Ben kimim? Bu hayatın ne kadarı bana ait?

Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz

Ben kimim? Bu hayatın ne kadarı bana ait?

Yine de Brezilyalı kadınların popoları şahane değil mi?
Valla bu konuda kimse Slavların eline su dökemez bence.

Ben sizle bir kere Berlin’e gittim, muhteşemdiniz. Hep böyle iyi bir seyahat arkadaşı mısınız? Uyumsuzluk yaptığınız, su kaçırdığınız olur mu? Seyahatte hep olumlu biri misiniz?
Seyahate eğlenmek için gidiyorum, neden huysuzluk yapayım. Ancak ruh hastaları hayatı kendilerine zindan edecek huzursuzluklara neden olurlar.

Bir de dünyanın her yerindeki derbileri takip etme hayaliniz varmış, o nedir?
Futbol seyretmeyi severim. Hayalim, dünyadaki önemli derbileri izleyip, bir kitap yapmak. Celtic-Glasgow Rangers, Olimpiakos-AEK, River Plate-Boca Juniors, Manchester United-Manchester City, Real Madrid-Atletico Madrid gibi anlamı olan derbileri izlemek, maçtan önce taraftar barlarında takılıp o duyguyu yaşayıp, yazmak isterim.

Hayata geçirebileceğinize inanıyor musunuz?
Neden olmasın? Bunları yapabilecek kadar para kazandım. Kızım da büyüdü, okulunu bitiriyor, artık bunları yapabilirim!Siz gerçekten kafanızı meşgul eden şeyleri kiminle konuşursunuz? “Kapalı kutu” musunuz?
Sanıyorum öyleyim. Kafamı meşgul eden meseleler genel meseleler ise yakın arkadaşlarımla konuşurum tabii. Ama kişisel problemlerimi çoğu zaman kendime bile anlatamadığım için arkadaşlarıma hiç anlatmam. Zaten onlar da pek anlatmazlar. Sanıyorum, erkek olmak durumu ile ilgili. Kadınlar daha farklı, onlar meselelerini en yakın arkadaşlarıyla saatlerce konuşabiliyorlar, biz yapamıyoruz.

Bir kadınla gitmeyi tercih etmez miydiniz?
Bir kadınla değil, özel bir kadınla yolculuk, gittiğin yerden bağımsız olarak da yolculuk sayılır zaten. Yani senin için özel bir kadınla evde otururken bile bir yolculuk yaparsın zaten. Ama Trassibirya Ekspresi’nde Mustafa’nın yerine bir kadın olsa mıydı diye düşünecek olursam, yanıtım “Hayır, gerekmezdi” olur.

Erkek geyiği bir an geliyor sıkmıyor mu?
Erkek geyiği dediğin şey Pulp Fiction’daki gibi bir şeyse sıkar tabii. Ya da bilmem hangi kadının göğüslerinden, futbol maçlarının sonuçlarından söz ediyorsan kuşkusuz o da sıkar. Ayrıca somut bir kadınla ilgili olarak erkeklerin birbirleriyle konuşmasını da ayıplarım. Yani biz arkadaşlarla pek geyik yapmıyoruz, geyikten kastın buysa.

Bir de Finlandiya’yı dinleyelim... Orada en çok neden etkilendiniz?
Boşluk duygusundan etkilendim. Küçücük köyler, evlerin arasında neresinden baksan üç-dört kilometre mesafe vardı. O evde yaşıyorsan yanındaki insanın çok önemli olduğunu düşündüm. Böyle kadınlar ve erkekler var. Başka kimseye ihtiyaç duymadan, dünyanın bir ucunda, her şeyden uzak baş başa yaşayıp, mutlu olabilen kadınlar ve erkekler! Şahane bir duygu bence.

Oradaki duygunuz neydi? Hüzün mü?
Hüzün denemez. Boşluğun insanın içinde yarattığı korku ile karışık bir şey bu.  

Oraları görmemiş birine nasıl anlatırsınız?
Soğuktu, çok kar vardı, ormanlar çok güzeldi! Çok konuşmayı sevmem, bilirsin!

Seyahate çıkarken bavulunuzu kendiniz mi yaparsınız?
İlkokulu bitirdim ve yatılı okula gittim. O günden beri de bavulumu kendim yaparım. Bavulumda hiçbir şey eksik olmaz, kirletmeden geri getirdiğim fazladan bir giyecek de!

Mutlaka ama mutlaka yanınıza aldığınız şeyler neler? Asla bavula koymayı ihmal etmediğiniz...
Yanıt: Temizlik ve ‘güzellik’ malzemelerim. Her gün için ayrı çamaşır ve giysiler. En az iki kitap. Birinden sıkılırsam, diğerini okurum diye. Bilgisayarım ve iPod’um.

