Küçük Anne

17 yaşında hamile kalmış bir kız çocuğunun hikayesi...

Küçük Anne

Yazı: Filiz Şeref

Meryem Uzerli’nin hamileliğinden sonra, bekar annelik konusu gündemimize düşüverdi. Gülce Güçer de 19 yaşında çok genç bir bekar anne. Haliyle olayı çok daha sarsıcı ve derinden yaşamış. Ama özellikle ailesinin desteği ile tüm olumsuzlukların üstesinden gelmeyi başarmış.

Lise son sınıfa giden bir genç kız... Topallayan, iki ileri bir geri gidip duran bir ilişkinin pençesinde... Üç ay hastanede yatıyor, kanser olduğunu sanıyor. Ve hiç umulmayan, beklenmedik bir sürprizle karşılaşıyor; hamile olduğunu öğreniyor. Oysa doktorun bahsettiği gebe kelimesinin ne anlama geldiğini bile idrak edemediği bir yaşta. “Hiç beklemediğim bir anda oldu. İşin daha ironik yanı doktor benden önce annemi çağırdı odaya, çünkü reşit değildim ve annem benden önce öğrendi hamile olduğumu” diyor. Bekar anneliğin gündeme geldiği bu günlerde, fazlasıyla genç bir bekar annenin hikayesine tanık olduk.

Hamile olduğunu nasıl öğrendin?
Sürekli bayılıyordum. Epilepsi dahil birçok hastalıktan şüphelendiler. Ama nedenini bulamadılar. Üç ay boyunca hastanede yattım. İlk önce ‘gerilim tipi baş ağrısı’ dendi, sakinleştiriciler verildi bana. Antidepresan da kullandım, MR’a da girdim... Bir gün hastanede, odasına annemi çağırdı doktor. Annem bir saat geçmesine rağmen çıkmadı odadan. Sonra içeri “Biz niye bekliyoruz?” diyerek bir kadın girdi. Çıktı ve, “İçeride bir kadın var, kızının bir hastalığı çıkmış, ağlıyor” dedi. Annem yaşam koçudur ve hep mantığıyla hareket eder... Odaya girdim hemen. “Anne ne hastalığım var?” dedim. “Sakin ol” dedi, ellerimi öpmeye başladı ve doktor, içinde geçen terimlerin anlamını bile bilmediğim bir konuşmanın ardından ‘gebesin’ deyiverdi. “Yani?” dedim, “Yani hamilesin” dedi.

Nasıl bir tepki verdin?
İlk hatırladığım korkuydu. Çünkü bir can taşıma fikri, o sırada sanki midemde bir canavarla yaşıyormuşum gibi hissettirdi. Bu arada yasal kürtaj süresini geçmiştim; Aslan’ı öğrendiğimde 21 haftalıktı. 

Bayılmaların dışında sana bunu belli edecek hiçbir belirti yaşamadın mı peki? 
Regl olmamak, bulantılar, kusmalar vs. Hayır, hiç ihtimal vermemiştim. Her kadın gibi her ay düzenli bir şekilde periyodum ilerliyordu. Bunun genetik bir şey olduğunu ve az da olsa görülebildiğini öğrendim sonra. Göbeğim çıkmamıştı, hatta zayıflıyordum.

O gece nasıl geçti? 
O akşam tuvalete yalnız girememiştim mesela, yapamadım. Hep annemi çağırıyordum yanıma, çünkü korkuyordum. Hamile olan bir kadın elleri göbeğinde uyur ya; ben dokunmamak için uğraşıyordum. Çünkü rüyama giriyordu ve kendimi suçlu hissediyordum. Yastığa başımı koyduğumda, vicdanım diyordu ki, “Sen ne yapıyorsun, içinde bir can taşıyorsun, günah bu yaptığın” ve ben yine artan bir suçlulukla bebekten korkuyordum.

Ertesi gün neler oldu?
Sabah hastaneye gitmeden önce anneme avukata gitmek istediğimi söyledim; madem bir birey şu anda, bebeğin yasal haklarını öğrenmek istiyordum. Sabah avukata gittik. Çok hassasım tabii, öğreneli 24 saatten az bir zaman olmuş... Ve avukattan “Yapmasını biliyordun korunmasını mı bilemedin, ben 50 yaşındayım bir tane kürtajım yok” cümlelerini duydum. İnanamadım. Bu çok ağır geldi... 

Aslan şu anda iki yaşında. Fazlasıyla hareketli ve neşeli bir çocuk. Elbette annesinin de gözbebeği. Gülce’nin sırtında oğlu Aslan’a ithafen A harfi ve altında İngilizce olarak “Birini
sürekli kalbimde hissedecek olmak huzur verici” yazıyor.


Hiç toplum tarafından yadırgandığını hissettin mi?
Şöyle ki, başlarda ben kendim her önüme gelene, tanıştıklarıma benim bir çocuğum var deme ihtiyacı hissediyordum. Sonrasında tabii hikayeyi de anlatmak gerekiyordu. Sonra bıraktım. Şimdi biri ‘babası nerede?’ dediğinde ‘askerde’ diyorum, ya da ‘evli misin?’ dediklerinde ‘hayır öldü babası’ diyebiliyorum... Çünkü sürekli bir sorma hali var insanların.

