Geçmiş geçmişte kalmadığında, geçmişin kapanmamış yaraları bugünü etkilemeye başladığında şunu sormak gerekiyor: “Farkında olmadan sırtımda taşıdığım bu hayali çantanın içinde benim için duygusal olarak hazmedemediğim hangi acı anıları taşıyorum?” Çünkü hepimizin geçmişten getirdiği ve henüz temizlenmemiş duygusal yükleri olabiliyor. Bunları fark ettiğimizde, nasıl bir hesaplaşma yolu seçeceğimiz aslında bugünümüzü ve geleceğimizi belirliyor. Ya kendimizi kurban rolünde görüp, her şeyi ve herkesi suçlayan bir dille kaderimize küseceğiz ya da daha etkin bir rol üstlenip, yaşadığımız acıyla yüzleşirken kendimizle ilgili yeni farkındalıklar edineceğiz. İkili ilişkilerde ne yaşarsak yaşayalım, her zaman kendi payımızı üstlenmemiz gerekiyor. Çünkü hikayemiz ne olursa olsun, hepimiz kendi mutluluğumuzdan ve mutsuzluğumuzdan sorumluyuz.

Bu tür davranışların ortaya çıkmasında terk edilmenin rolü nedir? Yoksa her iki durumda da yani terk eden de terk edilen de eski defterleri kurcalar mı?
Ayrılık acısı yaşamış biri -ister terk eden olsun, ister terkedilen- ikili ilişkilerde mutluluğu yeniden yakalayacağı konusunda pek umutlu olmayabiliyor. Her iki rolde de ilişkiyi ayrılığa götüren sebepler anlaşılmadan, kendiyle ilgili ihtiyaçlarının ne olduğunu fark etmeden yeni bir yolculuğa yelken açmak, rüzgar çıktığında savrulmaya sebep olabiliyor. Her acı deneyim eğer bizi yok etmiyorsa, güçlendiriyor aslında. Çoğu zaman da sınıra dayanmadan değişim olmuyor. Birliktelik boyunca yaşanan stresler kişinin hem kendisinin, hem de ilişkisinin sınırlarını tanımak için birer fırsat da olabiliyor. İlişkideki en büyük tuzaklardan biri, karşımızdakini değiştirebileceğimize olan inancımız diyebiliriz. “Evlenince ya da çocuk olunca değişir” gibi beklentiler, yaşanan hayal kırıklıklarıyla birlikte ilişkiyi oldukça yıpratabiliyor. Her birliktelik umutla başlıyor ve başlarda birbirine uyumlanmış, kendi içinde dansını yaratmış bir ikili bulunuyor. Her iki taraf da, bir başkası tarafından tercih edilmiş, seçilmiş ve kabul görmüş olmanın mutluluğunu yaşıyor. Birinin kıymetlisi olmak, sevilmeye değer olduğunu hissetmek ilişkiye güvenle bağlanmayı sağlıyor. Bunlar da ilişkilerdeki en temel ihtiyaçları oluşturuyor. Güvenle bağlanmak, görülmek, duyulmak, önemsenmek gibi... Aradaki güven bağı; çatışmalarda yaşanan karşılıklı suçlama, hakaret ya da alay diliyle zedelenirken, birbirine sırt çevirme ve küsme davranışlarıyla iyice kopma noktasına gelebiliyor. Çünkü küsmek, duygusal olarak karşıdakini reddetmek, onu sevginden men etmek anlamına geliyor. Çiftler belki de ilk defa küstüklerinde duygusal olarak terk etmiş oluyorlar birbirlerini. İlişkinin bittiği yerde ise bu duygusal ayrılık, fiziksel ayrılığa dönüşüyor sadece.

“Kadın unutmaz” Sözü doğru mu? Geçmiş hesapları açma davranışına erkeklerde de rastlanabilir mi?
Unutmak ya da unutmamak cinsiyetten çok, kişilik özelliğiyle ilgili. Kimimiz iyimser, kimimiz kötümser bakış açısıyla sürekli tetikte olup unutmayarak kendini korumaya çalışıyor. Buradaki yaklaşım, geçmiş acı anıları unutmak yerine onlarla yeni bir ilişki kurmak yönünde yapılanma şeklinde oluyor. Kişi onu acıtan, unutamadığı anılarına baktığında, eğer kendisiyle ilgili “Ben değersizim, vazgeçilebilirim” gibi negatif benlik inançlarının tetiklendiğini fark ediyorsa, bunları terapi ortamında çalışmak gerekiyor. Çünkü esasında kendisiyle ilgili neye inandığına bağlı olarak geçmişini her defasında yeniden yazabiliyor.

Eski defterleri kapatmanın zamanı gelmedi mi? - Resim : 1

Kişinin mevcut ya da gelecek ilişkileri bu durumdan nasıl etkileniyor?
İster terk eden, ister terk edilen rolünde olun, biten ilişkide yaşanan bağlanma yaralarını gelecek ilişkilere taşımamak için geçmişin duygusal yüklerini temizlemek önem taşıyor. Aksi halde kişi, yeni bir ilişkide partnerine daha kaygılı bağlanabiliyor. Örneğin, terk edilme kaygısı olan biri kendini doğrulayan kehanet misali, öyle şeyler yapıyor ya da söylüyor ki sonunda korktuğu şey gerçekten başına geliyor.

