Hayattaki en büyük başarınız ne?

Evli misiniz? Çocuğunuz var mı? Peki başlıktaki soruya yanıtınız ne? Lütfen pek çok Türk annesinin yaptığı gibi çocuğunuzla ilgili bir şey söylemeyin! Çünkü annelik aslında bir seçim ve hayat başarısı olarak görülmesi bir soruna işaret ediyor. Öyleyse, anneliği biraz abartıyor muyuz dersiniz?

Hayattaki  en büyük başarınız ne?

Kusura bakmayın; abartıyoruz!
‘Peki kadınlar anneliği biraz abartıyor desek ayıp etmiş olur muyuz?’ diye sorduğumuzda Uzman Klinik Psikolog Esra Başöz konunun bu kısmına değil ama farklı kısmına takıldığını belli ediyor: “Genellemelere temkinli yaklaşıyorum ama yine de bence olmayız. Bu aralar anneliğin biraz abartıldığı durumlara sık şahit oluyorum. Annelik çok özel ve zor bir rol ama bir anne kendisinden önce, tüm kaynaklarını tüketircesine çocuklarına karşı verici olduğu noktada annelik amacını ve özünü maalesef kaybediyor. Anneliğin amacı çocuğa destek ve sevgi vererek onu sağlıklı bir birey olarak hayata hazırlamakken, bu tarz annelik çocuğa zarar verici bir hal alıyor. Belki biraz olumsuz bir cevap verdim ama ben ergen ve yetişkinlerle çalışan bir psikoterapistim ve bu tür durumların annelere ve çocuklara ne çok zarar verebildiğini gözlemliyorum. Terapi sürecinde bu tür yapılan yanlışları telafi etmeye çalışıyoruz. Anneliği kendi öncelik ve ihtiyaçlarını da gözeterek sağlıklı, dengeli bir şekilde yaşamak ve ‘mükemmel anne’ olmaya çalışmamak en güzeli.”
Klinik Psikolog Orhan ise, anneliği abartmanın tehlikelerini bir örnekten yola çıkarak açıklıyor: ‘Çalışan annelerin ev hanımı annelere saygılı olduğu günümüzde, ev kadınları sürekli çalışan kadına saldırıyor. Reality şov seyrederek çocuk büyüten bir annedense, çocuğunu akşamları işten sona gören ve ilgilenen bir anne her zaman psikoloji dünyasında daha çok kabul görüyor. Oysa pek çok forum işini çocuğu için bıraktığını söyleyen annelerle dolup taşıyor. Daha önce de bahsettiğimiz değersizlik hissi maalesef kişinin anneliği abartmasıyla gün yüzüne çıkıyor. Böylelikle çocuklarından beklentileri yüksek anneler, beklentiler altında ezilen çocuklar toplumu oluşturmaya başlıyor.”