Neler dinliyorsunuz seyahat ederken...
Pink Floyd, Freddy Mercury, Paul Simon & Art Gurfunkel, Dire Straits... Bir de operaları severim. Ne olursa olsun fark etmez, şişman kadın ve şişman adam iyi söylesin yeter!

Niye bu kadar seyahat ediyorsunuz? Kaçtığınız bir şey mi var? Bir şeyi mi arıyorsunuz? Nedir?
Evet, sanırım buna kaçış demek daha doğru. Yolculuk, değişen mekânlar ve kentler, gördüğüm insanların tiplerindeki ve giysilerindeki değişiklikler, seni içinde bulunduğun sorunlardan bir süreliğine de olsa kurtarır.

Gittiğiniz yerlerde mekana ve zamana uygun oyunlar oynar mısınız?
Hasan Bülent Kahraman’la bir keresinde, Suç ve Ceza’da, Raskolnikov’un cinayeti işlediği binayı bulduk. Tıpkı onun gibi o kata kadar çıktık, onun cinayeti işledikten sonra koşarak binadan uzaklaşması gibi koştuk ve Kanala Gribodeava’dan binaya doğru baktık. Şahane bir duyguydu. Gittiğim yerlerde yaşanmış eski olayları biliyorsam, oralara mutlaka giderim. O mekânın bana hangi hisleri vereceğini merak ederim.

Transsibirya’da Troçki’nin trenindeymişsiniz gibi hayaller kurdunuz mu?
Evet, o trende Troçki’yi andığım çok oldu. Dr. Jivago’yu da...

Gelelim Brezilya’ya... Nasıl tarif edilebilir o ülke...
Sıcak ve fıkır fıkır olarak tanımlayabilirim. Rusya’nın tam tersi yani. Samimi, arkadaş canlısı, eğlenceye açık! Kadınlar meselesine gelince, Brezilya’da hayal ettiğiniz güzellikteki kadınlar sokaklarda pek olmuyor. Giselle gibileri de manken oluyorlar zaten, sen göremiyorsun. Ama Brezilyalı kadınların bence en önemli farkı, kendilerine güvenleri ve vücutlarından utanmıyor olmaları. O ?yodental mayoları, bizde hangi kadın giymeye cesaret edebilir? Popom büyük, memem küçük, belim kalın, göbeğim sarkık gibi duygular galiba onlarda yok.Fenerbahçeliliği onun alametifarikası. Şu anda aynı zamanda Doğanburda Dergi Grubu’nun CEO’su, Ama benim kıskandığım makamı ya da başarıları değil, leyleği havada görmesi ve inanılmaz güzel rotalara seyahat etmesi. Hep bir punduna getirip ona seyahat soruları sormak istiyordum. Kısmet bugüneymiş

Bu yıl leyleği havada gördünüz. Bir sürü yere seyahat ettiniz. Nerelere gittiniz? Liste istiyorum…
Ocak ayında ilk gezimi ‘Kuzey Kutup Dairesi’ne yaptım. İstanbul’dan Helsinki üzerinden Rovaniemi’ye uçtum. Huskylerin çektiği kızaklara bindim, çok üşüdüm ama gördüğüm güzelliklere değdi. Dönüş yolunda bir gece Helsinki’de, bir gece de Stockholm’de kaldım. Stockholm’e bayılıyorum. Önümüzdeki yılın gezilerinden biri özel olarak bu kente olacak. Daha önce hep birer gece kalmıştım, bu kez üç-dört gün kalmayı planlıyorum. Sonra Transsibirya Ekspresi ile Vladivostok’tan, Moskova’ya kadar gittim. 15 günlük tren yolculuğu, Sibirya steplerinin karlar altındaki görüntüleri, yol boyunca uğradığım kentler rüyama giriyor hâlâ. Bir hafta süren ve Frankfurt’ta başlayıp, Bremen’de biten ‘Grimm Kardeşler Yolu’ turunu yaptım. Ege Adaları’na iki tur yaptım. Birini tekneyle, Kos, Leros, Lipsos olarak. Diğerini ise feribotlarla Sikladlara yaptım. Mikonos, Paros, Syross olarak. Brezilya’da Sao Paulo’da bir uluslararası toplantıya katıldım, bir beş gün de orada kaldım. Frankfurt Kitap Fuarı’na gittim. Düsseldorf’ta bir iş toplantısına ve sergi açılışına gittim. Kızım New York’ta öğrenci. Bir hafta ona gittim, bu röportaj yayımlanırken yine orada olacağım. Münih’e yönetim kurulu toplantısına gideceğim. Umarım planlanmamış bir yolculuk daha çıkar karşıma!

