Aşıkken!

Aşıkken de bambaşka diyarlara uçtuğunu, sınır tanımadığını söylüyor.

Aşıkken!

Güzellik sizce her kapıyı açar mı?
Arslan’a göre, yok böyle bir durum: “Fiziksel güzellik hiçbir şeydir. Güzelliğin başka şeylerle zekayla, vicdanla, adalet duygusuyla filan ilgisi olduğuna inanıyorum.”

‘Hayatımın başarılı kadınları’ dediği isimler ise; ona inanıp ilk rolünü veren Tomris Giritlioğlu ve ‘benim için menajerden çok öte’ dediği Rezzan Çankır. Bugünkü başarısında en büyük katkının ise ailesine ait olduğunu söylüyor: “Ailem ne yapmak istediysem hep arkamda oldu. Onlar benim her şeyim.” Öyle rol modeli olanlardan değil ama… Kendine has olmak peşinde.

En büyük keyfinin, sinema ve müzik olduğunu söylüyor. Aynı zamanda fırsat buldukça yemek yapmayı sevdiğini... Meziyetli de; annesinin şahane yemekler yaptığını, elinin kendisine de biraz geçmiş olduğunu anlatıyor. Kalbe giden yolda başarılı anlayacağınız, sevdiği erkek için yemek yapan kadınlardan...

Sokakta hep rahat kıyafetlerle rastlasak da ona, sıkı bir moda takipçisi olduğunu söylüyor. Tarzını ifade ederken “Parçalar çok farklı olabilir. Bütündeki uyum önemli” diyor.

Çok güzel yemek yapıyor, ilgiden şımarmayı hastalıklı bir durum sayıyor, bazen çok nemrut olabiliyor… Bunları kendi söylüyor. Ben mi? Gülcan Arslan nasıl bir kız diye soracak olanlara, ilk etapta hiç öyle karakterinin özelliklerini sıralamayacağım kusura bakmayınız. Göz var nizam var, Gülcan Arslan her şeyden önce çok, çoook güzel bir genç kadın. Kıskanılası; ama mütevazılığıyla bu durumu hayranlığa çevirmeyi de başaran biri. Tüm çekim ekibinin dediği gibi, ‘sanki yabancı bir model’le çalıştık kapak çekimi sırasında bu ay. Hal böyle olunca, onunla ilgili internetteki yorumların genel olarak ‘Hüzünlü bir güzelliği var’, ‘Makyajsızken de çok güzel ’, ‘Çok masum ve doğal bir güzellik’, ‘Bir Çocuk Sevdim’i izleme sebebim’ şeklinde vuku bulması hiç de anormal değil. Kamuflaj montu, beyaz tişörtü, yeşil pantolonu ile Grand Hyatt Hotel’in 212 numaralı odasından içeri girdiğinde, bunu bir kez daha idrak ettik. Gayet sıradan kıyafetler içinde bile, kendini belli eden bir havası var. Önce mesafeli biri sandık ama yanılmışız. Biraz yakınlaşınca, komik, akıllı ve karakter sahibi olduğunu keşfediyorsunuz. O ‘iyi kız’lardan...

Hayatın gerçekleri; siyaset, savaşlar, açlık, enflasyon diye söze başladığımızda ise, “Uzaydan veya başka bir ülkeden gelmedim tabii ki buraya. Ülkemde yaşanan acı da sevinç de aynı zamanda benim” diyor.