Annelik eleştirilebilir!
Sizin de çevrenizde vardır annelere laf söyletmeyenler. Ben de bir anneyim ve bazen komik olabildiğimizi kabul etmek gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı, Kürşat Başar’ın geçtiğimiz aylarda dergimizdeki yazısında yazdığı gibi. Bir bebek arabasını bile gösteriş yapmak için özel markalardan seçenler ya da bakıcısı, yardımcısı, sadece İngilizce konuşan dadısı ile gezenler komik olmuyorlar mı bazen, hadi dürüst olun. Kimimiz bu gibi eleştirilerle eğlenirken kimimiz buna bile bozulabiliyor. Oysa dışarıdan nasıl göründüğümüzü bilmemizin kötü hiçbir yanı yok bize kalırsa.
Esra Başöz, ‘Eleştiri alabilmek büyük bir meziyet. Çok az insan hem olumlu, hem olumsuz eleştirileri kabul edebiliyor. Birçok anne günümüzde ‘mükemmel anne’ olmaya çalışıyor çünkü bu aralar ‘mükemmel anne’ olmak çok moda. Mükemmel anneler çocuklarına karşı kendi hayatlarını hiçe sayarcasına verici olma potansiyeli taşıyor. Bunca fedakarlık ve çabanın sonucu olarak da, annelikleriyle ilgili olumsuz bir kelime bile duysalar, saldırganlaşabiliyorlar. Böylece eleştiriye kapalı kısır bir döngüye girmiş oluyorlar” diyor.‘x’in annesi!
Durumun örneklerine en belirgin sosyal medyada rastlıyoruz aslında. Profilinde kendini sadece ya da önce ‘x’in annesi olarak tanımlayan kadınlar sizin de dikkatinizi çekiyordur. Ve hatta belki de onlardan birisiniz! Peki biraz garip gelmiyor mu size de düşününce?
Helpa Akademi’den Klinik Psikolog Gülşah Sam Orhan, kadınların kendini sadece birinin annesi olarak tanımlamasının değersizlik hissiyle bir ilgisi olduğunu söylüyor: “Gerçekten anne olmak isteyerek anne olan kadınların psikolojileri, ilk 40 gün süren lohusalık döneminden sonra ‘zafere ulaşmışlık tatmini’ hissetmeleriyle değişmeye başlıyor. Fakat zaman ilerledikten sonra çevrede bekar veya çocuksuz dostlarının yaptığı aktivitelere katılamamak, hayatının tamamen değiştiği algısını kuvvetlendiriyor. Ve psikolojik sorunlar tam da burada başlıyor. Annede ‘değersizlik bilinci’ gelişmeye başlıyor. Bu bilinç, bebek doğurmuş kadının pohpohlanmasından sonra, yalnız kalması ve beklediği ilgiyi artık görememesiyle başlıyor. Eş kendi hayatına dönüyor. İlgi daha çok bebeğe dönüyor. Kadın bebeği dünyaya getirmede kendini ‘araç’ gibi görmeye başladığı anda, kimlik bunalımına giriyor ve yaşamdaki tek anlamının ‘x’in annesi olmak olduğu fikrine kapılıyor.”
Durum bu kadarla da kalmıyor aslında. Sonrası da ayrı bir muamma... Psikolog Orhan, sonraki basamakları şu şekilde anlatıyor: “Bu değersizlik bilinci kişide gelişiyor ve kadın, bu psikolojisinin dışarıdan anlaşılmaması adına dışarıya tam tersi ‘başarmış ve memnun’ imajı çizmeye başlıyor. Buna savunma mekanizması diyoruz. Bekar veya çocuksuz evli dostlarına sürekli bebeğinden bahsederek esasında mutlu imajı çizmeye çalışıyor. Yaşadığı fiziksel değişimleri, giydiği abartılı kıyafetlerle örtmeye çalışıyor. Evde oturan boş bir insan imajından kurtulmak adına çeşitli gerekli gereksiz kurslara katılmaya başlıyor. Eşi tarafından beğenilme kaygısı taşıdığı için daha takipçi ve alıngan bir hale bürünüyor.”
Acıbadem Hastanesi’nden Ergen ve Yetişkin Psikoterapisti Uzman Klinik Psikolog Esra Başöz ise, bu durumun bir yere kadar normal görülebileceğini söylüyor. “x’in annesi olarak kendini tanımlayan anne, internette annelik üzerine bilgilendirici, anne olduğunu vurgulaması gereken bir bilgi paylaşırken bu ifadeyi bir takma isim olarak kullandığında, burada bir problem olduğunu düşünmüyorum. Fakat bazı anneler kendi önceliklerini gözetmeksizin bütün enerjilerini, zamanlarını ve her şeylerini çocukları için feda ediyor. Bu tür anneler kendilerini ‘x’in annesi’ olarak tanımladıklarında bu somut anlamda doğru bir tanımlama olsa da, anne ve çocuk için sağlıklı olmayan bir durumun dışa vurumu halini alıyor. Anne kendisini çocuğu üzerinden tanımladığında, bu aynı zamanda çocuğun kendi üzerinde baskı hissetmesine de neden oluyor” diyor.
Klinik Psikolog Orhan, çok önemli bir konuya daha değinerek konunun aslında özüne iniyor: “Yaptığımız çalışmalarda çok kullandığım bir soru vardır: ‘Hayat başarınız nedir?’ Bu soruya Türk annesinin cevabı ‘çocuğum ‘x’i dünyaya getirmek’ oluyor çoğu zaman. Annelik esasında bir seçimdir ve hayat başarısı değildir. Sadece bu başarıyla anılmak istemek ise kişinin özgüven eksikliğinden gelir.”


