“Deli cesareti bir iş yaptığımı düşünmüyorum!”

Gazeteciydi, televizyoncu oldu, ardından radyocu oldu...

“Deli cesareti bir iş yaptığımı düşünmüyorum!”

Gazetelerde yazılarıyla, televizyonda yaptığı sinema programlarıyla sık sık karşılaşıyordum ama albümünü müzik marketlerde gördüğümde şaşırdım doğrusu Ömür Gedik’in... Alanı dışına çıktığı için tüm eleştiri okları benimkiler dahil üzerine çevrildi. Eleştirilerin hepsine tek tek cevap verdiğinde; ‘Neden böyle yapıyor bu kadın? Herkes eleştirmekte özgür değil midir?’ diye düşünmeden edemedim. Ta ki bu röportajı yapıp, 20 yıldır müzikle iç içe olduğunu öğrenene kadar. Ama yine de eleştiri yapma özgürlüğü konusundaki fikrim değişmedi, o ayrı. Röportajın ardından onu bambaşka bir şekilde daha görelim diye 60’lı yılların ünlü yıldızı Edie Sedgwick’ten ilham alarak bir çekim gerçekleştirdik. Ortaya fikriyle ve cismiyle benim kafamdakinden çok daha farklı biri çıktı!

Çok cesur bir iş yapıyorsunuz. Hiç alanınız olmadığı halde çıkıp, şarkı söylüyorsunuz. Düetler yapıp, piyasaya sürüyorsunuz. Bu takdire şayan bir şey ve bu cesaret alkışlanabilir. Fakat bu aynı zamanda dalga geçilmeyi, eleştirilmeyi, kıskançlıkları, haklı, haksız eleştiriyi beraberinde getirir. Bunlara karşı niye bu kadar defansifsiniz?

Ben bu işi çok ‘deli cesareti’ bir iş olarak görmüyorum. Çünkü ben 20 senedir müziğin içindeyim. Sinemayla, edebiyatla ilgilenmeden önce bile benim hayatımda müzik vardı. Okul yıllarından bu yana müzik odalarından çıkmayan, öğretmenlerin yakasına yapışan bir tiptim. Üniversitede bir grubum vardı ve solistlik yapıyordum. Uzun yıllar korolarda yer aldım. Onun için deli cesareti bir iş yaptığımı düşünmüyorum. Kendime baktığım zaman uzun süredir bu işin içinde olduğumu görüyorum ve bu kadar eleştirileceğimi düşünmemiştim. Zaten müzikal anlamdan çok ‘bunu kullanıyor’ diye eleştiriler geldi. Sonra şöyle düşündüm; keşke 20 yıldır ben müzikle haşır neşirim ve böyle bir şey yapmak istiyorum diyerek bu işe girseydim. O belki daha doğru bir yöntem olabilir ve eleştirilerin önünü kesebilirdi.

20 yıldır müziğin içinde olduğunuzu kamuoyu bilmiyordu değil mi?

Bilmiyordu.

Profesyonel olarak yapmıyordunuz yani bu işi.

Profesyonel olarak yapıp, para kazandığım bir iş değil ama yaşamımın büyük bir kısmını kaplayan bir hobi.

Bu yönünüzü kimseye anlatmadınız mı?
Sadece çok yakın çevrem bilir.

Bu yüzden mi müzikal açıdan eleştirilmeyi içinize sindiremediniz?
Tabii ki müziğimi, tarzımı, şarkı söyleme şeklimi beğenmemiş olabilirler. Bununla ilgili bir sorunum yok. Fakat bazı eleştiriler proje kötüymüş gibi yapıldı. Ben bunu sindiremedim. DMC gibi çok önemli bir kurum var arkasında. Sezen Aksu, Saki Çimen, Teoman, Burak Kut gibi isimler var içinde. Ozan Çolakoğlu, Sadun Ersönmez aranjeleri yaptı. İyi stüdyolarda çalışıldı. Bu özensiz ve kötü bir proje değil. Müzik piyasasında ne kadar iyi isim varsa bunlarla çalışıldı. Onun için kimse buna özensiz bir proje diyemez.

Der ama adam der…
Özensiz değil ama.

Adamın ağzı torba değil ki büzesin… Herkes istediğini söyler. Niye bunu olgunlukla karşılamıyorsunuz?
Söylüyor tabii; zaten eleştiren herkese tırnaklarımı da göstermiyorum.

