Bir kadında aradığım şey zeka ve doğallık...

Dostoyevski romanlarından fırlamışa benzeyen bir oyuncu çıkıverince…

Bir kadında aradığım şey zeka ve doğallık...

Okulda yaptığınız en mühim faaliyet…
İlkokul: Yağ satarım bal satarım oyunu. Ortaokul: Çok kiloluydum. Kilo vermeye çalışmıştım. Lise: Futbol. Üniversite: Tiyatro…

Spor alışkanlığını nerede kazandınız?
‘Unutulmaz’ dizisinde Tolga karakterini oynarken: “Tamam oyunculuk yapıyoruz ama aynı zamanda bu görsel bir iş. Bu ne böyle zayıflık” dedikten sonra, vücut geliştirmeye başladım.

Lisede ne kadar popüler bir tiptiniz?
Az kalsın futbolcu oluyordum! Okulun takımında sağ açık oynuyordum. Sanırım en çok o zaman popüler olmuştum.

Kızlarla aranız nasıldı?
Beni daha çok sempatik ve güldüren adam olarak görürlerdi.


O dizide sizi neden öldürdüler? Siz başka diziden teklif aldığınız için mi yoksa senaryo icabı zaten ölmeniz gerektiği için mi?
Vural karakteri, hikayenin içinde miadını çoktan doldurmuştu. Kötü bir şey yapmış ve bu olay onu intihara kadar sürüklemişti. Yapacak başka bir şeyi kalmamıştı artık.

Sizce ‘Fatmagül’ün Suçu Ne’ mi ‘Kuzey Güney’ mi? Hangisi size daha iyi geldi?
Vural, ana hikayenin içinde kendi özel hikayesini oluşturan bir karakter biçimi. Güney ise, ana hikayenin direkt içinde bir karakter. İkisini de oynamak çok keyifli. İki dizi de çok kaliteli. Fakat ‘Vural’ benim için her zaman ayrı bir yerde duracaktır…

Hepsi farklı filmler de olsa… ‘Güneşi Gördüm’, ‘Gölgeler ve Suretler’, ‘Güzel Günler Göreceğiz’… En sevdiğiniz filminiz en son oynadığınız film mi, yoksa henüz oynamadığınız film mi?
Tüm filmlerimi seviyorum. Ama ‘en’ sevdiğim filmimin henüz oynamadığım film olduğunu hissediyorum.


Sizin için de kedi yavrusu bakışlı, hatta bal gözlü ve ceylan bakışlı da, diyorlar. O bakış sizin kendi bakışınız mı? Bir şekilde bir oyuncu olarak öğrendiğiniz bir bakış mı?
İnsanların karakterlerinin yüzlerine ve özellikle de gözlerine yansıdığını düşünüyorum. ‘Buğra’ olarak insanların gözlerinin içine bakarak, ifadelerini algılayarak konuşmayı seviyorum. Böyle daha sağlıklı bir iletişim kurulduğunu düşünüyorum. Sanırım bu oyunculuğuma da yansıyor ister istemez.

Sessiz ve durgun halinizin gerçek sebebi ne? Kendinize güvensizliğiniz mi, kendinize aşırı güveniniz mi?
Hiçbiri. Dediğim gibi, birçok şeyi içimde yaşadığımdan olabilir.


Peki sizi, dizi oyuncusu olarak keşfeden kim? Kim size “Gel bizim dizide oyna” dedi. O insanı, hayırla yad ediyor musunuz?
Beni İstanbul’a ilk getirten Harika Uygur. Şu anki menajerlerim Yasemin Özbudun ve Başar Dengiz’in de hayatıma yön vermeleri konusunda büyük emekleri var.

Sizi geniş kitlelere tanıtan dizi ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ ne ifade ediyor size…
Yaptığı yanlış bir şeyden sonra yaşanan psikolojik değişim, umutların yıkılması, kaçınılmaz çöküşe ve sona giden Vural’ın yolculuğu…

Oradaki oyununuzu başarılı buluyor musunuz? Başarınızı neyle nasıl ölçüyorsunuz?
Kendi başarımı ölçemiyorum. Nerelerden eleştiri almam gerektiğini iyi biliyorum sadece. Onlar benim için bir derece ölçü olabiliyor. Bir de tabii ki izleyiciler var. Onlardan gelen reaksiyonlar da çok önemli.


