Ayşe Özyılmazel: "Klasik karı-koca imajını bu devrin bünyesi kaldırmıyor!"

Fazlasıyla çalışkan, hep yenilikler peşinde olan bir kadın… Kitap da yazdı, albüm de yaptı ve ne yaparsa içine esprili bir şeyler katmayı başardı. Ama bize bir tarafı hep kırık gibi geliyor! Kırık tarafında ‘erkek’ler başrol oyuncusu sanki… Ona; aşk, şehir, yalnızlık, ilişkiler ve kadın kelimelerini verdik. “Bunları kullanarak bize kendini anlat” dedik. İşte onun “ben’ce”si…

Ayşe Özyılmazel:

Özetle, akıldakiyle hayattaki birbirini tutmuyor. 
Kadın ilişkide iki dikiş tutturdu mu gelinlik kız havasına girip annesinden öğrendiklerini uygulamaya giriyor.
Adam da kadını malı belliyor.
İşte zurna burada zırt diyor. Bunda şaşılacak bir şey olmuyor tabii.
Eskinin formülleri bugüne uymuyor işte, uymuyor. Mecburculuğu, yerleşmiş kuralları, klasik kadın-erkek, karı-koca imajını bu devrin bünyesi kaldırmıyor.
Ailelerin şehirli modern kadın ve adamların ensesinden nefeslerini çekmesi gerekiyor.
Çünkü eski yöntemlerle güdülmeye çalışılan yeni modern insanın ilişkisi o şekilde yürümüyor.
Sıkıntıya gelinemiyor, tahammüller az, karşımızdakine duyduğumuz güven yerlerde.
Yalnızlık kol geziyor. İlişkinin içindeyken bile.
Sonra o kadar can yanıyor ki, kişi ilişki terminatörüne dönüşüyor.
‘Başlarım ben böyle işe’ girişiyle kılıçlar çekiliyor, kavgalar kopuyor, kalp kırıklığıyla çırpınan modern insan önüne geleni yerle bir ederken bir an bile vicdanının sesini duymuyor.
Bu olmadı mı? O zaman sıradaki. Sevgiye, aşka, güvene, şefkate açlıktan öleceğiz ama kimse durup kendine, uyduğu düzene bakmıyor.
Korkuyor. Bakarsa göreceklerinden, bakarsa bozacağı ezberinden, bakarsa utanacağı, sıkılacağı kendinden. 
Bence daha fazla kırılmadan, daha fazla kaybolmadan, daha fazla hayal kırıklıklarında boğulmadan yepyeni, kendimize ait, kendimize göre, yaşadığımız çağın şartlarıyla el sıkışan,  bir ilişki formülü bulup uygulamaya koymak gerekiyor.
Özen gerekiyor, sabır gerekiyor, gözlerin doyması gerekiyor, kıymet vermek gerekiyor ve bu çok sesliliğin, çok eşliliğin, çok alternatifin, günlük zevklerin bir sonu olmadığını idrak etmemiz gerekiyor.
Aslında vurdumduymaz olmadığımızı, tek gecelik ilişki dünyasında dans etmenin ayağımızı sıktığını, kalbimizi oyduğunu, yalnızlığın günün sonunda pek de takdirlik ve tatminlik bir duygu olmadığını kavramamız gerekiyor.
Az önce de dedim ya emek gerekiyor, özen gerekiyor, durup bakmak gerekiyor. 
Ne dersiniz? 


Herkes aşk istiyor. Herkes aşık olmak ve aşık olunmak istiyor. Biraz daha açalım; herkes yan yana duracağı, el ele tutuşacağı, hayatını paylaşacağı birini istiyor.
Herkes yalnızlıktan kırılıyor. 
Ve herkes aynı şeyden şikayet ediyor. Bkz: ‘Adam yok’ ve bir kere daha bkz: ‘Kadın yok’.
Peki ey kendine uygun partner bulamayan dostum sen kimsin? Sen adam, sen kadın değil misin?
Sanırım kimsenin gerçeği görmeye, yüzleşmeye ve kendini kabul etmeye cesareti yok.
Konumuz şehir hayatında tutturulamayan ilişkiler. Yüzde 99’umuzda daha bunun tutmuşu yok. İlişkisi olan bekarlığını özlüyor, bekarlığa demir atmışlar ‘benim neyim eksik?’ sorusuyla boğuşuyor.
Bence hiçbir şeyimiz eksik değil aslında. Fazlamız var. Bu maya ondan tutmuyor.
Mesela hayal aleminde yaşamak gibi bir fazlamız var.
Mesela bulunduğumuz devri annelerimizin devrine yamamaya çalışan bir fazlamız var.
Çocukluğumuzdan beri taşıya taşıya altında ezildiğimiz kurallarımızın ağırlığı var.
Evet! Şehir hayatında ilişki tutturulamıyor çünkü eski formüller bugünle el ele veremiyor.
İstiyoruz ki hem 7-24 işimizle boğuşalım hem özgür takılalım hem kimse bize karışmasın hem günde beş çeşit yemek pişirmeyelim hem çok sevilelim hem kafamıza göre takılalım hem modern hem klasik olalım.
E olmuyor. Olamaz ki.
Bugünkü ilişki anlayışımız modern eşyalarla süslü, aynı zamanda naftalin kokan, antikalar dolu, kapısında aslan heykelleri dikilmiş, aynı zamanda televizyonun üstünde danteller serilmiş ve fakat perdeleri kumandayla açılan evlere benziyor.
Sağı solu, başı sonu belli değil yani. Hedef kitlesi ‘Allah ne verdiyse’. 
Kadın şehirli, meslek sahibi, moda kıyafetler giyiyor, kız kıza geziyor, seyahatlere çıkıyor. Adam diyelim elinde purosu, son derece önemli iş toplantıları, havalı restoranlarda masaları, manikürü, pedikürü ile dolanıyor.
Gelin görün ki ikisi bir araya gelince ortaya 80’lerin aile tablolarından kareler çıkıveriyor. En klişesinden. En ‘yine aynı yemek mi var?’ siteminden, en ‘kır bacağını otur’undan, en ‘elinin kiri’nden, en ‘millet ne der?’inden, en matematiklisinden.