En büyük hayali?
Geleceğe dair hedefi, arzusu, dileği? “Sağlıklı, mutlu, huzurlu bir şekilde işimi yapmak. İşten kastım mutlaka oyunculuk değil bu arada. Mutlu değilsem hiç düşünmeden bırakabilirim. Mutluluk, huzur benim için daha önemli.”Kendisinin, fiziksel özelliklerinin farkına varması lise dönemine denk düşüyor. Sadece kendini keşfetmiyor aslında, hayata karşı sınırları zorlamayı da öğreniyor. Ortaokula kadar okulun en iyi öğrencisiyken, liseyi okumak için tamamen kendi kararıyla Karasu’dan ayrılıyor ve Çamlıca Kız Lisesi’ne gidiyor: “İlk yıl az daha sınıfta kalıyordum. Allah’tan ikinci yıl formumu buldum. Ben herhalde bu geçiş döneminde elindekiyle yetinmemeyi, sınırları zorlamayı öğrendim. Ama aynı zamanda elindekinin kıymetini bilmeyi de. Aileme çok düşkünümdür. Bu da belki onlardan erken kopmamdan böyle.”

Oyunculuk ise o zamanlar hiç aklında fikrinde yokmuş. Bu maceraya şans eseri başlayanlardan anlayacağınız. “Liseyi bitirdikten sonra Almanya’ya ablamın yanına gitmiştim. Hangi üniversite diye düşünürken, ablam niye oyunculuğu denemiyorsun dediğinde, bende şimşek çaktı. Türkiye’ye döndüm ve Sadri Alışık Kültür Merkezi’nin açtığı sınavlara girdim. Beni mi alacaklar derken kendimi derslerde buldum.”

Sevmeyi mi sevilmeyi mi tercih edersiniz dediğimizde ise “Biri olmadan diğerini yaşamayı Allah nasip etmesin” diyor.

“Kendimle çok dalga geçerim”

Sohbet ilerlerken yavaş yavaş onun hınzır, esprili, keyifli tarafını daha da iyi keşfediyoruz. Bu da bizi bu sakin görüntünün altında başka neler yatıyor acaba diye düşünmeye sevk ediyor. “Uyumlu, ılımlı biri gibi görünüyorsunuz ama var mıdır sizin de arızalarınız?” diye sorduğumuzda, “İnsanlarla iletişim kurmakta zorluk çekmem. Bundan keyif de alırım. Çok kolay arkadaşlık kurabilirim. Ama Karadeniz kızıyım sonuçta. Çok nemrut da olabilirim. Bunun çizgisi de saygı ve yalan” diyor.

Sonuç olarak kendisiyle barışık biri Gülcan Arslan. “Severim ben kendimi. Her şey insanın kendisinde başlıyor. Kendinle ilişkin nasılsa başkalarıyla da öyle oluyor. Çok da dalga geçerim kendimle, kendi taklidimi yaparım.” Dolayısıyla, hayata da pozitif bakanlardan. Hayatta öyle büyük karamsarlıklara kapıldığı zamanlar olmamış…

Şan şöhret para pul bu işin en dikkat çeken, en cazibeli tarafı. Bu genç kadına ne ifade ediyor acaba? “Biz her akşam insanların evine konuk oluyoruz. Aileden biriyiz aslında. Sokakta tanınıyor olmak evet bir yandan hoş ama çok büyük de bir sorumluluk. Yaptığımız her davranış, ağzımızdan çıkan her söz birileri tarafından izlenip örnek alınıyor. Hem işimizde hem özel hayatımızda…” Gözlerini ondan ayıramayan, peşine düşen erkekler peki? “Bu da işin bir parçası. İlgiden şımarmak hastalıklı bir durum.”

“Güzel yemek yaparım”

Şu sıralar ekranda her gün yeni bir diziye, her dizide yepyeni genç oyunculara rastlıyoruz. Onca genç oyuncu varken, onu bir adım öne geçiren şeyi, örneğin Mine karakterini oynuyor olmasının sebebini açıklamasını istiyoruz. O ise bize; “Ortada bir başarı varsa bu projenin başarısı. Doğru projede olmak çok önemli. Benim başarılı olduğumu düşünüyorsanız, o, işimi hakkıyla yapma çabasından başka bir şey değil. Siz gereken değeri, emeği verince mutlaka karşılığını alıyorsunuz” diyor.

