Diana da ‘mükemmel’ değildi!

Hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz, sürekli eleştiriyorsunuz, hep ‘daha iyisi olabilir-di’ diye düşünüyorsunuz; kendi yaptıklarınız da buna dahil! Çünkü her şey tam da olması gerektiği gibi kusursuz olmalı! Mı acaba? Mükemmeliyetçilik insanı belki de geliştiren değil, mutsuzluğa götüren bir kişilik özelliği olabilir mi? Hem üstelik, prensesler bile mükemmel değilken...

Diana da ‘mükemmel’ değildi!

Yazı: Ayşegül Doğantekin

Her yaptığınız işin mükemmel olması için uğraşmanız çok güzel ama ya mükemmel diye bir şey yoksa? Evet mükemmel diye bir şey yok çünkü siz her ulaştığınız noktada memnuniyetsiz olacak ve daha mükemmelinin olabileceğini savunacaksınız. Hal böyle olunca da mükemmellik kovaladıkça kaçan ütopik bir varlığa dönüşecek. İşte bu yüzden belki de hep söylenir ya, hiç kimse mükemmel değil diye!

Güzel olmak, yetenekli olmak, hatırı sayılır bir okuldan mezun olmak, iş hayatında başarılı olmak, iyi bir evlilik yapmak, insanlar tarafından sevilmek, takdir görmek... Evet, buraya kadar her şey son derece normal, asıl sorunsa bunların bir tık ötesinde başlıyor. Başarılı olmayı istemek normal karşılanabilirken, ‘en başarılı’ olmayı istemek büyük sorun yaratıyor. Başarıyı kovalamayı son derece olağan bir istek olarak düşünebilirsiniz, peki ya ‘en kusursuz’ işi yapmayı hedeflemek? Elbette insanlar durup dururken mükemmeliyetçi olmuyor. Uzman Psikolog Yelda Öge, mükemmeliyetçiliğin altında yatan sebepleri şöyle açıklıyor: “Mükemmeliyetçilik erken çocukluk döneminde koşulsuz olması gereken ‘kabullenilme, takdir görme, sevilme’ gibi gereksinimlerin koşullu olarak çocuğa sunulmasıyla öğrenilir. Çocuk, ebeveynleri tarafından kabul görmenin davranışlarına bağlı olduğunu keşfeder. Dolayısıyla ebeveynlerin beklentisini karşılamanın ancak mükemmel olmakla gerçekleşeceğini öğrenmeye başlar. Mükemmeliyetçiliğin bir başka nedeni ise, anne-babanın mükemmeliyetçi olması. Ebeveynini taklit eden çocuklar, böylece mükemmel olmayı öğrenmiş olur. Aile ortamında çatışma içinde büyüyen çocuklar (aile içinde anlaşmazlık, tutarsızlıklar) ya da travmatik yaşantılara (taciz, şiddet) maruz kalan çocuklar da kendilerini denetleyebilmek amacıyla savunma mekanizması olarak mükemmeliyetçilik geliştirebiliyorlar. Çocuklukta başlayan bu öğrenme, elbette yetişkinlikte de devam ediyor. Kişi iş yaşamında, özel hayatında, sosyal çevresinde her şeyin kusursuz olması gerektiğine inanıyor.”

Kendinize şimdi şu soruyu sorun: Gerçekten ‘en’lerde yaşamayı istiyor musunuz? Her şeyin zirvesine oturmak sizi ne kadar süre iyi hissettirecek? Aslında oldukça kısa bir süre. Kendinize müthiş hedefler belirleyip ona ulaşmak için saçınızı başınızı yolmak ve sonunda ulaşmak... Belli bir süre sonra sizin gibi birini mutlu etmeyecek ki! Siz yine daha iyisini isteyeceksiniz, o alanda olmasa da başka alanda. Önemli olansa ortalama bir standart ile de pekala mutlu olabileceğinizi keşfetmek.

Diana da ‘mükemmel’ değildi! - Resim : 1

Kim o mükemmel?
En iyisine değil, yapabileceklerinizin en iyisine odaklanın. Rotanızı kendinize çevirdiğinizde daha huzurlu olduğunuzu göreceksiniz. Huzur demişken, asıl amacımızı unuttuk, değil mi? İyi görünmek endişesine öyle bir kapılmışız ki hayattan zevk almayı, mutlu hissetmeyi elimizin tersiyle bir kenara itmişiz. Biz mükemmel olalım da mutlu olmasak da olur! ‘İş yerinde en yüksek pozisyondayım, varsın işten zevk almayayım’ , ‘Erkek arkadaşım çok zengin, bana karşı biraz ilgisiz ama olsun bana kusursuz bir hayat yaşatıyor’ , ‘Pizza çok iyi görünüyor ama hayır! Bu aralar çok kilo aldım, ben bir kinoa salatası alayım lütfen’ , ‘Kusursuz bir düğün olsun istiyorum aşkım, çok mu pahalı? Olsun, arabayı satarız!’, ‘Bu elbise hiç benlik değil ama vücudumu kusursuz gösterdi, alıyorum!’ ve daha milyonlarcası. Tanıdık geldi, değil mi? Bize de! Yiyin o pizzaları, en fazla birkaç gram alacaksınız. Sizi dış görünüşünüz için sevecek olanlar da sevmeyiversin. Dönün bir bakın etrafınıza, kimi tam anlamıyla ‘mükemmel’ olarak tanımlayabilirsiniz? Ya da gerçekten böyle bir insanın olduğunu düşünüyor musunuz? Eğer cevabınız ‘evet’ ise söz konusu kişiyi ne kadar iyi tanıdığınızı bir düşünün. Ya da boşuna kendinizi yormayın, cevabı biz verelim: Pek tanımıyorsunuz. Siz mükemmel değilsiniz, biz de değiliz ve hatta Lady Diana bile mükemmel değildi!