Geçmişi geçmişte bırakın
“Eğer geçmiş bugün oluyorsa, en ufak bir şey de tetiklenip yoğun duygu seline kapılıyorsanız, öfke kontrol sorunu yaşıyorsanız, kendinizi sakinleştirmekte zorlanıyorsanız, en ufak şeyler bile büyük hayal kırıklığı yaşamanıza yol açıyorsa yapılacak en iyi şey, ikili ilişkide yeni bir yolculuğa çıkmadan önce, bireysel terapiyle önce kendi içinizde bir yolculuğa çıkmanız” diyor Klinik Psikolog Ayşe Bombacı... Terapiyle birlikte kişinin içindeki iyileşme içgüdüsü, tıpkı bir yaranın kapanması ya da iltihabın giderilmesi gibi duygusal beynin, denge ve iyilik durumuna ulaşmaktaki becerilerini yeniden harekete geçiriyor.

Geçmişe takılan birinin bu durumu bir süre sonra saplantılı ruh halinin ortaya çıkmasına yol açıyor mu? Eski partnerine ya da onun yakınlarını taciz etmeye hatta fiziki zarar vermeye varan sonuçlar görülebiliyor mu?
Olabilir tabii ki... Özellikle kişinin kendini mutsuz eden ve ona aslında acı veren eski partnerine saplantılı bir ruh haliyle tutunmaya çalışması sağlıksız bir durumu ifade ediyor. Kimi zaman kişinin kendi benliğinden vazgeçmesi uğruna hissettiği aşkın bu hastalıklı hali, çift ilişkisinin de sonunu hazırlıyor. Çünkü kişi, kaybetme korkusuyla birlikte olduğu insana sıkıca sarılıyor. Yaptığı ve söylediği her şeyi kontrol etmeye çalışıyor. Bu baskıya dayanamayan karşı taraf da ilişkiyi bitirebiliyor. Böylece patolojik aşk yaşayan kişi, en çok korktuğu sonla yani terk edilmeyle karşı karşıya geliyor. Patolojik aşk, normal kıskançlık duygusunun aşırı derecedeki uç noktası oluyor aslında. Partnerinin tepkilerine bağımlı hale gelmiş biri, kendini sürekli onun onayına muhtaç hissediyor. Ondan gelecek güzel, sevgi dolu sözler bu açlığı kısa bir süre için dindirebilse de asla tam olarak doyuramıyor. Patolojik aşk, sürekli ilişkiden beslenmek istiyor. Kişinin tüm odak noktası sevdiği insan oluyor. Dolayısıyla her şeyi onunla yaşamak istiyor, onun dışında kimseye ihtiyaç duymuyor ve o varken kendini güçlü, mutlu hissediyor. “Şimdi o nerede, ne yapıyor, kiminle, beni düşünüyor mu?” fikirleriyle gün içinde defalarca onun sesini duymak ve emin olmak istiyor. Sevdiğini kaybetme korkusu, bir süre sonra ise saplantılı bir biçimde kontrol etme ihtiyacına dönüşüyor. Bağımlı olan kişi, partnerini öylesine baskı altına almaya çalışıyor ki ona neredeyse tek başına nefes alacak alan bırakmaz hale geliyor. Birçok durumda, ilişki bu baskıya dayanamayarak büyük kavgalarla sona eriyor. Çünkü sağlıklı sevgi, kişilerin birey olmasına izin veriyor. Uyumlu bir ilişkide her iki taraf da kendini güvende ve mutlu hissediyor. Sevginin sürekli test edilmemesi gerekiyor. Bireysel ihtiyaçların gözetilmesi de önem taşıyor. Çiftlerin her şeyi bir arada yapmak zorunda hissetmemesi gerekiyor.

Eski defterleri kapatmanın zamanı gelmedi mi? - Resim : 2

Böylesi tablolarla karşılaşmamak için nasıl davranmak gerekir? Saplantılı tarafın profesyonel yardıma ihtiyaç olup olmadığı nasıl anlaşılır?
Yapılan çalışmalar, partnerine hastalık halinde bağımlı olan kişilerin çocukluk dönemlerinde sevgi ve ilgiden mahrum kaldığını gösteriyor. Örneğin; çocukken çoğunlukla yalnız bırakılmış, duygusal ihtiyaçları anne-babası tarafından duyarlı bir biçimde karşılanmamış oluyor. Bu yüzden erken dönemde gelişen, “Ben sevilmeye değer değilim” ya da “Yetersizim ve önemsizim” gibi olumsuz inançlar yerleşiyor. Bunun gibi çocukluk döneminden gelen olumsuz, travmatik yaşantıların etkisiyle terk edilme korkusu pekişiyor. Çift terapilerinde, eşlerin hastalıklı derecede kıskanç olmasının altında bu gibi çocukluk deneyimlerinin yer aldığı görülebiliyor. İlişkide, taraflardan biri aşırı derecede kıskanç davranmaya ve partnerini kontrol etmeye başlarsa, bu durumda yapılacak en iyi şey baskıcı tutum ilişkiye iyice yerleşmeden çiftlerin birbirleriyle açıkça konuşması ve suçlayıcı bir dil kullanmadan rahatsızlıklarını paylaşması oluyor. Çünkü birçok ilişki, çiftler birbirleriyle konuşmadığı ve yaşanan problemler daha da derinleştiği için bitiyor. Eğer çift, yaşanan çatışmalarla tek başına baş edemiyorsa, geç olmadan bir çift terapistine başvurması ise izlenecek en iyi yol oluyor.

* Formsante dergisinden alınmıştır.