Berhudar ol Orhan Gencebay!

Koca Yürek Orhan lakabı ile kalplerimize altın harflerle kazınan, hatasız kul olmaz diyen, sakinliğinden ve duruşundan hiçbir zaman vazgeçmeyen Orhan Gencebay ile Ayşe Arman'ın keyifli röportajı

Berhudar ol Orhan Gencebay!

O kadar sakin bir yapınız var ki, siz hiç delirmez misiniz? Duşun camına yumruk atmak istediğiniz zamanlar olmaz mı mesela… 
Ömrüm boyunca sadece 1-2 defa oldu. Genelde gerçekten sakinim. Benim annem, babam da sakindi. Çok kötü şeyler yapabilirdim ama yapmadım, hep durdum. 
O zaman sinirlendiğiniz zaman gerçekten yandık, öyle mi yani?
Arkadaşlarım, bir şeye kızdığıma tanık olduklarında, olayın ne olduğunu bilmeden, “Orhan kesinlikle haklıdır!” derler. Çünkü yapı olarak, son raddeye kadar bir şey demem, sakinimdir. Ama sinirlenmişsem, mutlaka karşımdakiyle ilgili normal olmayan bir durum vardır. Ya gereğinden fazla üstüme gelmiştir, ya hak etmediğim bir şey yapmıştır ve sonunda beni çileden çıkartmıştır. 
Hiç Sevim Hanım delirtti mi sizi öyle?
Hayır. Onunla mizaçlarımız tamamen farklı. O benim gibi sabırlı değil, volkan gibi patlar ama hemen geçer. 10 dakika sonra sanki öyle bir şey hiç olmamış zannedersin. Güzel bir özellik. 
Kont Orhan, Koca Yürek Orhan, Orhan Baba, Orhan Dede… Bütün bunlar çok ‘büyük’ isimler. Nasıl bir his bu? Sorumluluk yüklemiyor mu insana? Hep koruyucu, kollayıcı, anlayışlı, sakin, dünyayı omuzlarında taşıyan adam…
(Gülüyor) N’aparsın bu isimleri layık bulmuşlar. Yaşamda her şey var. Ben de yaşamın bir parçasıyım. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum. Anladıkça da, daha sakin biri oluyorum. Var olan bir şeye öfkelenemem. Benim kızacağım şeyler yalandır, güvenilmezliktir, anlaşılmazlıktır. Yaratılmış bir şey varsa, o gerçektir. Bir şey varsa vardır, yoksa yoktur. Varsa onu anla ve kabullen…
Bir sürü filmde de yer aldınız. Dizilerden teklif gelse kabul eder misiniz?
Yok, dizi bu saatten sonra yorabilir. İki saat, iki buçuk saatlik dizi mi olur beş günde Allah aşkına! Ama uzun metraj neden olmasın? Yaptığım müziği engellemediği takdirde… 
Türkiye’nin siyasi durumu sizi endişelendiriyor mu?
Hayır, hiç. Tarih boyu bakıldığında o kadar rejim değişikliği olmuş ki. Ama Anadolu insanı hep aynı insan. Kesinlikle sağduyu galip çıkıyor. Yanlış bir şey varsa da, Türk halkı kendi içinde eritir onu, hayat devam ediyor, hep edecek. 
Siz aynı zamanda filozofsunuz değil mi?
Öyle diyorlar, takdiri dinleyicilerime bırakıyorum.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Berhudar olun!