Bir sürü oyuncu, dizilerde para kazanıp, ekonomik rahatlığı sağlayarak, daha rahat tiyatro yapma imkanına sahip olmayı düşünüyor. Siz de onlardan mısınız?
Evet, diziler oyunculara iyi paralar kazandırabiliyor. Ben inandığım senaryoların ve karakterlerin peşinden gittim hep. Sonuçta ne kadar para alırsanız alın, sırf para için sevmediğiniz bir karakteri oynamak yine zarar verir. Çünkü ekranda görünecek olan, yine sizsiniz. Eğer oynayacağınız karaktere siz inanmazsanız, izleyenler hiç inanmaz. Bu da döner yine size zarar verir. Gerçekten tiyatro yapma isteğinin de herhangi bir parayla, ekonomik koşulla alakalı olmadığını, olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Dizi oyunculuğuyla tiyatroyu kıyaslayın…
Oyunculuk olarak ikisi de keyif alınabilecek alanlar. Fakat tiyatro ve sinema filminde elinizde başından sonuna kadar görebildiğiniz bir metin oluyor. Ve karakteri işleyebilmeniz daha sağlıklı oluyor. Ama dizi; adı üzerinde bir dizi olaylar bütünü. Ne yazık ki ülkemizdeki dizi karakterlerinin 20 bölüm sonra neyle karşılaşabileceğini kestirmek çok zor olabiliyor.


Ailenizden daha çok kimin genlerine teşekkür ediyorsunuz?
Babamın matematik zekası, anneminse sanatsal becerileri daha baskın. Önce mimarlık okudum. Sonrasında ise tiyatroya geçtim. Annemin genleri daha baskın çıktı galiba…

Söylendiği gibi seksi, seksapel sahibi, karizmatik olduğunuza siz de inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?
İnsanın kendisini seksi veya karizmatik bulmasının çok megalomanca olduğunu düşünüyorum. Ben sadece olduğum gibi biri olmaya çalışıyorum. Böyle şeyleri düşünmeden…


Kendinizi vefasız hissettiğiniz, suçluluk duygusuna yakalandığınız zamanlar oluyor mu? O zamanlar hangi zamanlar?
İnsan kaybetmek çok kolaydır. Komşumun camına taş atarım, bana düşman olur. Ama bir insanı kazanmak çok daha zordur. Ben hep yapıcıyım. Bazen bir insanı elimden geldiği kadar kazanmaya çalışıyorum ama yine de onu kaybetmekten kurtulamıyorum. Karşımdakini kazanmak için “Keşke şunu da yapsaydım” diye suçluluk duygusuna girdiğim zamanlar oluyor. Bir oyunda ‘Caesar Bir Denge Oyunu’, yakın oyuncu arkadaşınız Emre Erkan ile erkek erkeğe öpüştünüz. Fotoğraflarınız gazetelerde çarşaf çarşaf… Oyunun konusunun ne olduğunu bile bilmeden, gelip görüp izlemeden, yıllar sonra yapılan bu haberi görünce çok güldüm.


Peki hiç rahatsız olmadınız mı? Aileden, yakın çevreden, kız arkadaştan falan tepki gelmedi mi?
Tabii ki hayır. Benim bir oyuncu olduğumun ve bunun da bir oyun olduğunun farkındaydılar.

Siz oyunda değil, gerçek hayatta, iki erkeğin aşık olmasını, birbiriyle yakınlaşmasını, öpüşmesini olağan karşılar mısınız?

Hiç kimsenin başkalarının özel hayatına bakıp, düşünüp, yorum yapmak gibi bir hakkı olduğunu sanmıyorum.

