Rüya şehir Budapeşte!

Dünyanın en romantik şehri Soylu Buda Güzel Peşte!

Rüya şehir Budapeşte!


Güller, adalar, tepeler
Türk izleri, Buda Kalesi ve çevresiyle sınırlı değil. Kanuni ile birlikte gelip, buralara hem gülü hem kendini sevdiren Gül Baba’nın türbesi de Buda tarafında ama kaleden epey uzaktaki Rózsadomb yani Gül Tepe’de. Türbe bahçesindeki güllerin tomurcuklandığı bahar ayları ziyaret için ideal zaman. Tuna’nın ortasında, kentin en önemli nefes alma yerlerinden Margit Adası’nın da keyfi, en çok bu mevsimde çıkıyor. Adaya hem tekneyle hem de Margit Köprüsü’nden tramvayla ya da yürüyerek ulaşılıyor. Bir zamanlar düellolara sahne olan adada, çiçek tarhları arasında yürümek, bisiklete binmek, ılık yaz akşamları su kulesinin yanındaki açıkhava tiyatrosunda konser izlemek benzersiz deneyimler. Aman karşıtırmayın; dünyanın en ünlü rock festivallerinden Sziget, Margit Adası’nın birkaç kilometre kuzeyindeki Obudai Adası’nda yapılıyor. Burası küçük kahveleriyle, daha çok şehrin sakinleri için gezi alternatifi oluşturuyor.
Peşte’ye geçmeden önce Buda yakasında mutlaka görülmesi gereken son yer de 14 metre uzunluğunda, elinde palmiye yaprağı tutan bir kadınla sembolize edilen Özgürlük Heykeli’nin yer aldığı Gellert Tepeleri. Ama burayı geceye saklıyoruz. Manzaranın gündüz de güzel olduğu kesin ama gece, şehir ışıl ışıl ayaklarımızın altına seriliyor.
Ve Peşte. Zincirli Köprü’den bu kez Tuna’nın diğeryakasına geçiyoruz. Eski adıyla Istvan, yeni adıyla Roosevelt Meydanı’ndan Andrássy Bulvarı’na giriyoruz. ‘Budapeşte’nin ‘Champs-Elysées’si’ olarak tanımlanan bu geniş bulvarda önce sağlı sollu, kentin neredeyse tümüne egemen olan, biraz İngiliz biraz Avusturya mimarisinden esinlenmiş 19’uncu yüzyıl apartmanlarını görüyoruz. Giriş katlarında dünyanın en önemli markalarının dükkânları bulunuyor. Aralarda da ‘kültür mabetleri’. Devlet Opera binası, Kukla Tiyatrosu, ünlü besteci Franz Liszt Müzesi ve “Dünyadaki en iyi örneklerden biri” diye tanımlanan Terör Müzesi ile Nâzım Hikmet’in kaldığı ev bu caddede. Akşam ayinine denk geldiğimiz Budapeşte’nin en büyük katedrali St. Stephane Bazilikası da yine buraya açılan sokaklardan birinde. Gençlerin gözde buluşma mekânı Erzsebet Parkı’na da katedralden kısa bir yürüyüşle ulaşılıyor. Uzun lafın kısası, Budapeşte bir yana, yalnızca Andrássy Bulvarı ve çevresinde bile günler geçirmek mümkün.
Küçük meydanlar, parklar, heykellerle kesilen bulvardaki yapılar, biz ilerledikçe değişiyor, bahçe içinde villalara, konaklara doğru evriliyor. Sonra da bir yanında Modern Sanat Galerisi, bir yanında Güzel Sanatlar Müzesi’yle Kahramanlar Meydanı’na açılıyor. Taksim’in yaklaşık iki katı büyüklüğündeki bu alanda, Macaristan’ı kuran, kurtaran, geliştiren herkesin heykeli var. Tam ortada kurucu yedi kavmin liderleri ile 36 metre yüksekliğindeki sütunun üzerindeki Cebrail heykeli, arkada zaman tüneline girmiş gibi görünen Macar ileri gelenleri yer alıyor.

