“Hep aşk vardı”

Yıldız Kenter’in dediği gibi “Hep aşk vardı” diyor Özge Borak, “Her şeyde var…

“Hep aşk vardı”

Sizde hiç öyle ünlü olmaya meraklı bir tip yok. Kaç yaşındaydınız o zaman ve var mıydı ekran yüzü olma düşüncesi aklınızda?
20-21 yaşındaydım. Hiç yoktu gerçekten. Konservatuar bitmek üzereydi o zaman, hem konservatuar hem tiyatro hem dizi nasıl olacak diye düşündüm. Zaten bir sene sınıfta kaldım o yüzden, bu sebeple beş senede bitirebildim okulu. Bu şekilde, provalar arası okul arası başladı.

Çok yeni Bedia Muvahhit Ödülü’nü aldınız. Ödüller size neler hissettiriyor?

Ödülü bana vermeyi uygun görmüşler, bu çok sevindirici. Beni aradıklarında “Hangi oyunla ve başka hangi adaylar var?” diye sordum ama bana aday olmadığını, bu zamana kadarki emekler ve bu zamana kadarki işlerle ilgili bir ödül olduğunu söylediler. O zaman daha da mutlu oldum, çünkü sekiz yaşından beri Şehir Tiyatrosu’ndayım. Belki yaşım genç ama kitap eski. Bu kadar zamanın çabasını görmüş olmaları beni duygulandırdı, ama bir yandan da şu içinde bulunduğumuz dönemde buruk bir sevinç yaratıyor tabii.

Ünlü olmanın getirisi kadar götürüsü de var. Bu durum sizi yoruyor mu?
Ben çok fazla göz önünde olmayı sevmiyorum. Bu benim tercihim. Diğer türlüsünü tercih edene de saygım var. İlla herkes tarafından bilinmek zorunda değilim bu mesleği yapıyorum diye. Sanırım bu şundan kaynaklanıyor; ben rahat olmayı seviyorum. Buradan motorla karşıya geçiyorum ya da dolmuşa biniyorum. Aslında “Ben toplu taşımayı kullanıyorum” diye belirtmek bile saçma geliyor. Doğalı bu değil mi zaten! Hayat bu, herkes biniyor. Benim de hoşuma gidiyor. Ben evimden çıkamaz hale gelmek istemem. Bunu deyince ukala olarak algıladılar bir keresinde, ancak ben başka bir şey anlatmaya çalışıyordum… Demek istediğim, rahat olmamız lazım, hepimiz insanız; kestiğimiz zaman aynı kan akıyor.

Çocuk konusuna nasıl bakıyorsunuz?
Güzel bakıyoruz. Ben hep ikiye ayırdım insanları bu konuda. Bir; ne olursa olsun çocuk isteyen insan, bir de benim gibi insan. Ben, karşındaki kişinin sana çocuk isteyip istetmediğini düşünüyorum. “Ne olursa olsun çocuk olmalı, babası olsa da olmasa da fark etmez” diyemiyorum. Mesela, Ata bana çocuk fikrini tamamen hissettiren bir insan. Çocuk yapmak ağır bir sorumluluk ve ne olursa olsun yapılmalı şeklinde bakamıyorum. Ben anne, baba, anneanne, babaanne ile sağlıklı bir ortamda yetişecekse çocuk olması gerektiğine inanıyorum ve karşındaki kişinin senin bu duygularını beslediği zaman o karara varılacağına inanıyorum. Olması gereken bir şey değil, bilinçli yapılması gereken bir şey çocuk bence.

Birlikte dalmayı çok seviyormuşsunuz…
Ata da ben de deniz tutkunuyuz, çıkmıyoruz sudan. En son Maldivler’de daldık. İnanılmazdı. Yaz sporlarını çok severim ben. Yüzmeye ve sörf yapmaya bayılırım. Ayrıca, dalıyorum; advance dalgıcım.Peki ya Ata Demirer’in diyetinde son durum ne? Bir haber çıkmıştı geçenlerde, yemekleri siz yapıyormuşsunuz diye…
“Ata Bey kilo vermeye devam ediyor mu?” diye sordular, ben de evet dedim. Ama haberde farklı bir dil kullandılar. Kendilerince benim ağzımdan çıkmış gibi olsun istediler sanırım. Ben zayıflatmıyorum onu, Ata 40 yaşında bir adam sonuçta ve kendi kararlarını kendi veriyor. O zayıflama kararı aldı. Görüntüden ziyade sağlık için. Bir numaralı destekçisi de benim. Ne istiyorsa ve doktoru ne söylüyorsa elimden geleni yapıyorum, çok da güzel ilerliyoruz. Geçen yazdan bu yana 20 kilo verdi, daha da verecek.