Annelik içgüdüsel bir şey değil!
Anneliği abartılı yaşayanların yanı sıra son yıllarda karşımıza anne olmak istemeyen arkadaşlarımız da çıkıyor. Onlara ‘herkes anne olmalı, sen de bu hissi yaşamalısın’ diye ısrarcı olmak yerine belki de psikologlara kulak vermeli ve onların bizim gibi düşünmeyeceğini algılamalıyız. Klinik Psikolog Orhan, şu ana kadar yapılan psikolojik çalışmaların her kadının annelik içgüdüsü taşımadığını gösterdiğini söylüyor. Bu yüzden de evli her kadın veya çift, çocuk yapmayı gereklilik olarak görmüyor.
Uzman Klinik Psikolog Esra Başöz de, bazı kadınların anneliği büyük yaşamasının bazılarının ise anne olmayı düşünmemesinin nedeninin, anneliğin içgüdüsel olmamasıyla kesinlikli bir ilgisi olduğu görüşüne destek veriyor: “Ülkemizde bazı kadınlar için çocuk sahibi olmak bir öncelik değilken, bazı kadınlar için hayatlarının en önemli projesi olabiliyor. O kadar ki önemli sağlık sorunları olan bazı kadınlar çocuk sahibi olmak için ölümü bile göze alabiliyor. Bu farklılığın en önemli nedeni anneliğin insanlarda bir içgüdü olmaması. Başka bir neden de bazı kadınların diğerlerine göre karakter özelliği olarak daha bakım veren, anaç bir yapıda olmaları. Çok anaç kadınlarda annelik hayatlarının en önemli projesi olduğu için kimliklerinin de en önemli öğesini oluşturuyor. Bu kadınların birçoğunun hayatına baktığınızda annelik dışında pek bir rollerinin olmadığını, çoğunlukla çalışmadıklarını ve çocukları dışında az sayıda veya hiç ilgilerinin olmadığını gözlemleyebilirsiniz.”
Peki annelerin bu hali normal mi? Esra Başöz ekliyor: “Bu durum hem anne hem de çocuk için sağlıksız bir durum. Anneler, çocuklarına karşı çok verici oldukları, hatta kendi hayatlarını tamamen çocuklarına adadıkları zaman çocuklarını kendi mülkleri olarak görmeye başlayabiliyor. Halbuki çocuk anne-babanın mülkü değil. Bu tarz ebeveynler mülkleri ve en büyük projeleri olarak büyüttükleri çocuklarını kendi benlikleriyle eşleştiriyor. Bu durum çocukların küçüklüğünden itibaren ‘Biz acıktık, çişimiz geldi’ gibi masum cümlelerle başlıyor. Benliklerini çocuklarınınkiyle eş tutan anneler, çocuklarının yaptığı olumlu her şeyi, kendilerine yapılmış bir övgü, her başarısızlıklarını da kendi başarısızlıkları olarak yaşıyor. Bu tür anneler hem kendileri hem de çocukları için tehlike oluşturuyor. Bu anneler ile çocuklarının ilişkileri çocuklar büyüyüp kendi tercihlerini yapmaya başladıklarında ve bu tercihler annenin tercihleriyle uyuşmadığında kırılıyor, bir kriz dönemine giriliyor. Bu noktada psikologlara yapılan başvurular artıyor.”     


Yazı: Filiz Şeref

Anne olunca elbette dünya çocuğumuzun etrafında dönmeye başlayıveriyor. Normal olarak... Çünkü ne bir kitap okuyunca, ne bir seyahate çıkınca, ne aşkla değişiyor hayat o denli aslında. Hayatta bir gerçek var ki, anne olunca, işte tam da o anda, hayat gerçekten farklı bir boyuta geçiyor, akışın yönü değişiyor, hayat tepetaklak oluyor. Ancak son dönemde ‘anne’liği biraz abartıyor olabilir miyiz diye düşünmeden edemiyoruz biz. Nereden mi çıkardık bunu?
Düşünsenize, neredeyse her anne olan günümüzde blog yazıyor, kitap çıkarıyor, doğum yapar yapmaz çocuğunun fotoğraflarını paylaşıyor... Her yere dadısıyla gidiyor, en lüks bebek arabasını alıyor, çocuğuyla bir model giyinip sosyal medyada paylaşıyor... Çocuğu her sporu her aktiviteyi yapsın istiyor, üzerine düşüyor da düşüyor. E bir de üzerine kendini sadece çocuğunun annesi olarak tanımlayabiliyor. Her dakika çocuğunu anlatma olayına girmiyoruz bile...
Diğer yandan Instagram’da kendini x’in annesi olarak tanımlayanlardan sadece çocuğuyla fotoğraf koyanlara... Anne olduktan sonra ‘çocuğum da çocuğum’ diyerek işini gücünü bırakıp, anneliği kendini çocuğuna adamak olarak düşünüp, çalışan anneye kötü gözle bakanlara... Şu açık ve net; çevremizde değişik bir anne güruhu var! Ne oluyor peki böyle biz kadınlara? Dedik ya, anneliğin çok güzel olduğu kadar çok da özel olduğunu inkar etmek elbette büyük bir aptallık olur. Ancak, annelik işte! Kadınlar ve anne olmak kadar doğal bir şey olabilir mi hayatta!
Peki şimdi ne oldu da, anneliği bu kadar abartılı yaşar olduk? Neden doğanın kadınlara verdiği bu güzel hediyeyi; sanki yüzyıllardır kadınlar anne olmuyormuş da ilk kez biz olmuşçasına ‘özel’ yaşıyoruz? İş kadını, annelik, evlat olmak, kardeş olmak, arkadaş olmak gibi kimliklerimize neler oluyor? Ve bunların yanı sıra annelikle ilgili eleştirilere neden hiç gelemiyoruz? Neden hep ‘annelik kutsal annelik kutsal’ diye bağırma ihtiyacı duyuyoruz?