Biraz öyle gibi bir imaj verdiniz ama… Öyle mi oldu?
Evet, eleştirileri kabul etmiyormuşsunuz gibi bir imaj çizdiniz.
Yok, hiç alakası yok. Ben kendim kendimi eleştiriyorum ama aynı zamanda arkasında da duruyorum. Sadece projeyi araştırmadan, içindeki isimleri göz önüne almadan eleştirenlere bozuldum, kırıldım. Ama bu iş özensiz bir iş değil. Hayvan hakları için yapılmasını bir kenara bıraktığımda albüm olarak da ben arkasında duruyorum.

Bir de şu mesele var; mesela Sezen Aksu bir şarkının sözlerini yazmış. Twitter’dan da diğer mecralardan da takip ettiğim kadarıyla millet sözlerini pek beğenmemiş şarkının.

Ama sadece ‘hop dedik, orda kal portakal’ sözlerine takılıyorlar. Bu şarkı şöyle başlıyor; ‘Güçlü olan güçsüz olanı hissediverir anında, ister memleket meselesi, ister aşk manevralarında!’ Aslında bütün dünyanın olayını, insanlığı, politikayı, ikili ilişkileri o kadar güzel anlatıyor ki... Orada insanlar tekerlemeye takılıp, şarkının bütün derinliğini bir kenara bırakıyor. Ben o sözleri insanların hayvanlara yaptıkları zulme bağladım, başka biri ikili ilişkilere bağlayabilir… Şarkı küçümsenecek bir şarkı değil, bunu kesinlikle reddediyorum.

Sezen Aksu’nun bir şarkının sözlerini yazmış olması o şarkıyı başlı başına mükemmel kılmaz değil mi?

Kılmaz ama bu şarkı bence mükemmel bir şarkı.

Ama sanki öyle düşünüyormuşsunuz gibi yansıdı bu medyaya “Bu şarkıyı Sezen Aksu yazdı, kesin sesinizi!” der gibi bir haliniz vardı.
O galiba Twitter’daki 140 harfi doğru kullanamamamdan yanlış anlaşıldı.

“Bu şarkıyı Sezen Aksu yazdı ama iyi yazdı” diyebilirdiniz mesela.
Müziği bir kenara koyuyorum. Bu, benim açımdan, Sezen Aksu’nun yazdığı en anlamlı ve derin şarkı sözlerinden biri.

Bütün bu isimleri nasıl bir araya getirip, ikna ettiniz? Siz mi yaptınız bu işi? DMC mi yaptı? Yoksa Samsun Demir’in marifeti mi?
Samsun Demir, Özlem Bora ve ben. Üçümüzün ortak çalışması oldu.

Hayvan hakları savunucularıyla ilgili şöyle bir tespitim var benim; biraz toplumun birtakım duyarlılıklarını hesaba katmadan, fevri, çok paldır küldür ilerliyorlar. Mesela Panter Emel gibi antipatik, gözü başka hiçbir şey görmeyen tipler var. Halbuki daha sakin bir savunma sistemi geliştirilebilir.
Ben onu yapmaya çalışıyorum aslında. O Panter Emel imajını yıkıp, ayakları yere basan bir şeyler yapmak istiyorum. Ama gerçekten bir süre sonra insanın panterleşesi geliyor. Çünkü bu insanların delirmesinin nedeni yasalardaki boşluklar. Yasa olmadığı için insanlar kendi kanunlarını koyup, bir şeyler yapıyor. Ve bu arada da deliriyorlar. Ben de bir gün yolda birine saldırabilirim. Keşke ben saldırmasam da polis gitse cezasını verse.

Genellikle toplumda bilinçsizlikten kaynaklanan şu cümle vardır; bu kadar insan açlıktan ölürken şimdi hayvanların haklarını mı savunacağız? Mesela bu temel bir parametredir.
Ben de şuna şöyle karşı çıkıyorum; hayvana işkence yapan ve tecavüz eden biri daha sonra aynısını insana uyguluyor.

Bunda bir kuşku yok. Bunun yanlış bir tez olduğunu da biliyorum. Ama bununla mücadele edilebilir. Mesela bir hayvan hakları savunucusu, aynı zamanda insan hakları savunucusu da olabilir.
Aksi mümkün değil zaten.

Örgütlü hayvan hakları mücadelesi veren gruplar var onlarla da çalışmalar yürütüyor musunuz?

Evet, Haçiko diye bir dernek kurdum.

