"Her şeyin kusursuz bir kurgusu var"

Kendi hayalleri zannettiklerine ulaşmaya çalışırken gerçek hayallerinin içine düşen, bu süreçte başına gelen her sıkıntının “başarı hikayesinin bir parçası olacağını” bilen ve hep “İyi ki” diyebilen biri var karşınızda: Kaan Sekban...


Yazı: Mürsel Çavuş

“Otuz iki yaşımdaydım on yıllık bankacılık kariyerimi bırakıp hayallerimin peşinden koşmaya karar verdiğimde... Allah’ın Amerika’sında, 89 kilo gürbüz bedenim ve ‘upper intermediate’ ile ‘advanced’ arasına sıkışmış devlet lisesi İngilizcem ile müzikal ve kamera önü oyunculuk eğitimleri aldıktan sonra, beni dört gözle beklediğine inandığım gösteri dünyasının kollarına kendimi bıraktığımda herkesin kollarını geri çekeceğini ve yere çakılacağımı nereden bilebilirdim ki?”

Kaan Sekban’ın “Tebrikler Kovuldunuz” adlı kitabı bu satırlarla başlıyor. Kitapta Kaan’la birlikte üniversiteye başlıyor, okulda iş adamlığına soyunuyor, sonra bir bankaya işe giriyoruz. Kendini işe verip özel hayattan feragat etmeler, “Biz olmazsak kurum ne yapar?” diye hasta hasta çalışmalar, gelmeyen terfiler, yöneticilerden gelen anlamsız mobbingler, birazcık yalnız kalabilmek için tuvalete kaçmalar… Hikayeler kurumsal hayatta yaşadıklarımızın bire bir aynısı. Tabii Kaan çok komik anlatıyor ve en dramatik hikayede bile kıkır kıkır gülmekten kendinizi alamıyorsunuz. En azından bende öyle oldu. Kitap o kadar sansürsüz ve içten yazılmış ki, kitabın sonuna doğru Kaan’ı aileden biri gibi hissetmeye başladım, bazı bölümlerde kendimi tezahürat yaparken, tavsiyeler verirken buldum ama Kaan beni duymadı tabii. Bu röportajı okuyun da, okumadan önce keşke kitabı alsanız, önce onu okusanız! “Dergiyi elime almışken röportajı okuyayım, kitabı sonra alırım” diyorsanız, önce Instagram’da Kaan’ı bulun, bir iki videosunu izleyin, enerjisini bir görün ve sonra tatlı sohbetimize ortak olun.

Seni, kitabın “Yılın En İyi İK & Yönetim & Liderlik Kitabı” seçildiği gece ödül töreninde keşfettim. Okumayanlar için önce minik bir özet geçer misin?
Kitap üniversite sınavını kazandığım günden başlıyor, hatta lise yıllarına gönderme var, bankacılık kariyerim sırasındaki bocalamalarım, sahne deneyimlerim... Tamamen “loser” komedisi diyebiliriz. Sonrasında da kendi başarı hikayemi nasıl yazdığımı anlatan aşırı komik, biraz da duygusal bir kitap. Herkes kendinden bir şeyler bulabilir. Evden talk show yaparak, kitap yazarak ve instagram skeçleriyle oldu bütün hadise. Bazısı sahneye çıkmayı merak eder, bazıları yazar olmak ister, ben hepsini tadıyorum. Sahneye çıkıyorum, alkışlar, alkışlar, alkışlar, sonra seyircilerin arasına inip kitabımı imzalıyorum.

