Erkeklerin önünde diz çökmeyenlerin hikayesi

Atina’nın yetiştirdiği en büyük tragedya şairlerinden Aisykhylos tarafından, 2 bin 500 yıl önce yazılmış dünyanın en eski oyunlarından biri olan Yakaranlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde ilk kez Türkçe olarak sahnelendi. Mısır’ı terk ederek Yunanistan’a kaçan 50 kadının mücadelesini konu alan oyunun rejisinde bulunan Mert Fırat, Arif Pişkin, Didem Balçın ve oyunculardan Hayal Köseoğlu ile Yakaranlar’ın provasında buluştuk.

Erkeklerin önünde diz çökmeyenlerin hikayesi

Röportaj: Simay Engür
Fotoğraf: İnanç Kalaycı

“Geri dönmeyeceğiz! Bu toprakları terk etmeyeceğiz! Erkeklerin önünde diz çökmeyeceğiz; onlardan kurtulacağız, özgür olacağız!” Oyunda defalarca duyuyorsunuz bu sözleri. Düşünün, artık neler yaşadılarsa!

Özgürlük; tutsak olmaktansa ölümü bile göze olan tüm mülteci kadınların yitik ülkesidir belki de… Yakaranlar da evliliğin esaretindense, tekneye binip vatanlarını terk eden 50 cesur kadının hikayesini anlatıyor. Altı profesyonel oyuncuya 44 amatör oyuncunun eşlik ediyor olması ise oyunu daha da özel kılıyor. Rejide Arif Pişkin, Didem Balçın, Mert Fırat ve Volkan Yosunlu gibi usta isimler var. Zaman zaman sizi uzaklara götüren yer yer oyunun konusuyla koordinasyonu koparmadan ilerleten müzikler, Vedat Yıldırım’ın imzasını taşıyor. Masis Aram Gözbek, müzik direktörü olarak yer alırken; koreografi Büşra Firidin’e ve Ezgi Künktakan’a ait. Birçok Antik Yunan tragedyasında olduğu gibi, Yakaranlar’da da koro en çarpıcı unsurlardan. Öyle ki, oyunda koro da tek başına bir karakter aslında. Bu sebeple de oyunun başrolü, tüm kadınlara ait. Oyun sırasında müziğin canlı olması ise oyuncular ve müzisyenler arasında kurulan organik bağ ile sizi derinden etkilemeyi başarıyor. O kadar yerli yerinde bir bağ ki bu, bütün diyaloglar şiirsel bir akışla ilerliyor. Müzik sayesinde, olaydan ve durumdan çok; kadınların gerçekten ne hissettiğini duyumsayabiliyorsunuz. Birbirine güç katan, bir arada olmayı başararak yıkılmayan ve her daim birbirini kollayan 50 kadın, insanlığın tüm ayıplarını haykırıyor ve bugün hala birbirinden başka kimsesi olmayan mülteci kadınların yalnızlığını, son damlasına kadar hissettiriyor. Bizi seyirci olmaktan öte farkında olmaya ve harekete geçirmeye iten Yakaranlar’ın bir parçası olan herkese kocaman bir teşekkür borçluyuz!

Yakaranlar’ın yazıldığı topraklara geri dönüş hikayesi nasıl gerçekleşti?
Mert Fırat:
DasDas olarak devamlı yurt dışındaki oyunları takip ediyoruz ve imkan buldukça izlemeye ya da metinleri okumaya çalışarak hangilerini Türkiye’de sahneleyebileceğimiz üzerine fikir alışverişinde bulunuyoruz hep. Yakaran Kadınlar metnini okuduğum sırada Londra’da ATC Theatre’ın da sahnelediğini duydum. Sonra oyunu hazırlayan ekip beni ve yakın arkadaşım olan John Mitchell’ı davet etti ve İrlanda’da izleme şansı yakaladık. Ekiple de tanıştıktan sonra bir anda elimizi taşın altına koyduk ve bu dünyanın en evrensel, güncel konularına değinen oyunu sahneye koymak üzere hazırlıklara giriştik. 8 Mart’ta da ilk defa Türkiye’de seyircilerle buluşacak ve tam 2 bin 500 yıl sonra yazıldığı topraklara geri dönmüş olacak.