Ne demek Haçiko?
Şöyle bir açılım yaptık; Hayvanları Çaresizlikten ve İlgisizlikten Koruma Derneği. Richard Gere’ın oynadığı ‘Hachiko: A Dog’s Story’ filminden çok etkilenmiştim. Gerçek bir hikaye anlatılıyor o filmde. İzledikten sonra sokakta duran bütün köpekleri farklı bir gözle görmeye başladım. Mutlaka derneğin adı Haçiko olsun istedim. Ve ona da bir açılım bulduk. Albümün bütün geliri Haçiko’da toplanıyor. Ardından barınaklara mama, ilaç, temizlik malzemesi olarak gidiyor. Bu albümün parasıyla şu anda İstanbul’daki barınaklara üç yıl mama, ilaç, temizlik malzemesi gitmesini garantiledik. Yani bunları gördükten sonra insanların ilgisi biraz değişmeye başladı.

Peki, siz şimdi basında kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

Ben bu işe röportajlarla ve araştırma haberleriyle başladım. Sonra Hürriyet’te kültür-sanat sayfalarında Doğan Hızlan ve İhsan Yılmaz’la birlikte çalıştım. Sinema, sergi, tiyatro… Hepsini yazıyorduk. Kültürsanat sayfası ilk krizde kapanınca Ertuğrul Özkök kültür-sanat çalışanlarının branşlara ayrılmasını istedi. Hafta sonu eklerinde sinema yaz dediler bana da. Üniversitede çok sinema eğitimine katılmıştım ama sinema yazarı olmak için değil. Kendi kendine gelişti olay. Sinemanın tekniği üzerine değil daha çok hikayeleri üzerine yazılar yazıyorum. Aslında bunu da eleştiriyorlar. Sinema yazarı tekniği de, ışığı da yazmalıymış…

Ama bu bir tercih meselesi…

Bu benim aldığım eğitimle ilgili. Dört yıl boyunca sürekli roman okuyup, inceledim. Filmlere de öyle bakıyorum. Sonra yine seminerlere katıldım ama sinema biraz kilometre işi… Ne kadar çok film izlersen algın o kadar açılıyor. Şimdi Kelebek’te popüler kültür ve yaşamla ilgili yazılar yazıyorum. Keyif ekinde ise sinema yazıyorum. Televizyonda bir sinema programım var. Bir de Ferhat ile birlikte haftada bir gün, iki saat radyo programı yapıyoruz.

Peki, Ferhat Göçer’le olan birlikteliğinizle müziğe olan ilginiz arttı mı?
Stüdyolara daha fazla gider, o ortamlarda daha fazla bulunur oldum. Oralarda nasıl zorluklar, güzellikler yaşanıyor birebir görmüş oldum. Ferhat ile birlikte sahneye de çıktık. Bundan 3-4 yıl önce. Koristlik yaptım ona. Ferhat, benim müzik yönümü ilk tanıştığımız andan beri biliyor aslında.

Bir müzisyenin yaşadıklarını yakından görmüş, yaşamış oldunuz yani…
Evet, o albüm aşamasında yaşanan krizleri, albüm sonrasını… Hepsini yaşadım. Tecrübeliyim yani.

Bir yandan da Ferhat Göçer’in menajerliğini yürütüyormuşsunuz gibi bir imaj var. Gerçek mi bu?

Herkes öyle diyor ama gerçek değil. Ferhat’ın işini çok iyi bilen bir menajeri var. Adı; Candaş Örnek. Benim onların işleriyle ilgili hiçbir fikrim yok. Ben Ferhat’ın nerede olduğunu bazen Candaş’tan öğreniyorum. Böyle algılanmasının sebebi konserlere, organizasyonlara birlikte gitmemiz. Ben onlarla birlikte takılıyorum sadece. En fazla bir şey sorduklarında fikir veriyorum.Bu işin bütün motivasyonunu hayvan hakları meselesi mi sağladı?
Ben gerçekten şarkı söylemeyi seviyorum. O konuda numara yapmayacağım... Ama ‘hayvan haklarını kullanarak albüm çıkarttı’ derlerse, bu büyük haksızlık olur. Benim şarkı söylediğimi bilenler daha önce bana albüm yapalım dediler. O dönemde gazetecilik çok ön plandaydı. Koroya gidiyordum ve o bana yetiyordu. Şunu da eklemeliyim ki ben bunu asıl mesleğim olarak yapmak istemiyorum. Böyle bir şey söz konusu değil. Uzun yıllardır “Hayvanlara destek olmak için ne yapabilirim?” sorusunun üzerinde duruyordum. Bana hep “Sponsor oluruz ama ortaya bir şey koy. Bir fi lm yap, albüm yap… Bu iş konuşulsun hem bizim yararımıza olsun hem de projeye destek olalım” dediler. Bunların peşinde koşarken albüm yapmaya karar verdim.

Mesela Samsun Demir ve bu projeye destek verenler “Ömür’ün bir albümü çıksın iyi olur, güzel şarkı söylüyor” diye mi bu işe önayak oldular yoksa hayvan hakları için mi bu projeyle ilgilendiler?