Kitap yazma süreci nasıldı?
İki ayda yazdım kitabı, o kadar aktı ki… İkinci kitap da gelecek. İK’cılarla görüşüyorum bol bol, kendileri ile dalga geçmeye hazır insanlara. Eğitimcilerle de dalga geçiyorum. Kitapta 3-5 tane yazım hatası varmış, bir yerde Emma Stone diyeceğime Emma Watson demişim. Okurlar hataları bulup bir sonraki baskılarda yayınevine iletin diye mesaj atıyor. Yayınevine, “Ben de, siz de, editör de hata yapabilir, düzeltmeyin” dedim. Instagram’da filtreler var ya, hatasızlık pornosu yaşıyoruz şu anda, inadına kalsın hatalar, insanların gözüne çakılsın. O kadar korkuyoruz ki hata yapmaktan…

Anlattığına göre ailen iyi bir geleceğin olsun diye seni belli şeylere yönlendiriyor ama o yönlendirmeler sana hiç iyi gelmiyor.
Ailem beni hiçbir şeye zorlamadı. Üniversitede konservatuvar okuyacağım dedim de babam, “Hayır, öyleyse bu evden gideceksin” demedi tabii ama -annem bankacıdır- bankacı olsun, hariciyeci olsun, iyi bir iş adamı olsun fikrini bana aşıladı. İstediğim bölümü kazandım, istediğim işe kendim başvurarak girdim. Toplumun, ailenin manevi yönlendirmeleri oluyor, senden iyi kariyer yapmanı bekliyorlar. Aileye layık olma, utandırmama isteği… Şu an inanılmaz gurur duyuyorlar.

Bu kadar tecrübeden sonra kendi çocuğun olsa nasıl yönlendirirsin?
Çocuğum olursa kendi hayalinin peşinden koşmasını öğütlerim. Yanılacaksa yanılsın, parasız kalacaksa kalsın, ucunda ölüm yok, düşmeden nasıl kalkacağını bilemez ki... Aşırı korumacı anne-babalar için “sobeveyn” diye bir karakter yarattım. Bu kadar koruma altına alındıklarında, anne-baba olmadığında çocuk sorunlarının altından nasıl kalkacak? Anne-babalar düşmeyi de koruma altında öğretmeye çalışıyorlar ama bu da yapay. Bırak çocuk düşsün, bir yerini kırsın, dışlanacaksa dışlansın. Yaramaz bir çocuktum, arkadaşlarım tarafından dışlandığım zamanlar oldu ama ne oldu? Öğrendim kendi başıma kalkmayı ve şu anda çok güçlü hissediyorum. Onlar olmasaydı bugün başardıklarımın hiçbirini başaramazdım, kendimi bu noktaya getiremezdim.

"Her şeyin kusursuz bir kurgusu var" - Resim : 1

” Kitabın bir yerinde, “Artık kendi işini yapmalı” dediğim yerler oldu ama sen çabalamaya devam ettin. Şimdi hikayene dönüp baktığında farkındalığın nasıl?
Bu dönüşümün 32 yaşında olması bana çok zengin bir malzeme verdi. Başıma gelen her sıkıntıda, “Bu benim başarı hikayemin bir parçası olacak” dedim hep, bunu belki 100 kere söylemişimdir, gerçekten de öyle oldu. Daha erken olsa bu kadar malzemem olmazdı. Belki o malzemelerden “yakambeyazbeynimayaz” videoları çıkmayacaktı, belki Instagram olmadığı için bu kadar yayılmayacaktı. Her şeyin bence müthiş bir zamanlaması ve kusursuz bir kurgusu var. 34 yaşında tabii ki 21 yaşındaki birinin enerjisi yok bende ama çok arada bir yaştayım, hem olgunluk var hem de genç enerjim, ikisinin çok keyifli bir harmanı. Hep 35’imden sonra, 45’ten sonra çok güzel bir hayatım olacak diyordum, bu yönde de gidiyor.