Burcu Kara’nın başka kadınlara benzemeyen yanı…

Bakışlarındaki merhamet…

Bir kadında sizi en çok ne baştan çıkarır?
Zeka ve doğallık.Olduğunuz şehrin, kişiliğinizin üzerinde etkisi var mı?
Olmaz mı? Ankara benim gibi ‘sakin’ bir şehir. Bana kattığı en büyük özellik bu. Ankara’da yaşamakla, İstanbul’da yaşamayı nasıl karşılaştırırsınız? Ankara, İstanbul’a göre çok daha düzenli bir şehir. Maddi konumunuz ne olursa olsun, Ankara’da yaşayabilecek bir sosyal sınıf mutlaka bulursunuz. Ama İstanbul gibi her şeyin iç içe geçtiği bir şehirde, ancak paranız varsa huzurlu yaşayabilirsiniz. Ben İstanbul’u çok seviyorum. Fakat doğduğum, büyüdüğüm Ankara benim için vazgeçilmez…

Ailenizin küçük çocuğusunuz. Küçük olmak, avantaj mı dezavantaj mı?
Küçük ve yaramaz olduğum için evde olup biten her şey benim üzerime kalırdı! Ağabeyimle kavga ederdik mesela. Bir saat boyunca beni döverdi, tam ben onun üstüne çıktığım zaman bizimkiler görür ve “Buğra ne yaramaz çocuksun, sürekli ağabeyini dövüyorsun!” derlerdi. Ama yine de iyidir ailenin küçük çocuğu olmak.

Şimdi kafanız bozulsa, yeniden mimarlığa dönebilir misiniz? Öyle kolay mı bu işler?
Yok değil. Mimarlık, sürekli gelişen ve kendisini yenileyen bir meslek. Geri dönmek istesem, uzun bir süre, mezun olduğum zamanki mimari bilgilerimi güncellemem gerekir.

Şöhret ne kadar önemli? ‘Şöhret felakettir’ diye düşünenlerden misiniz?
Dizilerde oynuyorsunuz. İster istemez her hafta insanların evine konuk oluyorsunuz. İnsanlar bir süre sonra sizi tanımaya başlıyorlar. İsminizi bilmeye başlıyorlar. Gazetelerde ne kadar yer alıyorsanız, sizi o kadar önemli biriymiş gibi hissediyorlar. ‘Ünlü’ diyorlar, ‘Şöhret oldu’ diyorlar... Sonuç? Eğer birincil amacınız, işiniz değil de şöhret olmak ise bu insana ileride çok zarar verebilir. Ben sadece işimi yapmak istiyorum. Ve iyi yapmak istiyorum. Konsantrasyonumu da bu yönde kullanıyorum. Daha sağlıklı.


En çok sevdiğiniz, oyunculuğunuzu beğendiğiniz tiyatro oyunu hangisi? Sebebi ne?
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nda oynadığım ‘Yaşasın Barış’ oyunundaki ‘Soytarı’ karakteri. Deneyebildiğim bütün uçlara, mimiklere, beden diline kadar oynamıştım. Çok keyifliydi. ‘Get Yapım’ı kurdunuz tekrar Emre Erkan ve Serhat Teoman’la… Yeni film ve oyun maceralarına atılmak için…

Ve Pragma’yı yazdınız, yönettiniz ve oynuyorsunuz. Dünyanın en ünlü beş seri katili bir hücrede. Bu kadar yoğun işin altından nasıl kalkıyorsunuz? Sonra da diyorsunuz ki, hırslı biri değilim? Peki bu ne? Hırs değil mi?

Ben bunlara macera veya hırs olarak bakmıyorum. Bu, bir biçimde kendini ifade etme biçimi. Kendimi en kolay bu şekilde ifade edebiliyorum. Ressam olsaydım da resim yaparak ifade ederdim herhalde. Sizin fark edilmenizin sebebi başkalarına benzemiyor oluşunuz… Farklı bir içe dönük duruşunuz var.

Siz gerçekten öyle biri misiniz?

İçe dönük olduğum doğru. Sevinçlerimi, fırtınalarımı, bunalımlarımı daha çok içimde yaşamayı tercih ediyorum.


Yoksa sizin oyun tarzınız mı öyle? İnsan o duruşu rol olarak yapabilir mi?
Yapabilir tabii ki, niye yapılmasın? Ama benim kendi halim o. Orijinal! İnternet, kızların size olan ilgisinden yıkılıyor… Pek revaçtasınız…

Sadece yakışıklı değil, seksi de buluyorlar sizi. Beğenilmek herkesin hoşuna gider. Siz mesela “Beni hiç ilgilendirmiyor başkalarının ne düşündüğü” diyebilir misiniz?