Şimdi onların adına konuşmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama bana sorarsan “Bu işe bir el atalım, Ömür güzel şarkı söylüyor. Ortaya kötü bir şey çıkmaz” diye bir düşünceleri vardı.

İkisi birleşti yani.
Evet, ikisi birleşti ve bu iş konuşuldu, gelir sağlandı. İstediğim hayvan haklarına dikkat çekmek ve katkı sağlamaktı. Bu albüm buna araç oldu. Albümden gelen parayla şimdi bir sürü şey yapıyoruz.

Albüm kapağı çok eleştirildi. Hayvan haklarıyla ilgili bir albüm kapağında hiçbir mesajın ya da bir hayvan fotoğrafının olmaması eleştirilere neden oldu. Böyle bir vurguyu neden kapakta kullanmadınız?

Bu albümün asıl amacı satması ve para getirmesi. O yüzden albüm kapağına Burak Kut’u, Teoman’ı koyduk ki onların sevenleri de alsın. Albümün kapağını hayvan resimleriyle süsleseydik bir karmaşa olacaktı. Bu albüm gerçekten satılsın istedim. Albüme emek veren, şarkı söyleyen isimlerin üzerine algıyı çekip, satışa odaklandık. Zaten albümün üzerinde yazıyor: ‘Bu albümün gelirleri hayvan hakları için harcanacaktır’ diye.

Albüm ilk çıktığında Twitter’da ironik bir dille bir şarkınızı sundum. Şarkı ortada yokken herkes antipatik bir enerjiyle saldırdı. Fakat şarkı çıktıktan sonra ‘Sözleri biraz kötü ama Ömür iyi söylüyormuş’a döndü olay. Demek ki size karşı bir önyargı var ya da gazeteci olarak tanıdığımız birinin ‘Ben artık şarkı da söylüyorum kardeşim’ demesine yönelik bir antipati var.
Kendi alanı dışına çıkıp başka bir şey yapmaya kalkışan herkese karşı alınan tavır bu. Dışarıdan biri gelip röportaj yapmaya başladığında biz de bu tavrı takınıyoruz. O yüzden gelen eleştirileri anlayabiliyorum.

Bir de kedi kostümü içinde fotoğraflarınız basına yansıdı ve bu da eleştiri konusu oldu. Bu fikir nereden çıktı?
Albüm daha çıkmadan ‘Bu işe nasıl daha fazla dikkat çekeriz’in üzerine yoğunlaştık. ‘Hangi fotoğrafları gazetelerde daha büyük kullanırlar?’ diye düşünürken bu fikir ortaya çıktı. Görsel olarak farklı olan her zaman ilgi çeker. Bunu zaten hepimiz biliyoruz. Bu bir pazarlama numarasıydı ve amacına ulaştı.

Ama bu durum albümünüz çıkmadan bir antipati yarattı.
Antipati yarattı ama dikkat çekti. Bu albüm hiç konuşulmadan, kimse çıktığından haberdar olmadan bir kenarda kalabilirdi. Onun yerine eleştirilip, konuşulmasını tercih ederim.

Bundan sonra albüm çalışmalarınıza devam edecek misiniz?
Evet, yine aynı amaç için albüm çıkartmaya devam etmek istiyorum. Çünkü benim bir hayalim var; Türkiye, Avrupa’da hayvan hakları konusunda kara listede. Buraya hayvanlara işkence yapılan, kimsenin hayvan haklarını savunmadığı bir yer olarak bakıyorlar.

Haksız da sayılmazlar.
Ben ilk köpeğimi Almanya’dan almıştım. Ciddi de bir parayla çiftlikten almıştım. Ve o köpeği üç ay uğraşarak aldım. Çünkü Türkiye’ye köpek vermek istemiyorlardı.

Niye gidip bir çiftlikten para verip köpek alıyorsunuz ki? Sokaklar dolu…
O dönemde bu kafada değildim ne yazık ki. Şu anda asla yapmam. Oradan yola çıkarak şunu anlatacağım: Ben üç ay sürekli mail attım, evimin bahçesini, kızımın fotoğrafl arını gönderdim. Üç ay sonunda zorla alabildim. Çünkü Türkiye hayvan hakları konusunda çok kötü bir yer. Benim hayalim; Türkiye’de hayvan haklarıyla ilgili doğru düzgün çalışmalar yapıp, bununla ilgili yasaların çıkmasına destek olup, Avrupa’dan fon almak ve bu algıyı yıkmak. Yani bugün albüm belki yarın başka bir şey. Asıl amaç buradan para kazanmak ve yardıma muhtaç hayvanlara aktarmak.