Kariyerinde bir şeyler yolunda gitmeyince kafanın karıştığını hissettim kitapta. Bankacılıkta beklediğin kariyer gelseydi oyunculuğu bu kadar ister miydin?
Benim hikayemde hep olmayan şeyler, yokluklar beni bir yerlere itti. Bankacılıkta terfi etseydim muhtemelen oyunculuk daha geç olacaktı veya belki hiç olmayacaktı. Oyunculukta da hep dizilerde oynamayı hayal ettim ama -tipim armut gibi olduğu için- ajanslar, menajerler beni kabul etmeyince, o yokluktan evden talk show yapmaya başladım. Dizi oyuncusu olsaydım belki kısa yoldan popüler olur, sonra sabun köpüğü gibi silinir giderdim. Şu anda kendi hikayemle yolumu çizdiğim için kalıcı bir izleyici kitlesine sahibim. Bin kişilik salonlarda gösterilerimin biletleri tükeniyor. Cem Yılmaz dışında bunu yapan kaç komedyen var? Seyircilerim o kadar sahiplendi ki beni kitabı 3-4 tane alıyor, eşe dosta hediye ediyor. Demek istediğim, kendi hikayeme döndüğüm zaman insanlar beni çok bağrına bastı. Bende kendilerini buldular. Bankada yönetici olsaydım hiç abartmayacağım, gerçekten herkesin sevdiği, çok iyi bir yönetici olurdum ama öyle istemiyorlar. Yöneticiden korkmalısın, çekinmelisin.

Kapakta “Hayallerine varması değil, hayallerine düşmesi gerekiyor” yazıyordu. Hakikaten hayalin senin için doğru olan değil, şu an ulaştığın nokta doğru yermiş. Bir noktada kendi işini yapacak gibi olup başka şeylerle uğraşmaya devam ettin.
Asıl kimliğimin mizah ve komedi olduğunu keşfetmemiştim o zaman. Motivasyon koçluğu, Happy Office, mutlu olmanın yollarını anlatıyordum. O zaman çok tanınmadığım için sadece kendi çevreme yapıyordum, o didaktik bir şeydi. Sonra dedim ki, bunun formu bu değil, başka bir şey olacak ama henüz ne olacağını bilmiyorum. Mizaha, talk show’a, skeçlere yönelince, Happy Office’i kurumsal komediye dönüştürdüm. Kendi hikayemi anlatıyorum, arada kafa açan mesajlar veriyorum, sonunda da kitabı imzalayıp “İşte buymuş” diyorum. Happy Office çok biliyormuş gibi anlatmak değil, mizahla, kendi halinle dalga geçerek anlattığında keyifli hale geldi. Bu şekliyle ona döndüm yine ama içerik zenginleşti. Kurumsalda eğitim verenlerin bir başarı hikayesi yoksa beni çok etkilemiyor. Ben o zaman kendi yolumu bulamamıştım. Şimdi bulduğum için şu anda çok daha iyi karşılanıyor, seviliyor.

Kitapta bahsettiğin yöneticilerden sana geri dönüş oldu mu hiç?
Hayır, belki dönerlerse ikinci kitapta yazarım diye düşündükleri içindir. Yöneticilerin tepkili olduğunu duyuyorum. Burada olay zaten x veya y şirket olması değil, kitaptakilerin her yerde yaşanıyor olması. Bazen “Abartıyor musun?” diyorlar, aksine törpülüyorum. Ben kendi gözlemlerimi, hayal kırıklıklarımı yazdım, kimseye hakaret etmiyorum ama insanlar bundan bile alınıyor. Belki kendilerine dönüp düşünmelerini sağlar. Zaten bakmak zorundalar, bakmazlarsa yeni jenerasyonu mümkün değil tutamazlar. Teşekkür etmek, kariyer haritalarını birlikte oluşturmak, bildiklerini aktarmak, el vermek, kişisel gelişimleri için yeni nesillere destek olmak zorundalar. Benim pozisyonumdakilere, yapılan haksızlıkları hasıraltı etmeyelim, dile getirelim, haykıralım ama diğer yandan kendi alternatiflerimizi üretelim. Ağlayarak, sızlayarak ömür geçmiyor. Kahramanlar masallarda olur, insanın en iyi kahramanı kendisidir. Bir yerden sonra kendi hayatının direksiyonuna geçmeli. Bu kitabı yazmam tam da bu.