Budapeşte’de dolaştıkça, kentin ne kadar aldatıcı olduğunu fark edip şaşırıyoruz. Yaklaşık iki milyon nüfusuyla çok geniş olmayan bir alana kurulu kentte, görülmesi gereken öyle çok yer, yapılması gereken öyle çok şey var ki. Her şeyi yapmak olmasa da, hemen her şeyi görmenin en kolay yolunun Tuna Nehri’nde tekne turuna çıkmak olduğuna karar veriyoruz. Kenti güneyden kuzeye gezdiren bu teknelerde, bir yandan tüm Budapeşte tarihi ve önemli yapıların hikâyelerini hem de Türkçe dinlerken, bir yandan da sıcacık tarçınlı çayı yudumlamak gerçek bir keyif oluyor. Gezinin en etkileyici kısmı ise, Budapeşte’nin simge yapılarından muhteşem parlamento binasına dokunacak kadar yakınından geçmek. Yine de tekne turunun yeterli olmadığı belki tek mekân da burası. Çünkü yapının arkada kalan ana girişine gitmezseniz, 1956 yılındaki Kadife Devrim’in anısına yakılan ateşi de, içerideki Macar kraliyet tacını da kaçırmış oluyorsunuz.
Bu şehirde yapılacaklar listenizde önemli bir kalem de termal kaplıcalar. İçinde özel hamamlardan açık havuzlara, lüks restoran ve gece kulüplerine dek dinlenmek ve eğlenmek için her şeyin olduğu onlarca kaplıca arasında seçim yapmak çok zor. Budapeşte’ye zaman yetmiyor ama hazır buralara gelmişken, Macaristan’ın ilk başkenti ve Roma Katolik Kilisesi’nin merkezi, Osmanlı’nın almak için çok uğraştığı Estergon’u, Visegrad’ı ve sanatçılar kasabası Szentendry’ye de gidiyoruz. Budapeşte’nin 40 kilometre kuzeyindeki ülkenin dini başkenti kabul edilen Estergon’da, haşmetli görünümüyle bazilika ve kale çok etkileyici. Kalenin eteklerindeki minaresi yıkık cami ise, müzede gördüğümüz Osmanlı’dan kalma onlarca objeyle birlikte içimize dokunmadı dersek yalan söylemiş oluruz. Haraları, yol kenarındaki küçük kaplıcalarıyla Visegrad’ı geçtikten sonra Osmanlı'dan kaçan Sırp ve Yunanlıların kurduğu, 19’uncu yüzyılda ‘Sanatçılar Şehri’ unvanı verilen Szentendry’ye ulaşıyoruz. Tuna Nehri kıyısında tipik tatil kasabası olan Szentendry, el işi örtü, porselen ve cam eşyalarıyla ünlü. Kaş’ın yeni yeni canlandığı günleri hatırlatan havasıyla, yabancı gelmiyor. Dinginliğiyle Macaristan’ın taşrası da başkenti gibi hiç ayrılmak istemediğimiz bir yere dönüşüyor.