Süpermiş! Sizi en baştan çıkaran seyahat hangisiydi?
Transsibirya Ekspresi ile yaptığım Sibirya gezisi ve Syros Adası’nda geçirdiğim iki geceyi sanıyorum hiç unutmayacağım.

Transsibirya Ekpresi ne kadar büyüleyici? Kaç gün sürüyor? İnsan o trene adım atınca ne hissediyor?
Tren yolculuğu 15 gün sürdü. İki gece Vladivostok’ta, iki gecede Moskova’da kaldım. Yol boyunca Irkutsk, Baykal Gölü, Ulan Ude, Ulan Bator, Novosibirsk, Yekaterinburg, Suzdal gibi kentlerde kaldım. Trene binerken, “Bu kadar uzun yol nasıl biter?” diye düşünüyordum. Yaklaşık 11 bin kilometre. Nasıl geçtiğini alamadım bile. Moskova’da trenden indikten sonra birbirine bağlantılı odalarda kaldığım arkadaşım Mustafa beni yemeğe gitmek için uyandırınca, “Ne oldu, neden durduk?” diye sormuşum. Hala uykumdan tren durmuş zannıyla uyandığım oluyor.

Tren seyahatinin en etkileyici şeyi...
Durmaksızın hareket ediyor olmak duygusu. Her şey akıp gidiyor: Zaman, hayatın, ağaçlar, göller, dereler, şehirler, insanlar.

Trende giderken hayatınızı gözden geçiriyor musunuz?

Hayatımız, üzerinde açık seçik ?kirlere sahip olduğumuz oranda bizimdir. Onun için yaşadığım hayatın anlamını zaten hep sorgularım. İnsanı biraz huzursuz eden bir durum ama artık buna engel olamıyorum. Ben kimim, bu hayatın ne kadarı bana ait, hiç olmazsa bana ait olan kısmının değerini bilebiliyor muyum, hakkını verebiliyor muyum? Bu soruları sorar dururum. Trende bunu yapmak daha da kaçınılmaz bir durum. Çünkü dediğim gibi her şey akıp gidiyor. Adeta hayatının akıp gittiğini seyrediyorsun trenin pencerelerinden.

Trenle seyahat ederken ne tür duygular, uçakla uçarken ne tür duygular, tekneyle giderken ne tür duygular uçuşuyor beyninizde...
Milan Kundera, ‘Yavaşlık’ isimli romanında hatırlamanın hız ile ilgili olduğunu anlatıyor. Yavaş yaşadıklarını hatırlıyorsun, hızlı yaşadıkların benzer bir hızla silinip gidiyor aklından. Bu üç araçla yolculuk biraz bu durumu çağrıştırıyor. En yavaşı tekne. Ve orada geçen her saniyenin bir değeri var. Değişen rüzgâr, hiçbiri diğerine benzemeyen dalgalar. Kendinle hesaplaşmak için yapılacak en iyi yolculuk yelkenli bir teknede olanı bence. Ama hangisinde olursan ol, kendi başına düşünmek için zamanın oluyor. Uçakta, ne kadar uzun olursa olsun daha az zaman var. Düşünsene, en uzunu 13 saat sürüyor!  

Mustafa Oğuz’la gittiniz Sibirya’ya. Neler konuştunuz yol boyu?
Mustafa, hayattaki en iyi arkadaşlarımdan birisi. Zaten, “iyi arkadaşım” diyebileceğim de sanıyorum 10 kişiyi bulmaz. Onunla çok seyahat ettim. Zaten tekne gezilerini de onunla yapıyorum. Tekne onun! En iyi tekne benim için! Mustafa ile yolculuğun iyi yönü, kibarlık olsun diye birbirimizle konuşmak zorunda olmamamız. 15 günlük tren yolculuğu boyunca iki kitap bitirdim, videoda 7 tane ?lm seyrettim. O da benzer şekilde kendini eğlendirdi. Elbette, ‘votka’ ve yemek molalarında ve tren kentlerde durduğunda birlikteydik. Konuşmalarımız genellikle duracağımız kentte ne yapacağımız, nereleri görebileceğimiz üzerineydi. Yol boyunca karşılaştığımız, tanıştığımız insanlar ile ilgili olarak da konuştuk. Gezide rakı olmadığı için memleket meselelerini konuşmadık hiç. Votka içtiğimiz için olsa gerek, daha çok Rusya’nın meselelerini konuştuk. Kadınlar neden bu kadar güzel, istasyonlar neden bu kadar pis gibi gerçek meseleler!