Evini ve arabanı kaybettiğin için pişman mısın?
Annem-babam çok üzüldü. Hatta annem kanser atlattı, bazen acaba payım var mıydı diye düşünüyorum. Konuştukça gözlerim doluyor, çok sıkıntı çektik. Şu an çok mutlular. Sahnede o selamı verdikten sonra o alkışlar!500 kişi de sıraya girse kitabı imzalıyorum, kendimi kaybetmemek için “Aman tanrım, neler oluyor?” demeden işimi yapıp kendime “Sakin ol” diyorum. Ancak geriye dönüp baktığımda, hiç destek olmadan, her şeyi kendi kendime yaptığım için ciddi bir başarı bu aslında.

"Her şeyin kusursuz bir kurgusu var" - Resim : 2

Saygın bir işi varken sıfırdan tekrar başladı
Kevin Spacey’den ders almışsın...
Video dersiydi o, o dersleri de cebimde hiç para yokken almıştım. Ben ünlülerin hayat hikayelerini anlatan belgeselleri izlemeyi severim. Elizabeth Taylor’unkini mutlaka seyredin, insanlar ne kadar büyük başarılar elde etmişlerse hayatlarındaki sıkıntılar da o kadar büyük. Sürekli debelenmenin getirdiği zorluklar… Kaç ajansla görüştüm, hiçbiri yüzüme bakmadı. Bu egoyu da zedeleyen bir şey. Saygın bir işim vardı. Şubelere koçluk hizmeti veren, herkesin el üstünde tuttuğu bir insanken bir anda ajansların, yönetmenlerin tokatladığı, beşinci sınıf insan muamelesi yaptığı bir sektöre sıfırdan başladım. En sonunda, “Eee başlarım dedim ve kendi yolumu seçtim.”

Kurumsal hayatla bağın kesilince malzemende eksilme oldu mu?
Benim güçlü bir hafızam var, 10 senenin her günü aklımda neredeyse. Skeçleri yapmaya iki sene sonra başladım, stokta çok var, beyaz yaka malzemesi bitmez, seyircilerim de, “Şunu da işle” diye çok besliyor.

“Bundan sonrası için program yapmıyorum” dedin. Kendini akışta hissediyor musun?
Evet kesinlikle. Gelen mailleri açıyorum, bana gelen işlere bakıyorum, kafama yatanlarla görüşüyorum, ilerleyebiliyorsak ilerliyorum o kadar.

Oyunculukla ilgili beklentin var mı hala?
Beklenti demeyelim ama yapmak istediğim şeyler var. Mesela kara komedi tarzında iyi bir oyun yazıp, iyi bir oyunda oynamak istiyorum.

Eski Kaan ile yeni Kaan arasında nasıl bir fark var?
Çok fark var. Eskiden bazı insanları, isimleri, çok büyütürdüm. Duayen denilen kişileri, yapım şirketlerini, yönetmenleri. Şu anda tek önemli şey var; ne üretebiliyorum, onu ne kadar geliştirebiliyorum, ürettiğimle güldürebiliyor muyum, kafa açabiliyor muyum, sosyal medyadan kurduğum o iletişimi ne kadar gerçek kılıyorum? Mesela eski Kaan olsa, “Şu gazete gelsin, bu dergi gelsin, şurada yayınlansın” derdi. Şimdi ben çağırmıyorum gazetecileri. Seyirci bilsin, seyirci önersin. Her gün İnstagram’dan 300-400 kişi geliyor, çok iyi profilleri olan insanlar. Takipçilerim şovuma gelen, kitabımı alan, eşine dostuna tavsiye eden, mesajlaşma gruplarında paylaşan insanlar. Geçen gün otobüste bir kız, ablası ile yazışmalarını gösterdi, benim skeçlerimi atıyormuş ablasına. Her kesimden insanların videolarımda kendini bulduğu bir şey var ve kitap, videolar, gösteriler birbirini çok besliyor. Bu kadar iyi bir paket sunduğum için de bence bu kadar talep görüyor. Bazı aklıeveller, “Kaan’ın arkasında kim var, o salonları nasıl dolduruyor?” diye soruyor. Bilmedikleri bir şey var, ben mesajlara dönerim. O iletişimi gerçek tutunca da insanlar salonları dolduruyor.