‘Nazlı Budin’
Kentin, ana aksını Zincirli Köprü oluşturuyor. Her iki yakada da mutlaka görülmesi gereken yerlere en kolay bu köprüden ulaşıyorsunuz. Köprü, Buda tarafında sizi ‘Sıfır Kilometre Taşı’nın hemen yanında yer alan Adam Clarke Meydanı’na götürüyor. Budapeşte Kraliyet Sarayı, meydanın bitiminde başlayan tepenin üzerine kurulu. Saraya otomobille, Adam Clarke tünelinden geçip gidebilirsiniz. Ama tavsiyemiz, meydandaki fünikülere binip çıkmanız. Hem yol daha kısa hem de manzaraya nazır füniküler sıra dışı ve çok eğlenceli bir araç. Hemen yanına çıktığınız saraya biraz zaman ayırmanız gerekebilir. Çünkü cumhurbaşkanlığı konutuyla yan yana olan saray, Macar Ulusal Galerisi, Tarih Müzesi ve Szenchyi Kütüphanesi’ne ev sahipliği yapıyor. Sarayın diğer yanında ise Kanuni Sultan Süleyman’ın aldığı anlı şanlı Buda Kalesi var. Osmanlıların ‘Nazlı Budin’ diye tanımladıkları, 145 yıl süren hâkimiyetleri boyunca 75 beylerbeyinin gelip geçtiği kale, kenti, özellikle de Peşte’yi kuşbakışı izlemek için ideal konumda. Kalenin hemen arkasındaki Mathias Kilisesi de Budapeşte’nin simgesel yapılarından; görmeden geçmemek gerek. Çatısındaki rengârenk Zsolnay seramiğinden kiremitlerle belki de rastlayabileceğiniz en şirin ibadethanelerden biri. 1035 tarihli yapı, Osmanlı döneminde cami işlevi görmüş ama koyu Katolik Macarlar, yapıdaki tüm İslami izleri silmeyi başarmış.
Bu bölgede nereye başımızı çevirdiysek, bize bir öykü anlattı. Örneğin kalenin hemen arkasındaki ilk heykel ‘Türk Döven Yanoş’. Osmanlı’dan kurtulmanın şerefine yapılmış. Cesaretiniz varsa, burada heykele ayağından bağlı ‘ehil’ şahini omzunuza alıp, fotoğraf da çektirebiliyorsunuz. Şahinin Macarlar için anlamı büyük. Burayı yurt edinmelerinde onlara rehberlik ettiğine inanıyorlar. Doğrusu o kadar cesaret gösteremediğimiz için biraz ilerideki küçük meydancıktaki şirin kafelerden birinde oturup soluklanmayı, hemen önümüzdeki altın yaldız işlemeli heykeli seyretmeyi tercih ettik. Göz alıcı bu heykel, bir zamanlar kenti kasıp kavuran veba salgınını geride bırakmanın sevinciyle dikilmiş. Gelmişken, Mathias Kilisesi’nin yanındaki bol yıldızlı Hilton’a da göz atmadan geçmedik elbette. Zira burası, dünyadaki en pahalı arsaya sahip oluşuyla ünlü. Nedeni, ne muhteşem Budapeşte manzarası, ne otelin tasarımı, ne de olağanüstü servisi. Yapı, Orta Çağ’dan kalma Meryem Ana manastır kalıntılarının üzerinde yükseliyor. Türkiye’den gelen bizler ise Budapeşte Hilton’u daha çok Mesut Yılmaz’ın ayağının takılıp düştüğü otel (!) olarak biliyoruz.