Gösteriş olmasa da teşhir var!
Anneliğin abartılı bir diğer şekli ise gösteriş meselesi. Orhan, bu konuya ise şöyle yaklaşıyor: “Bebek arabalarını tabii ki gösteriş amaçlı en lüks markalardan seçiyorlar. Ama bu bebek ve anneyle alakalı değil, her konuda var. Anne olan kadın, anneliğini marka yapma peşinde oluyor. Annelik bir marka değil, bir fenomen değil; soyun devamı için doğal bir seleksiyon. Instagram’da çocuğuyla ilgili fazlaca paylaşım yapmanın ve her yaşadığını blog açarak anlatmanın ise şu sıralar yurt dışında teşhircilik güdüsünü arttırdığı konuşuluyor. Artık yediğimiz yemeğin fotosunu bile paylaşır olduk. Aynı durum annelikte de var. Her anne bebeğiyle gurur duyar. Ama teşhir etme zorunluluğu hissetmez. Bunu yapanlar sosyal medyanın ağına düşmüş anneler. Birkaç foto herkes paylaşabilir. Ama bu her an oluyorsa, teşhir rahatsızlığı var deriz.”
Sosyal medyada Instagram, Facebook, Twitter gibi mecralarda şu durumla da sık karşılaşıyoruz. Kadın 30 yaşını geçmiş evli ve çocukluysa, paylaşımları genelde çocuklarının ve sözde mutlu yuvasının üzerine kurulu oluyor. Kadın 30 yaşını geçmiş ve bekarsa ya da evli ve çocuksuzsa, evcil hayvanı üzerine kurulu bir paylaşım dünyası olduğu görülüyor. Klinik Psikolog Orhan, burada iki farklı psikolojinin ortaya çıktığını söylüyor: ”En çok gözlemlediğim konu, annelerden bekar arkadaşa gelen saldırılar. Yorumlar ‘e hadi evlen de artık bebeğini sev’ tarzıdır. Bu saldırılar kendi örtük ve mutsuz dünyasını karşındakine de tecrübe ettirme isteği esasında. Bir kadın sürekli eşinden ve çocuğundan bahsediyorsa altında mutlaka mutsuzluğu yatıyordur. Kişiler çok tatmin oldukları konuları ispat gereği duymaz ve paylaşma psikolojisinde olmaz. Halinden memnun bir anne bunu sözlü ya da görsel olarak insanların gözüne sokmaz. Mutlu aile tablosunu içinde yaşar, çizmeye gerek duymaz. Ancak tam tersi durumlarda ‘savunma mekanizması’ dediğimiz psikolojik yaklaşımla bunu yaparlar. Annelik kimliği de bunun gibi. Annelik abartılı yaşanacak bir duygu değil, iç dünya annelik halinin coşkusunu yaşamaya yeter. Ben en azından bir anne olarak bu şekilde yapıyorum. Anne olmayan, olamayan ya da olmak istememiş insanların yaralarına dokunmak anneliği kutsal yapmıyor. Dokuz ay bir bebeği karnında taşımak, o bebeğin sahibi olduğun anlamına da gelmiyor. Hayatta hiçbir şeye olmadığımız gibi çocuklarımıza da sahip değiliz.”