Türkiye gündemi, siyaseti seni nasıl etkiliyor?
Siyasetle işim yok, söylenmeyi seven biri değilim. Hoşuma gitmeyen bir şey varsa, ülke geriye gidiyorsa sebebi benimdir, üstüme düşeni layıkıyla yerine getirmemişimdir. Benim düşünmediğim gibi düşünen bir siyasi sistem var ise o zaman onlar daha iyi çalışmış demektir. Kendilerini daha iyi ifade etmişler, ben edememişim demektir. 45 yaşından sonra siyasete girmeyi istiyorum. Belediye başkanlığı ile başlayan yeni bir siyasi kariyere başlamak ve siyasete renk getirmek istiyorum. Dünyada neler yaşanmış, atom bombaları atılmış, savaşlarda milyonlarca insan ölmüş. Atatürk’e kaç kere tutuklama kararı çıkarılmış, kaç kez ölüme mahkum edilmiş. O ne yapmış? Tüm halkı arkasına alıp 600 yıllık Osmanlı dönemini sonlandırıp, ülke kurmuş. Bugün Trump’tan mı korkacağım, Putin’den mi? Hayır efendim. Doğru örgütlenmeyle, doğru iletişimle, topluma doğru dokunmayla her şeyi tersine çevirebilirsiniz. Çok ciddi bir disiplin ve çalışma ile... Bugünkü siyasi iktidar 3040 senedir çok iyi çalışmıyor mu? Bunun karşısındaki görüş ne yaptı? Bu eleştirileri yapmadan Türkiye’nin gidişatı okunmaz. Siz geri gittiğini düşünüyorsunuzdur, bazıları ileri gittiğini... Türkiye bir yere gidiyorsa o gidişatın altını 30-40 senelik perspektife bakmadan anlamak güç. Yani “Türk halkı cahil, Türk halkı bilmem ne” diyemeyiz. Onu söyleyince baştan kaybederiz. Dışarıdan mı destekli, Amerika mı getirdi gibi teorilere de bakmıyorum. Siz zemin hazırlarsanız, meydanı boş bırakırsanız Papua Yeni Gine bile gelir. Meydanı boş bırakmayacaksınız. Oy kullanmayan milyonlarca insan var, son referandumun ne kadar yakın çıktığını gördük. Oy kullanmayanlar oy kullansa Amerika mı engelleyecekti bunu? Atatürk bu yüzden değerliydi, kimsenin müdahil olmasına izin vermedi, kapitülasyonların karşısında dimdik durdu, Lozan Barış Anlaşması’nı imzalayıp Sevr’i çöpe attı. Ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsız oldu. Muhalefet partilerinin muhalefette kalmayı sevdiğini düşünüyorum. Direksiyonun başına geçmek zordur. Kurumsal hayatta da bazı insanlar “Neden terfi etmiyorum?” diye ağlar ama aslında bunu istemezler çünkü sorumluluk almak zordur. Çift taraflı bakmak zorundayız. Şimdi salonlarım doluyor, dolmasa “İnsanlar mizahtan anlamıyor” demem. Dolmasa tabii ki bakarım buna, ya duyuramadım, ya kendimi tekrarladım, ya insanları sıktım. Sebebi benim. Başarılı mıyım benim, başarısız mıyım o da benim. Tabii dış etkenler var ama özü insanın kendisi.

Başka bir mesajın var mı?

“Kim?” sorusu ile çok ilgilenmemek lazım. Kim ne yaptı, kim ne dedi, ne oldu, neden oldu, neye sebep oldu, getirdiği ne, götürdüğü ne gibi geniş perspektiften iki taraflı, hatta üç taraflı baktığınızda başarının da mutluluğun da geleceğini düşünüyorum. Çalışmak, yorulmak önemli. Kahraman beklemek yok. Gelmeyecek. Evet Atatürk çıktı ama o ikna etmeseydi halk arkasından gelmeyecekti. Halk arkasından gitmeseydi Atatürk olmayacaktı. Bu ikisi bir araya gelince bir şey oldu. Atatürk her şeyiyle çok iyi bir örnek.

* Pozitif dergisinden alınmıştır.