Bunlara dikkat!
•Macar Forinti’ni Türkiye’de bulmak çok zor. O nedenle yanınıza euro ve Amerikan Doları almanız gerekiyor. Budapeşte’deki döviz bürolarında paranızı değiştirebilirsiniz. Bu işlemi sakın havaalanında yapmayın. Çok düşük kurdan bozuyorlar.
•Toplu taşıma çok gelişmiş. Her yere metro, tramvay ve otobüsle ulaşabiliyorsunuz. Biletleri, otel resepsiyonlarından, gazete bayilerinden, ‘tobacco shop’lardan ve metro girişlerinden alabilirsiniz.
•Taksi genellikle pahalı. Ancak kullanmak isterseniz, mutlaka belli bir şirkete bağlı, üzerinde şirket adı ve telefonu bulunan taksileri tercih edin. Ödemeyi euro ile yapmaktan ise kaçının.
•Budapeşte, Avrupa’nın en güvenli kentlerinden biri. Günün her saatinde sokak ve caddelerde rahatlıkla dolaşabilirsiniz.
* Hemen her yerde visa kart geçiyor. Ancak kredi kartını garsonla gönderme alışkanlığınızı Macaristan’da unutun. Kredi kartınız daima gözünüzün önünde olsun.
•Pek çok Avrupa ülkesi gibi Macaristan’da da iki tür su var. İçmeye alışkın olduğumuz gazsız kaynak suyu, pembe kapaklı şişelerde satılıyor.
•Tuna Nehri üzerindeki tekne turları Erzsebet Köprüsü’nden kalkıyor. Fiyatı kişi başı 20 euro, transferli 30 euro.
Nasıl gidilir?
•Macaristan AB üyesi, dolayısıyla Schengen vizesi almanız gerekiyor. Budapeşte’ye MALEV Air ve THY’nin tarifeli uçuşlarıyla haftanın her günü gidebilirsiniz. Estergon, Visegrad ve Szentendry’ye ise şehirlerarası otobüsleri ve treni kullanarak ya da araç kiralayarak ulaşmak mümkün.
•Türkiye’den Budapeşte’ye turlar da düzenleniyor. Bu destinasyona en fazla önem veren şirketlerden biri de Pronto Tour. Tur paketi, yaklaşık 766 TL’den (326 euro) başlıyor. Uçakla gidiş-dönüş bileti, özel otobüsler ile şehiriçi transfer, üç gece otellerde kahvaltılı konaklama, Türkçe rehberlik hizmeti, seyahat sigortası tur fiyatına dâhil.
Nerede yenir?
Türk ve Macarların damak tatları ve yemekleri birbirine çok benziyor. Macaristan’da da ağırlıklı olarak et yemekleri tercih ediliyor; kümes ve av hayvanları rağbet görüyor. Macarlar, Orta Asya’dan süregelen alışkanlıkla bugün de at eti yiyor. Acı bibere düşkünlükleri de iki toplumun ortak özelliklerinden biri. Tarçını ise çok seviyor, hemen tüm tatlılarında, bazı yemeklerinde kullanıyorlar.
•Kaltenberg
Budapeşte’nin köklü restoranlarından biri. Özelliği kendi biralarını kendilerinin sunması.
Kinizsi Caddesi, 30-36, Budapeşte,
Tel: +36 1 2159792
•Renaissance Restaurant
Lokantadan girer girmez, görevliler size Rönesans dönemi kıyafetleri giydirip, taç takıyor. İştah açıcı olarak sundukları ‘Palinka’ları meşhur. Spesiyalleri ise av etleri. Geleneksel kremalı ceylan çorbasını mutlaka deneyin.
H-2025 Visegrád, Fö Caddesi 11.
Tel: +36 26 398081
•Budafoki Borkatakomba
Nagytétényi Caddesi, 64, Budapeşte, Tel: +36 1 4247955
•Gerbeaud Pastanesi
Budapeşte’nin en ünlü pastanesi. Olağanüstü ambiyansı sizi 1930’lu yıllara götürüyor. Özel yapım pasta ve kurabiyelerinden mutlaka tatmak gerek.
Vörösmarty tér, 7-8, Budapeşte,
Tel: +36 1 4299000
Nerede kalınır?
•Novotel Budapest Danube
Tuna’nın Buda yakasında, parlamento binasının hemen karşı çaprazında yer alıyor. Magrit Köprüsü’ne daha yakın ama Zincirli Köprü’ye de yürüyerek 15 dakikada ulaşıyorsunuz.
www.novotel.com
•Danubius Hotel Gellért
Budapeşte’nin tarihi otellerinden biri. Gellert Tepesi’nin eteklerinde, ünlü Gellert Spa ile aynı binayı paylaşıyor.
www.danubiushotels.com