Okul ne oldu bu arada?
Hamileyken ÖSS’ye girdim, benim için çok gurur vericiydi. Aslan karnımdaydı. Yetenek sınavlarına girdiğimde ise 2-3 aylık bebekti, emziriyordum. Hatta sınavda duramadım, sütüm geliyordu, izin isteyip çıktım... Şu anda iç mimarlık okuyorum. Okulu kazanmam benim kendime verdiğim bir sözdü. Fakat okula giderken hep ‘Ben kötü bir anne miyim, çocuğumu çok mu yalnız bırakıyorum?’ derken buldum kendimi. Çalışan bir kadın değildim ki! Elime para geçse belki tatmin olabilirdim. Ancak şimdi görüyorum ki okula gitmemin de bunları
atlatabilmemde katkısı büyük. Geçen sene tasarımlarını çok beğendiğim bir ayakkabı tasarımcısı vardı ona mail attım ve ardından atölyesinde çalışmaya başladım. Benim hayalime
hizmet eden bir uğraştı bu.

Gençsin, güzelsin... Bir ilişki yaşamak için kendini hazır hissediyor musun?
Terapistim “Aslan’a o kadar aşıksın ki hayatına başka birini alamıyorsun” dedi. Biz de bunun üzerine çalıştık. Ben şu anda 19 yaşında, ilişkileri devam eden ve hala ilişkiyi beceremeyen, aşk acısı çekebilen biriyim. Hatta her ilişkimde kolumu bacağımı bırakmaktan sıkıldım. Bir anne olarak bütün hayatımı etkiliyor bu, enerjim kalmıyor, bu yüzden dikkat
etmeye çalışıyorum artık.

Herkesin vardır evlilik hayalleri ama ben bu hayalleri kuramayacak kadar küçüktüm hamile kaldığımda. Ve zorla bir kalıba sığmaktansa, kendim ve oğlum için doğru olanı yaptım.

Meryem Uzerli’nin yaşadıklarında kendinden bir şeyler buldun mu?
Çok ilgimi çekti durum. Ama gazetedeki röportaja tepkiliydim, Twitter’da da yazdım zaten. Çünkü bekar anne olarak atılan bir başlığın altında iki kişilik bir ilişki okudum ben. Ancak asıl takıldığım nokta ‘Babasının istemediği bir bebeği dünyaya getirirken hiç haksızlık yaptığını düşünmedin mi?’ sorusuydu. Bu benim çok ağırıma gitti. Bu belki de normalde cevap vermeyeceği bir soru ama biz bekar annelerin özellikle hamileyken girdiği psikolojide dimdik ayakta durmalıyım, güçlü olmalıyım olayı var... Hamilelikteki ruh haliyle insan konuşabiliyor. Ancak ‘babasının istemediği’ gibi bir sıfat hiçbir çocuğa yakıştırılamaz. Sen çocuğun için iki kere üzülüyorsan ben 5-6 kere üzülüyorum. Normalde hamile olduğunu öğrenen bir kadın sevinir, herkese haber verir ama bizde durum öyle değil. Zaten toplum bir tokat atıyor bize. Biz bu iç savaşları yaşarken, kendi muhakememizi yaparken biri “Aa bekar mısın sen, babasız mı büyüyecek çocuğun?” gibi şeylerle bana gelmesin. 

Nasıl üstesinden geldin tüm bu yaşadıklarının?
Her şey bir matematik problemi. “Niye ben, neden ben?” demeyi bıraktığım noktada nedenin tamamen ben olduğumu anladım. “Neden ben deme, senden sebep böyle... Bunu böyle kabul et.” Okuduğum tasavvuf kitaplarında böyle diyor. Böyle böyle olayları daha basite indirgeyerek kendimi iyileştirdim. İsyan edesim elbette geliyor bazen... Böyle zamanlarda bir blog açtım oraya yazıyorum. Yazmak kendimi iyileştirme biçimlerimden biri. 

Şu anda nasıl bir ruh hali içindesin? 
Enerjim her şeye yetiyor, işe yetiyor, okula yetiyor, Aslan’a yetiyor, babama destek olmaya yetiyor, sosyal hayatım fazlasıyla devam ediyor. Sanırım onu aldırsaymışım vicdanım beni
öldürürmüş. Benim başarı hikayem Aslan’ın mutluluğundan geçiyor.