Oyuncuların birçoğu amatörlerden oluşuyor. Oyuncu seçimlerinde nelere dikkat ettiniz, ekip nasıl bir araya geldi?
Mert Fırat:
Bu bence sadece sanatla uğraşanlarda değil, eminim her işi yapanda vardır; amatör ruhu kaybetmemek gerekir. Çünkü o zaman bir işe kendinizi çok daha büyük tutkuyla adarsınız, o amatör ruh içinizdeki heyecanı asla söndürmez. Yakaranlar’da izleyeceğiniz pek çok amatör oyuncu da işlerinden çıkıp gerçekten koşarak, büyük şevkle provalara geliyorlar. Her biri farklı mesleklerden ve yaş gruplarından olan, birbirini tanımayan bu kadınlar gerçekten gönüllerini koydular. Oyuncu konusunda bir duyuru çıktık ardından seçmeler oldu kısa bir süre içerisinde. Orada iyi kulak ve sese sahip olmaları ile kendilerini iyi ifade etmeleri bizim için önemliydi.

Erkeklerin önünde diz çökmeyenlerin hikayesi - Resim : 1
Arif Pişkin, Didem Balçın, Hayal Köseoğlu, Mert Fırat

Peki provalar nasıl gidiyor? Oyunu, amatör oyuncularla sahneye taşımanın riskli yanları var mı sizce?
Arif Pişkin:
Oyun çalışmalarının hepsi risktir. Çünkü yolculuk baştan bilinmezlerle doludur. Amatör oyuncu arkadaşlarla çalışmak zor mu, değil mi bilmiyorum. Heyecan aynı. Bizlere gelen enerjileri çok güzel. Hepsiyle küçük küçük oyunculuk çalışmaları yaptık. Ses beden çalıştık, çalışıyoruz. Koral bölümler yoğun bir şekilde çalışılıyor. Sonucu biz de göreceğiz. Siz seyredenler de karar verecek.

Oyunda 50 kadının mücadelesi, koro halinde yükselip; yepyeni bir karakter olarak karşımıza çıkıyor sanki. Yakaranlar’da koronun da bir karakteri mi var?
Arif Pişkin:
Çok ilginç bir nokta burası. Antik Yunan oyunlarının çoğunda koro anlatıcı, olaya karışmayan, oyun kişilerinin fikirlerini ortaya koyan bir konumdayken, bu oyunda koro bir rol kişisi; kadınlar… Oyunun başrolü. Koronun bu yapısı, elbette ona bir karakter veriyor. Tüm kadınlar, hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyorlar. Hep birlikte baskılara karşı çıkıyorlar. Doğdukları toprakları terk edip köklerinin doğduğu topraklara gelmeye karar veriyorlar. Çok netler.

Vatanını terk etmek zorunda kalan kadınların yakarışına tanık oluyoruz. Bu sizin için ne ifade ediyor? Seyirci bu oyunda neyi özellikle yakalamalı ve anlamaya çalışmalı?
Mert Fırat:
Maalesef bu dünyada etiketler aracılığıyla yaşıyoruz. Her kavram beraberinde anti-tezini doğuruyor. Anti-tez aslında bir kavramı çürütür ama yepyeni bir etiketi de bize kazandırır. Bunun farkında olmadan her birimiz sistem çarkı olarak başladığımız yere geri dönüyoruz. Yakaranlar’da 50 kadından duyacağınız yakarış, ‘Kadın-erkek eşitsizliğine hayır’, ‘Millet, din, dil, ırk ayrımına dur de’ tarzı bir yakarış değil; bunların çekirdeği olan ‘Hepimiz insanız’ yakarışı. Etiketlerden, tezlerden ve anti-tezlerden uzak bireyleriz aslında. Ve evet, ‘haksızlığı görmeli ve onunla mücadele etmeliyiz’ yakarışı bu. Seyirci de ‘Yakaranlar’da bunları görecek ve tüm bu yakarışların ortağı olacak.

Yeri geldiğinde ‘kadın’ kelimesini bile ahlaksızlık olarak gören bu toplum, önce sözcükleriyle; yani diliyle kadını yersiz yurtsuzlaştırmaya başlıyor diyebilir miyiz?
Mert Fırat:
Sadece kadınlar da değil, başta da dediğim gibi aslında sahip olduğumuz milyon tane etiket nedeniyle hepimiz mülteciyiz. Ve bu mülteciliğin toprağı da yok bence. Ötekileştirme devreye girdiği an her şey değişiyor. Hepimiz sığınacak bir liman, toprak aramaya başlıyoruz.