Kusursuz görünen yaşantısında tabii ki onun da pürüzleri vardı ve bu pürüzlü yaşantısını hepimiz televizyon karşısında pür dikkat izledik. Ölümünden tam 21 sene sonra bile hala dilimizden düşmeyen Lady Diana, Prens Charles ile mutsuzluk içinde sürdürdüğü evliliğinde 15 yıl boyunca kendini benimsetmek, kabul ettirmek ve sevdirmek için uğraştı durdu ama ne fayda! Prens Charles hala eski sevgilisi Camilla Parker Bowles’u unutamamıştı ve Diana’nın çırpınışlarının farkında bile değildi.

Boşanmalarından bir sene önce BBC One’da yayınlanan röportajda Diana, oldukça cesur bir açıklamada bulundu: “Bu evlilikte biz üç kişiydik, yani biraz kalabalıktı”. Diana’nın çocuklarına sürekli olarak ‘Seni en çok kim seviyor?’ diye sorduğu da iddiaların arasında yer alıyor.

Oysa hayat kısa
Bu arada, mükemmeliyetçiliğin artık kendinize zarar vermeye başladığı hastalık boyutunu da es geçmemek lazım. Bir nevi vücudun sinyal vermesi, ‘Daha fazla yorma beni!’ çığlıkları atması da diyebiliriz. Mükemmeliyetçi insanlarda ortaya çıkması muhtemel hastalıkların başında kaygı bozukluğu, kişilik bozukluğu, depresyon ve yeme problemleri geliyor. Öyle ki, Diana da bir yeme problemi olan bulimia hastalığına yakalanmıştı. Lady Diana’nın bu hastalığa yakalanmasının sebebinin Prens Charles’ın Diana’yı şişman bulması olduğu iddia ediliyor. Yüksek standartlara ulaşma çabasının kişiye verdiği zararlarla ilgili Uzman Psikolog Yelda Öge şöyle söylüyor: “Bu kişiler çevrelerinden takdir ve onay görmek için çok yüksek standartlara ulaşmaları gerektiğine inanırlar. Bu standartlara ulaşamadıklarında ise öfke ve depresif tepkiler ortaya çıkmaya başlar. Başkaları tarafından yargılanma korkuları sebebiyle sosyal kaygı sorunları başlar. Sosyal ortamlardan uzaklaşırlar, kendilerine karşı özgüvenleri azalmaya başlar.”

Prens Charles ile boşandıktan sonra Dodi Al Fayed ile görüşmeye başlayan Diana, Ağustos 1997’de soru işaretleri ile dolu bir trafik kazasında Dodi Al Fayed ile birlikte hayatını kaybetti. Henüz 36 yaşındayken aramızdan ayrılan Diana’nın bu kısacık yaşantısında kendisini bu kadar yıpratmış olması  aklımızda bir kez daha şu soruyu canlandırıyor: Hayat, başkalarının gözünde yükselebilmeyi yaşama amacı haline getirmek için fazla kısıtlı bir zaman değil mi? Öyleyse bu kısacık zamandaki hedefimiz ne olmalı? Tabii ki kendimizi sevmek ama öyle lafta değil, tüm kusurlarımızla ve hatalarımızla sevmek. Kendinize hata yapma fırsatı tanıyın, yaşamanın tadına işte o zaman varacaksınız. Psikolog Öge önerilerini şu şekilde sıralıyor; “Mükemmel olmanın sizin için yararlarını; yani kazançlarını ve zararlarını listeleyerek kendinizi daha gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirebilirsiniz. Bu liste mükemmeliyetçi olmanın tahmininizden daha büyük bedellere neden olduğunu fark etmenize yardımcı olacak. Örneğin, işinizle ilgili daha fazla sorumluluk aldığınızı ve kaygılı olduğunuzu fark edebilirsiniz. Kendinizden büyük beklentiler içine girmeniz gerçekçi hedefler koymanızı engeller. Gerçekçi ve ulaşılabilir hedefler koymanızın korktuğunuz ve kaygılandığınız kadar sizi olumsuz sonuçlara götürmediğini, tam aksine kendinizi yeterli ve sakin hissettirdiğini keşfedebilirsiniz. Yaşadığınız durumları ön yargılı ve eleştirel değerlendirmek yerine gerçekçi/mantıklı alternatif düşüncelerle değerlendirmeyi öğrenebilirsiniz. Size göre beklentinizin altında kalan durumların iyi taraflarını bulmaya çalışabilirsiniz. Eleştirilmek, mükemmeliyetçi kişiler için kişisel bir saldırı gibi algılanabilir ve çok tepkisel davranmalarına sebep olur. Eleştiriler ve kendiniz hakkında objektif olmaya çalışın. Eğer bir hatadan dolayı eleştiri aldıysanız bunu kabul etmeye çalışın. Unutmayın, kişisel gelişiminizi tamamlamak için hatalar öğretici ve eğiticidir.”

Evet bu yazı da tabii ki daha mükemmel olabilirdi. Ama bu kadarı da yeterince açıklayıcı değil mi?