Bazen oynadığınız bir karakter veya verdiğiniz bir poz insanlara seksi ve çekici gelebiliyor. Onlar ekranda, beyazperdede veya tiyatro sahnesinde canlandırdığım karakterler üzerinden bu düşüncelere varıyorlar ve beğeniyorlar. ‘Güneşi Gördüm’ filmini izlemişseniz, oynadığım ‘Berat’ karakterinde seksilik veya karizmatikliğe rastlayamazsınız mesela. Böyle bile olsa, birilerinin sizi beğenmesi veya ilgi duyması çok güzel. Ama tabii ki insanların beni dış görünüşümle değil, oyunculuğumla beğenmeleri benim için daha önemli.


Beğenilmekten, hatta bazen aşırı beğenilmekten utandığınız oluyor mu?
Beğenilmekten kimsenin rahatsız olacağını sanmıyorum. Fakat aşırı ilgi, bazen rahatsız edebiliyor veya utandırabiliyor. Çok sosyal bir insan değilim çünkü.

Gerçekte ne kadar romantik ne kadar utangaç birisiniz?
Çok romantik değilim ama duygusalım. Bir tiyatro oyunundan sonra izleyiciler binayı tamamen terk edene kadar fuayeye çıkamayacak kadar da utangacım! Bakışınız sadece kadınların değil, herkesin ilgisini çekiyor. Dünya sinemasında olumlu ya da olumsuz bakışlarıyla ünlenen oyuncular var. Rudolph Valentino ya da Nicolas Cage gibi… Başkaları da vardır mutlaka…


Ve Kıbrıs’a, Doğu Akdeniz Üniversitesi’ne mimarlık okumaya gittiniz… Gittiniz de… Yıllarca Kıbrıs’ta kalıp tiyatrocu, kısa film yönetmeni, oyuncusu, festival direktörü olarak döndünüz? Ne iş?
Kıbrıs’ta tiyatro yapmaya devam ederken kendime yeni uğraşlar edinmeye de başladım. Yazıp çizmeyi, kendime bir dünya yaratmayı hep sevmişimdir. Fotoğraf çekmeye karşı olan merakım da o dönemlerde başladı. Bunların hepsini harmanlayınca kısa film merakı ve isteği başlamış oldu. Zincirin halkaları gibi. Birer birer parçalar birleşti.

Ne oldu da mimar olmaktan vazgeçtiniz?
Mimarlık okurken tiyatro yapıyordum zaten. Mimarlığı da seviyordum ama mezun olduktan sonra ustam Mehmet Ulubatlı’dan tiyatroyu öğrenmeyi kafaya koydum. “Nasıl olsa mimarlık diplomam var” dedim kendi kendime ve tiyatroyu aktif olarak öğrenebilme şansını kaçırmak istemedim. Kısacası, mezun olduktan sonra da adada kalmaya devam ettim. Belki de kendimi çizerken değil de, tiyatro yaparken daha iyi ifade edebileceğimi hissetmişimdir.


Nasıl bir ailede yetiştiniz? Anne-baba ne iş yapıyor?
Annem ressam, babamsa inşaat mühendisi. Mutlu bir ailede büyüdüm. Küçüklüğüm sürekli sokaklarda yaramazlık yaparak geçti. Aile, insanı gerçek hayata hazırlıyor. Gerçek hayatta, acılar, hatalar da var. Çok şanslıyız ki ailemiz, bana ve ağabeyime, dünyanın sadece pembe değil başka renkleri de içinde barındırdığı gerçeğini öğretti.

Ailenizin tarzı, sizin yetişmenizde ne kadar etkindi?
Çoook. Kişiliğimin oluşmasında ailemin rolü büyük. En önemlisi de, babamın sürekli söylediği “İnsanları sakın sınıflarına, renklerine, dillerine, dinlerine göre ayırıp yargılamayın” cümlesiydi. Beni de ağabeyimi de şekillendiren cümle budur.