Yakaranlar, bugün hala mücadeleye devam eden kadınların sesi olabiliyor. Sizce kadınlar olarak bu kadar yıl boyunca, neden hiçbir şeyi değiştiremedik?
Didem Balçın:
Neden değiştiremedik sorusu, inanın ayrı bir röportaj konusu olabilir. Pek çok dinamikle açıklanabilecek bir durum bu; ama bence tüm dünyada bir uyanış gerçekleşiyor ve bu bir süreç. Yakın zamanda Altın Küre Ödülleri’nde kadın oyuncuların siyah giymesi ve de bazılarının taciz mağdurları kadınlarla törene gelmesi; bence muazzam bir hareketti. Bunlar, bahsettiğim uyanışın da bir parçası. Türkiye’de de gün geçtikçe kadınlar tek başlarına olmadıklarını görüyorlar ve seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Evet, belki şu an bu durum çok minör düzeyde ama giderek büyüyecek.

Erkeklerin önünde diz çökmeyenlerin hikayesi - Resim : 2

Siz bu coğrafyanın bir türlü değişmeyen kaderi hakkında ne düşünüyorsunuz? Neden değişen bir şey olmadı ve bu cinsiyet eşitliği meselesinin akılcı bir çözümü var mı?
Mert Fırat:
Genel geçer kalıplar, etiketler üzerinden konuştuğumuz ve de harekete geçmediğimiz sürece maalesef değişen bir şey olmamaya devam edecek. Buradan sayısız akılcı çözüm üretebiliriz ama bunların hepsinin özünde farkındalık yatıyor. Bu bilinçle her birimiz cinsiyet eşitliği meselesini sorumluluğumuz olarak görmeliyiz. Yakaranlar da tam olarak bunu anlatıyor.

Arif Pişkin: Değişen bir şeyin olmaması galiba bizlerle alakalı. Önce insan olmayı başarabilsek her şey kendiliğinden çözüm bulacak. Karşımızda kadın var değil de benim gibi insan var demeyi öğrendiğimizde galiba çözüme kavuşuruz. Anamızı daha fazla kucaklarız, eşimiz eşimiz olurdu, toprak anayı daha çok severiz gibi geliyor.

Yakaranlar’ın bir parçası olmak nasıl bir duygu sizin için, neler hissediyorsunuz?
Hayal Köseoğlu:
Oyun esasında kendi hayatlarında sıkışmış kadınların o hayattan kaçma cesaretini gösterdikten sonra bir de mülteci sıfatının altında ezilmesini çok güzel anlatıyor. Mülteci olmak aslında bizim çevremizdeki kadınlara çok uzak gibi gözükse de araştırma yaptığımızda, o kadınların hayatlarında yoğunlaşmış olarak dönen temaların bizim hayatımızda da minik minik yer edindiğini görüyoruz. Belki gece yürüyüşe çıkmak isteyip vazgeçmek… Belki arkanda adım sesi duyup karşı kaldırıma geçmek, belki taksinin plakasını bir erkeğe yollamak zorunda kalmak, belki eve gelen kuryeye evde biri varmış gibi rol yapmak, belki lafla veya bakışla ya da dokunarak taciz, belki ufak şiddet imaları, tehditkar bir bakış… Her gün minik detaylarla hissettiğimiz ‘erkek dünyasında savaşan kadınlar olma’ durumunu çok güzel anlatan bir oyun. Fakat o dönemde yazılmış bir oyunla empati kurabilmemiz, fazla değişim olmadığını gösteriyor.

Hem projenin bir parçası olarak, hem de bir kadın gözünden değerlendirecek olursanız; Yakaranlar nasıl bir farkındalık uyandırabilir?
Didem Balçın:
Seyirci bu oyunda aslında yıllardır üçüncü sayfalarda, ana haberlerde karşılaştığımız, bugünün en güncel ve de evrensel konularına şahit olacak. Hem cinsiyet eşitsizliği hem de mültecilik sorunu ‘Yakaranlar’ın tam kalbinde yer alıyor. Bu oyunla 50 kadının mücadelesi aslında kadınların susmadıklarında ne kadar güzel ve de güçlü olduklarını gösterecek seyircilere. Bu hayatta her şeyi yapabiliriz; en azından ben, bu oyuna gönlünü koyan herkes ve de sahnede sizi karşılayacak her bir oyuncu bunu hissediyor. Belki sürekli tekrarlıyoruz ama inanın bir şeyleri değiştirmek zor değil. Burada, DasDas’da Yakaranlar ile buna bir nebze de olsa katkımız olursa ne mutlu bize.