Sevim Hanım sizin için ne ifade ediyor?
(Gülüyor) O benim yoldaşım. Patırtımız gürültümüz olmaz, fikirlerimiz bazen ayrılıyor olsa da, yıllardır sevgiyle aynı çatı altındayız. Biz aynı yöne doğru yan yana ilerliyoruz. 38 senedir birlikteyiz.
Ne güzel! Artık böyle beraberlikler tarihe karışıyor. 38 sene kendisini bir tarafa koyup, sizin için mi yaşadı?
Öyle de denilebilir. O da sanatçıydı, Türk sanat müziği assolistliği yaptı. Çok eski tanışıklığımız. Bana da gerçekten her konuda destek oldu, hala da olur. Lafını da dinlerim, ona saygı duyarım, anarşisttir biraz, kolay kolay her şeyi beğenmez. Üst düzey bir beğenisi vardır.
Her şeyinizle ilgileniyor…
Tabii ki ama besteleri ben yapıyorum! İlham vermiştir, o ayrı! 
“Bunu böyle yapma”, “Şunu şöyle yapma” der mi?
Farkında olmadan yapıyor galiba… 
Kıskanç mı peki?
Basit kıskançlıkları çoktan aştık biz. Genelde uyumluyuz. Bana “Bu dairenin içinde otur” dedi, sınırlarımı belirledi, baktık ki mutsuz değilim, “Tamam” dedim, 38 senedir onun bana çizdiği sınırlarda yaşıyorum. Ama halimden memnunum. 
Torun ne sıklıkta geliyor; o zaman nasıl bir cümbüş oluyor?
Oooooo torun deyince, akan sular duruyor! O harika bir şey! 
“Beni daha çok sevsin” diye küçük rüşvetler veriyor musunuz?
Farkında olmadan yapıyor olabiliriz! Ama nasıl yapmazsın, iki dedeye bir torun var. Ve o torun hepimizin ilgi odağı, adeta yaşama gücü…
İki çocuğunuz var. Biriyle daha mı az görüşüyorsunuz?
Doğru değil. Çok üstüne düşmüyoruz, konu etmenin de gereğini duymuyoruz. Herkes kendi doğrultusunda kendi özelini yaşayarak hayatına devam ediyor. 
Kaç yaşındalar?
Biri 42, diğeri 30 yaşında. Biri Konservatuar, öbürü de Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim ve Tasarım mezunu.
Daha az görüştüğünüz hangisi?
Az görüştüğüm falan yok! Çocuklarım için canım feda. 
İnsan bu kadar başarılı olup nasıl bu kadar ağırbaşlı, alçak gönüllü olabiliyor?
Estağfurullah! Tabii ağırbaşlı olacağım, bize yakışan odur. Aslında ben utangacım. Çocukluğumdan beri. İlkokulda beşinci sınıfta müsamere vardı. Zeybek oyun havası çalacağım sazla. “Söyle” dediler, “Çalarım ama söylemem” dedim. “Niye?” dediler, “Utanırım” dedim. “Zayıf veririm” dedi öğretmen, “Siz bilirsiniz!” dedim. Utanırdım, hayatta türkü söyleyemezdim.
Canlı konser vermemenizin sebebi de bu mu?
Bu da sebeplerden biri. Ama tek nedeni bu değil. Ben üretmeyi daha çok seviyorum. Sahneye çıkmak üretimime zarar verir gibi düşündüm hep. Yıllarca da bu yüzden sahneye çıkmadım. Çünkü günde 10-15 saat müzik çalışıyorum, bu besteleri öyle yaptım. Albümdeki 33 beste, yüzlerce bestenin sadece bir kısmı. Ama bu sene Polat bana yapmadığım bir şeyi daha yaptırmak istiyor, beni sahneye çıkarmaya çalışıyor. Ben de “Peki” dedim. 2013’ün yaz aylarında konserler vereceğim. 
Vayyyy süpermiş! Turne gibi mi düşünüyorsunuz?
En az 10-15 yere gitmek lazım. Gönül dostlarıyla buluşmamız lazım. Sonra yurt dışında da konserler olabilir. Büyük istek var. 
Sevim Hanım ne diyor bunlara?
Teşvik ediyor. Hazırlıklar başladı bile. Şovuyla, mekanlarıyla büyük olacak. Bazı yerlerde, stadyumda planlanıyor.
Danslar, şovlar falan da olacak yani...
Şüphesiz! Sahnede 80-100 kişi olacak.
Her defasında müziğinize arabesk diyorlar, siz de “Hayır efendim, arabesk değil” diyorsunuz…
Yine söyleyeyim o zaman, ‘arabesk’ çok değerli bir kavram. Ama benim yaptığım çalışmanın adı arabesk değil. Arabesk, eski Mısır’da bir mimari tarzı. Klasik balede, iki figürün adı.13’üncü yüzyılda İtalyanlar Akdeniz’e ‘Arabesko’ demiş. Arabesk, ‘Arap etkinliği’ demek. Oysa benim yaptığım çalışma, halk müziğinden sanat müziğine uzanır, Adriyatik’ten Çin’e kadar olan geniş bir alandaki özleri anlatır. Teknik olarak da tüm teknikleri kullanırım. Klasik batı, rock, caz… Özgürüm. Ama ruh, öz bizimdir. Daha da bitmedi, yapacağımız başka çalışmalar var. Armonik olarak, ritm olarak çok farklı formlar var sırada. Yapacağız inşallah. 
Hayatınızdan memnun musunuz?
Çoook. Şükürler olsun. 
Nasıl oluyor da yıllar geçiyor siz hep aynı kalıyorsunuz?
Öyle mi görünüyorum?
Evet… 
Teşekkür ediyorum. Özel bir şey yapmıyorum, sağlıklı besleniyorum. Eskisi kadar ağır spor yapmadığım halde hala geçmişin mirasını yiyorum. Body çalıştık, bak kollarıma, yarısı burada, yarısı evde! Atletizm, atıcılık, jimnastik…
62 yıldır bu meslektesiniz, sıkılmaz mı insan?
Sıkılmak ne kelime. Eğer insan araştırmayı seviyorsa, becerebilecek yeteneği, isteği ve azmi de varsa… Bir mesleğe bir ömür bile az gelebilir. 
Yeni parçalar yapıyor musunuz?
Tabii… Sürekli. 
İlham en çok nerede geliyor?
Her yerde. Yürüyüşte, rüyamda, sabah 6.30’da uyandığımda, cebime kaydediyorum.
62’nci sanat yılı için yaptığınız tribute albümü 800 bin sattı değil mi?
Milyonu geçecek! Ama biz 50 bin bile satmaz diye düşünüyorduk. Şaşırdık. Tabii çok hoşumuza gitti.
Bu albümden kaç para kazanılıyor ve o para kime gidiyor?
Para kazanmak için değil, manevi haz için yaptık biz bu albümü. O paraya ihtiyacımız yoktu. Camia zor durumda ya…
Ama dünya da değişiyor… 
İnternete karşı değilim ama internette telif haklarının çiğnenmesi korkunç seviyede. Dünyada resmi olarak kayıp rakam 850 milyar dolar. Böyle giderse 2015 yılında 1 trilyon 650 milyar dolara ulaşacak. 180 ülkeyle irtibat halindeyim, ondan biliyorum.