Jeanne Antoinette Poisson

Metresin gerçek hikayesi

Jeanne Antoinette Poisson

Jeanne Antoinette böylece müthiş bir servete kavuştu, varlıklı eşini kendine aşık etmeyi başarmıştı ama bunu yeterli görmedi. Kocasıyla Paris’e gittiğinde kendine ‘salon’ denilen bir toplantı mekanı açtı. Burada dönemin en önemli aydınlarını ağırlamaya başladı. Yaklaşımlarıyla cemiyette saygınlığı günden güne arttı, hatta kralın kulağına kadar gitti. 1745 kehanetin gerçekleştiği yıl oldu. Kaderin bir cilvesi olmalı, aralarında kayınpederinin de olduğu birtakım kişiler onun Fransa Kralı XV. Louis ile görüşmesine önayak oldu. Jeanne Antoinette Versay Sarayı’ndaki bir maskeli baloya davet edildi ve bizzat kralın kuzeni prenses Conti tarafından krala takdim edildi. Kral o sırada çalı kıyafeti içindeydi, Jeanne Antoinette ise Diana veya Artemis olarak bilinen av tanrıçası kılığındaydı. Maskesini çıkaran kral onunla flört etmeye başladı. Bu neşeli kadın her defasında kralı güldürmeyi, eğlendirmeyi başarıyor, oyunlar düzenleyerek, partiler organize ederek herkesi kendine hayran bırakıyordu. Kısa süren flört döneminden sonra kendisine görkemli Versailles (Versay) Sarayı’nın kapıları açıldı ve saraya yerleşti.
Bu dönemde önerdiği porselen pembesi Sevres porselenlerinde bir klasiğe dönüştü ve hala ‘Rose de Pompadour, Pompadour pembesi’ olarak satılıyor. Madam Pompadour, Sevres porselenlerini Avrupa’nın en saygın markalarından birine dönüştürmüştü. Sümbülleri çok seviyor, Versay Sarayı’nı sümbül dolu vazolarla donatıyordu. Edebiyat sevgisi de azımsanamayacak boyuttaydı. Dönemin en ünlü yazarı ve filozofu olan Voltaire ile yakındı, üstelik gizlice Diderot’nun ‘Encyclopédie (Ansiklopedi)’sini destekliyordu. Bu çalışma daha sonra internetin bulunuşuna kadar tüm dünyanın en saygın bilgi kaynaklarının jenerik ismine dönüşecekti. Markiz’in kral üzerindeki etkisi gitgide arttı. 1750’lerden sonra kral ona askeri konulardan dış işlerine kadar birçok konuda karar yetkisi verdi. Kral XV. Louis’nin gerçek eşi Marie gölgede kalmış, Markiz de Pompadour ise kralla evlenemese bile adına saraylar yaptırılan kadın olmuştu. Kral, Petit Trianon adındaki sarayı onun için inşa ettiriyordu. Stil sahibi dikimevlerinin kurulmasına, Çin vazolarının bronz kaplı rokoko kulplarla sürahiye dönüştürülmesine, yazı masalarının porselen levhalarla kaplanarak yeni moda trendlerinin yaratılmasına önayak oldu. Dönemin önemli ressamlarını, heykeltıraşlarını ve sanatçılarını himaye ediyor ve onları en rafine şekilde ağırlıyordu.

Markiz de Pompadour olma yolunda
Annesinin ‘küçük kraliçesi’ herkesi etkilemeyi başarsa da onun kralın üzerindeki etkisini çekemeyenler arkasından konuşmaktan geri durmuyordu. Fransızca’da balık anlamına gelen Poisson soyadı sürekli alay konusu oluyordu. Buna sinirlenen Kral XV. Louis, Richelieu Dükü’nü bu yüzden cezalandırmaktan çekinmedi. Kral yeni gözdesine Pompadour malikanesini hediye etti ve burada kalabilmesi için onu ‘markiz’ ilan etti. O artık resmen kralın metresiydi. Fakat burada şunu belirtmekte fayda var, bu kelime Türkçe’de her ne kadar ‘evli erkekle birlikte olan kadın’ anlamına geliyorsa da Fransızca’da ‘hanımefendi’ anlamına geliyordu. Metres olmak, saklanan bir şey değildi, aksine itibarlı bir statüydü. Böylece ‘maîtresse’ ya da Madam Pompadour adıyla anılmaya başlanan Jeanne Antoinette yirmi üç yaşında aldığı unvanla kocasından ayrılmış sayılıyor, kralın metresi olarak güç ve nüfuz kazanıyordu. XV. Louis ile birlikteliği sırasında Fransa’da işler karıştı. Kanada’da, girilen tüm savaşlar da kaybedildi. 1757’deki Gossbach bozgununu yaşayan ülkede, bu kayıpların faturası kralın gözdesi Pompadour markizine de çıkarıldı. Fakat ‘Le bon’ yani iyi kalpli kral olarak anılan XV. Louis ondan asla vazgeçmedi. Çünkü markiz dokunduğu her yerde muhteşem dönüşümler yaratan özel bir kadındı. Mesela porselen üreticisi Sevres’in üretim ve gelişiminden sorumluydu.

Yazı: Mürsel Çavuş
Metres olmak her zaman şanssız, bedbaht kadın olmak anlamına gelmiyor. En azından dünyanın ilk metresi için bu geçerli değildi! Jeanne Antoinette Poisson 1721’de burjuva bir Fransız ailesinin kızı olarak doğmuştu. Sonradan gerçek babasının zengin banker Le Mormant de Tournehem olduğundan şüphelenildi, çünkü bu beyefendi eğitimi ile ilgili tüm masrafları karşılıyor ve kızla yakından ilgileniyordu. Daha çocukken güzelliği, zekası ve becerileriyle dikkat çekiyordu Jeanne Antoinette. Dans ediyor, müzik aletleri çalabiliyordu. Oyunculukta ve şarkı söylemedeki becerileri de göz dolduruyordu. Annesi onu dokuz yaşında bir falcıya götürdü. Falcının kehaneti ilginçti, bu güzel ve becerikli kızın ileride ‘kralın kalbinde taht kuracağını’ söyledi. Annesi de bu kehanetten sonra kızını ‘reinette’ diye sevmeye başladı, yani ona ‘küçük kraliçem’ diyordu. Babasının isteğiyle Roma Katolik Manastırı’nda bir yıl geçiren Jeanne Antoinette dini eğitimini tamamladıktan sonra evine dönüp botanik, tiyatro, resim ve ev yönetimi konusunda eğitildi. Genç kız olduğunda o kadar donanımlıydı ki, ailesi ona uygun bir eş bulmakta zorluk çekti. Bu konuda da Le Mormant de Tournehem imdada yetişti. 19 yaşına geldiğinde Jeanne Antoinette’i kendi yeğeni Charles-Guillaume Le Normant d’Étiolles ile evlendirdi. Düğün hediyesi olarak da yeni çifte kralın avlanma alanının yakınındaki Sénart ormanında bir malikane hediye etti.