Tahmin edeceğiniz üzere, klasik ama can alıcı sorumuz geliyor arkasından hemen: Sinan mı, Timur mu?
Bu kez politik bir yanıt ile karşılaşıyoruz: “Timur’a dönüşmüş Sinan.” Arkasından da ekliyor; “Aşk hayatın ateşi, enerjisi. Ama sevgi ve huzur da devamı.”

Laf aşka gelmişken, son zamanlarda adının karıştığı dedikodulara getiriyoruz muhabbeti ama o da aşk hayatıyla ilgili ser verip sır vermeyen ünlülerden. Aşıkken nasıl bir kadına dönüştüğünü anlatıyor onun yerine: “Gözüm hiçbir şeyi görmez. Sonuna kadar giderim. Elimden gelenin kat kat fazlasını yaparım. Olduğunu sandığım sınırlar kalmaz ortalıkta. Bunun da insanın kendisiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Sonuçta hep eksik bir şey var. Diğer yarımızı bulduğumuzda onun peşinde savaşmaya başlıyoruz. Bütün olmak için. Aşk bu nedenle benim için hayatın enerjisi, kaynağı.” Bir erkekte onu ilk çeken detaylar ise, öncelikle zeka, sonra vicdan. “Vicdansız zeka çok tehlikeli. Diğeri de salaklık” diyebilecek kadar da bu konuya takılmış durumda.

“Aşk, hayatın enerjisi”
Peki ya sonra? Oyuncu olmak için virajlı yollardan mı geçmişti acaba, yoksa asfalttan düz yoldan mı basıp gaza buralara gelmişti? “Bulunduğunuz yerin hakkını vermeden bir ilerisine geçemezsiniz. Ben yaptığım her işi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Bu bir yolculuk, virajlar da yol üstünde her zaman olacak. Bu benim altıncı projem. Ancak hala bir yere vardığımı düşünmüyorum” diyor. Şu anda fazlasıyla haşır neşir olduğu, tüm zamanını alan Mine karakterine getiriyoruz lafı. “Bir keresinde Mine’nin içine Gülcan kaçtı demiştim. Biraz öyle oluyor. Tabii ki Mine tasarlanmış bir karakter ama ona ben hayat veriyorum. Mine’nin asiliği, hayatının iplerini elinde tutmaya çalışması, neşesi, hayat dolu oluşunu seviyorum” diyor.

Beklenmeyen bir oyunculuk macerası
Hikaye Adapazarı’nda başlıyor. Çocuklarını ve birbirlerini çok seven bir anne-babanın çocuğu olarak Karasu’da dünyaya geliyor. Üç kardeşin en küçüğü olarak son derece mutlu, huzurlu bir çocukluk geçiriyor. “Oyuncak bebek gibi severmiş beni bizimkiler. Çok uslu bir çocukmuşum nedense” derken ‘nedense’ kelimesinin neden cümle sonuna eklendiğini haylaz bakışlarından anlıyor insan... O bir miktar yaramaz bir kız. “Her zaman oyuna varım diyen bir halim var” demesi de bundan…

Kaşının gözünün temeline inmek istiyoruz doğal olarak… “Hem fiziksel hem kişilik olarak Karadeniz kızıyım ben. Güzel olur Karadeniz kızları” diyor hemen. Hep dikkat çeken bir kız mı oldunuz diyoruz, “Ne yalan söyleyeyim, öyle oldu” diye yanıtlıyor gülümseyerek.

Tüm bu öğrendiklerimizin ardından insanları ters köşeye yatıran bir tavır seziyoruz kendisinde, fakat “İçimdeki yüzüme yansır hemen benim” diyerek, neysem oyum imajının altını çiziyor.

Oyunculukta bizi ters köşeye yatıracak bir rolle karşımıza çıkar mısınız dediğimizde, “Oyunculuğun en güzel yanı bu değil mi zaten? Hep farklı durumları, farklı hayatları yaşamak. Ama sonunda yine kendin kalabilmek.” Onu da birçokları gibi oyunculuğa bağlayanın, oyunculuğun bu şizofrenik hali olduğunu anlıyoruz bu kez.