Tarihe saygı duruşu

Budapeşte’nin her yeri tarih kokuyor gibi geliyor insana. Oysa çoğu yapı hiç de eski değil. Yalnızca Macarlar, II. Dünya Savaşı’nda yıkılan ya da tahrip olan her mekânı birebir yeniden yapmışlar. Tıpkı Zincirli Köprü gibi.
Kahramanlar Meydanı’ndaki Macar liderlerin bronz heykelleri.
Budapeşte’de hiçbir yapı, St Stephen Bazilikası’nın yüksekliğini yani 96 metreyi geçemiyor.
Kraliyet Sarayı’na çıkan füniküler
Kraliyet Sarayı’nın dış duvarı
Gellert’de spa keyfi
Budapeşte’de 118 termal kaynak, onlarca da hamam ve spa var. Gellert en ünlülerinden. 1918 tarihli otel ve hamam, şifalı suları kadar mimarisiyle de tanınıyor.
Estergon Katedrali, 118 metre yüksekliğiyle Macaristan’daki en yüksek yapı. Estergon Kalesi’ni bile gölgede bırakıyor.
Eğlenceli geceler
Kahramanlar Meydanı’nın hemen arkasında ise Avrupa’nın ikinci büyük hayvanat bahçesi var. Zamanınız olursa, ödüllü Elephant House’un bulunduğu hayvanat bahçesini de, hemen yanındaki Robinson Restaurant’ı da mutlaka görün. Restoran, Arnold Schwarzenegger’den, Robert Redford’a, Madonna’ya şehre gelen tüm ünlülerin uğrak yeri. Zaten Budapeşte, tüm sakin görünümünün altında inanılmaz canlı bir gece hayatını saklıyor. Kent, tüm gece dans edebileceğiniz küçük pub-diskolardan, lüks otellerin kumarhanelerine, New York Café gibi entelektüellerin uğrak yerlerinden klasik çigan gecelerini yaşatan restoran-tavernalara çok sayıda seçenek sunuyor. Hepsinin içinde bizim tavsiyemiz ise Budafoki Borkatakomba. Cumhurbaşkanlığının catering’ini de üstlenen bu asırlık işletme, söylendiğine göre Macarların meşhur yemeği gulaş çorbasını en iyi yapan yerlerden biri. Karşılaştırma yapacak kadar deneyimimiz olmasa da, lezzetli olduğunu söyleyebiliriz. Çigan orkestrası eşliğinde yerel dansları izlemek ise başlı başına keyif. Ama burayı özel kılan, şarapları ve mahzeni. Başkentin 10 kilometre güneybatısındaki bu mekân, dünyanın en büyük ahşap şarap fıçısına sahip. Kapağı, bağ bozumunu resmeden ahşap oymadan fıçı, tam 100 bin litre şarap alıyor. Ziyaretçilere açık mahzende ikram edilen, satışı da yapılan Tokaji şarapları çok özel. Çünkü “Kralların şarabı, şarapların kralı” olarak tanımlanan bu tatlı şarabın üretildiği bağlar, artık UNESCO Dünya Mirası listesinde. Bu bağlardan ne asma çıkarılabiliyor, ne de buraya farklı asma türleri getirilebiliyor.
Onu görmeden, hiçbir yere “Dünyanın en romantik şehri” demeyin. Tuna’nın efsunlu suları, inci gibi dizilen zarif köprüleri, tarçın kokan sokakları, görkemli yapıları, nazik insanlarıyla Budapeşte, tüm ezberinizi bozabilir.

Yazı: Eren Başağar

Derler ki, “Köprülerin altından tekneyle geçerken tuttuğunuz dilekler mutlaka gerçekleşir. Bu nedenle dünyanın en şanslı insanları, kentlerinin tam ortasından akan Tuna Nehri’nin üzerinde dokuz köprü bulunan Budapeştelilerdir.” Bu inanışta ne kadar doğruluk payı var bilinmez, ama doğayla insanın el ele verip yarattığı Budapeşte’de yaşamak kadar, yolunu buraya düşürmek de ‘şans’ nitelemesini hak ediyor.
Akşam karanlığı çökerken indiğimiz kentte bizi hafif sisli bir hava sarıyor önce; çevreyi çok iyi algılayamadan hızla geçiyoruz caddelerden. Birdenbire karşımıza Tuna Nehri ve bir gerdanlığın kordonları gibi dizilmiş zarif köprüler çıkıyor, kent kendini bir anda ele veriyor. Çünkü Budapeşte’yi Budapeşte yapan onlar: Bu yıl Rakoczi adını alan Lagymanyos Köprüsü, sonra Petöfi, Szabadsag, Erzsebet, Margit, Arpad, kentin kuzey ucuna doğru Ujpest ve Megyer, ama en çok Szechenyi ya da herkesin bildiği adıyla Zincirli Köprü. Dönemin önde gelenlerinden Istvan Szechenyi, babasının cenazesine vaktinde yetişemeyip bu köprüyü yaptırmaya karar vermeden önce, doğudaki Peşte ile batıdaki Buda ya da tarih kitaplarımızdan (isterseniz ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisini de referans alabilirsiniz) aşina olduğumuz ismiyle Budin, Tuna’nın iki kıyısında farklı yaşamları olan ayrı yerleşimlermiş. Buda, neredeyse Tuna’nın hemen kıyısında dikleşen bir tepenin üzerine kuruluyken, Peşte dümdüz ovanın genişliğine yayılmış. 1848 Macar Devrimi’nden bir yıl sonra tamamlanan Zincirli Köprü sayesinde gelişen ilişki ve alışveriş, 17 Kasım 1873 tarihinde bu iki yerleşimin birleşip, Budapeşte’yi oluşturmasını sağlamış. Bölgedeki en eski yerleşim Obuda’nın da katılmasıyla bugünkü Budapeşte ortaya çıkmış.