Daha erken öğrenmiş olsan, aldırır mıydın bebeği? 
O gün karar vermiş olsaydım evet ama üçüncü günde kesinlikle hayır. Çünkü ultrasona girdikten sonra ilk tekmesini hissettim. Psikolojik miydi bilmiyorum... Onu hissedince, bana
iyi geleceğini hissettiğim noktada ‘tamam’ dedim. Aynı zamanda aldırmak isteseydim hem yaşım küçük hem de kansızlığımdan dolayı yüzde 60 gibi bir ölüm riskim vardı. Çünkü kürtaj yapılamayacak durumdaydık, suni sancı verilecek  ve ölü bir bebek doğuracaktım. Bu aşamaları açıkçası o an pek umursamazdım ama bana “Bebeği veriyoruz ve sen gömüyorsun,
eğer polise yakalanırsan da bizi tanımıyorsun” dedikleri zaman fena oldum. Bunu tabii illegal yapan bir yerden bahsediyoruz, çünkü hastanede yapmaları için şizofreni raporu almam
gerekiyordu, başka türlü bu haftada almıyorlar bebeği. Toplum beni yadırgayabilirdi, ancak bu bir sınavsa, benim bu sınavı geçmem gerekiyordu. Ve o noktada karar vermeme bile ihtiyaç yoktu aslında, her şey olması gerektiği gibiydi. O bebek 21 haftayı doldurmuş, çok sağlıklı ve doğmayı bekleyen bir canlıydı.

Baban nasıl karşıladı?
“Babam çok mantıklı bir adam, bugüne kadar sana sesini bile yükseltmedi ama bu çok farklı bir konu, izin ver ben konuşayım” dedi annem. Hayır dedim ben söyleyeceğim. Bu bir hataysa benim arkasında durmam gerekiyor... Her zamanki gibi akşam yemeği hazırladık. “Doktorun ne dedi?” dedi ilk olarak. Anlattım. İlk yarım saat konuşmadı, hiçbir şey demedi. Sonra, “Ortaya gelecek bir can ve ne olursa olsun o benim torunum, ben kızımın canını tehlikeye atamam, yarın gidip doktorunla konuşacağım, yüzde bir ihtimal bile varsa seni kaybetmemiz adına, unutuyorsun o operasyonu. Ben senin de bebeğin de arkasındayım. Birinin de bir lafı varsa bana gelip söyler, sen uğraşmayacaksın bu durumla” dedi. Ve bunun yakınlarımıza açıklanması 50 kişilik bir yemek ile oldu. Herkes toplandı, babam durumu anlattı, “Birinin lafı varsa gelip bana söyleyebilir” dedi.

Vay be, şahane bir baba. Ne iş yapıyor baban?
İtfaiye arabaları yapıyor. Ancak asıl tasavvufla çok ilgilenir. Sanırım bu yaklaşımı, oradan geliyor. Hep dedi ki, “Benim inandığım kitapta ve dinde Gülce’yi ya da Aslan’ı yargılamak
yazmıyordu.” Elbette çok şanslıyım. Evet her koşulda o çocuk doğardı ama bu kadar kusursuz ilerlemek kolay olmazdı.

Bu sırada Aslan’ın babası nerelerde, ne yapıyor, o kaç yaşında?
O da 21 yaşındaydı. O sırada birlikteydik ama ayrılıp ayrılıp barışıyorduk. Çocuğuz ve sevgiliyiz düşünsenize... Doğumdan 15 gün önce kararımı verdim ben; “Evlenmek istemiyorum”
dedim. Ben anneliği kabul etmiştim ama kadınlık bambaşkaydı. Sırf bunu denemek, ‘acaba yapabiliyor muyum’a bakmak için Aslan’ı ateşe atamazdım. Şu anda boşanmış, düzen kuramamış bir kadın olabilirdim. Bu yüzden ayrıldık. Kesinlikle görüşüp konuşma taraftarı da değildim. Zaten onun ailesi de durumu kabullenmemişti. Doğduktan sonra babam 2-3 kere
Aslan’ı babasıyla görüştürdü. Sonra beş ay sonra çıktı ortaya. Dedim ki, “Ben senin karşına Aslan’ın annesi olarak oturacağım, eğer benim karşıma eski sevgilim olarak geleceksen gelme, hele ki tekrar görüp gideceksen hiç gelme. Çünkü Aslan altı ay sonra sorgulamaya başlayacak ve benim ona verecek bir cevabım yok. Biz böyle iyiyiz, bizim düzenimizi bozma.” Tamam dedi. İyi ki böyle olmuş gerçi, çünkü biz çok mutluyuz. Aslan da mutlu bir bebek. Herkesin vardır evlilik hayalleri ama ben bu hayalleri kuramayacak kadar
küçüktüm hamile kaldığımda. Ve zorla bir kalıba sığmaktansa, kendim ve oğlum için doğru olanı yaptım. 

‘Aslan psikolojimi düzeltti’ diyorsun hep. Nasıl bir psikoloji içindeydin?
İlk başta vicdan azabı. Öyle bir şey ki bu, önümde bir örneğim yoktu. Ben 30 yaşında bekar bir anne değildim. Ben 17 yaşında hamile kalmış bir kız çocuğuydum. En büyük bölünmeyi
ben Vildan’la Haluk’un kızı mıyım, Aslan’ın annesi miyim, yoksa 17 yaşında Gülce miyim diye yaşadım. Bekar bir anne olmaya da bu noktada karar verdim. Annelik hamile kaldığın gün
Tanrı tarafından bahşedilen bir duygu derler ya, bende doğumdan sonra ilerledi bu his. Doğduğu anda bana verdiklerindeki o pamuk şeker hissini hiç unutmuyorum.