Sebepsiz yere mutlu olabilecek bir güce sahip gibisiniz…
Ben birdenbire gülerim bazen. Sonra da, “Niye bu kadar gülüyoruz” diyerek daha fazla gülmeye başlarım. Biraz deli mi oluyorum acaba?
Daha sonra bakınca, o an niye öyle gülmüşüz bir fikrim olmaz. Arkadaşlarım da öyledir. Durup dururken gülebilme kapasitesi olan insanlarız biz.

30’uncu yaşınızı nasıl karşıladınız?
Şahane. Herkes bunalıma girdim dedi, ben aa niye bunalıma girmedim dedim. Yine bende mi bir sorun var acaba diye düşündüm. Kimisi yaşlanır kimisi yaş alır. Ben nice 20 yaşında insan gördüm 80 yaşında gibi, nice 80 yaşında insan gördüm 20 yaşında gibi dinç, genç ve bakışları parlak. Ben yaş alacağıma inanıyorum çünkü içimiz çocuk ve genç. 30’uncu yaşımı bir parti ile kutladık. Önce aile yemeği yedik sonra da eğlencesini yaptık. İlk defa bu kadar şaşaalı bir doğum günü kutladım. Özellikle 30 yaşında böyle bir kutlama yapmak istemiştim zaten. Değişiklik olur mu hayatımda dedim, baktım hiçbir şey değişmedi.

İstanbul Şehir Tiyatroları yönetiminin sanatçılardan alınarak belediyenin bürokratlarına devredilmesi kararından bahsediyorsunuz değil mi?
Evet, şah damarımızı kestiler. “Şehir Tiyatroları yok edilemez” ve “Tiyatroma dokunma” diyorum ben de. Ben Gencay Gürün’den tutun günümüze kadar çok sanat yönetmeni gördüm. Küçücüktüm ama her şeyin farkındaydım, herkesi görüyordum. Beni gerçekten çok üzen bir durum oldu bu. Ben hala kadrolu değilim bu arada, hala işçi kadrosundayım. Ama önemli değil, çünkü ben gönülden yapıyorum bu işi.

Gözleriniz doldu. Gerçekten çok üzgün olduğunuzu görebiliyorum.

Tiyatro sadece para için yapılan bir şey değil, gönülden yapılan bir şey ve bu kadar duygulu insanların darbe yemesi, kamçı alması gerçekten çok üzüyor beni. Benim doğup büyüdüğüm yer orası. Sadece bir gecede tepeden inme yönetmelik bu. Ama tiyatro bu günlere kadar neler gördü ve hiçbir zaman yıkılmadı, yine yıkılmayacak.

Güzel olduğunuzu ne zaman fark ettiniz? Ya da hissettirildiniz?
Çok yeni. Beni güzel olarak buluyorsanız teşekkür ederim ama ben bunu hep görmezden geldim. İşte o adalet duygusundan galiba. “Herkes eşittir, hepimiz güzeliz, insanız çünkü, her insan güzeldir” şeklinde düşüncelerle büyüdüğüm için… Bu yüzden kadınerkek ilişkisi olarak da çok geç kavradım hayatı. Ergenlik döneminde en iyi arkadaşlarım hep erkeklerdi. Hatta bana, yanlış anlaşılabilir dediklerinde bile buna tepki veriyordum. Çünkü ‘hepimiz eşitiz’i savunuyordum. Gerçi hala da öyle savunuyorum. Onun öyle olmadığını anladığım ortamlar illa oluyor ama adalet benim için her zaman ölene kadar ön planda olacak.

Peki, oyunculuk kabiliyetiniz olduğunu ne zaman fark ettiniz? Aklınızda bir taklit yapma anı beliriyor mu?
Daha küçükken evde benim yazdığım ve yönettiğim skeçlerimiz olurdu. Yazamıyordum ama yönlendiriyordum, “Sen şunu de, şimdi sen burada gir, sen önümüzden geç” gibi... 6-7 yaşındayken evin yönetmeniydim. Ne zaman evde bir aile toplantısı olsa, biz çocuklarla gösteriler hazırlardık hemen.

O günlerin bugünlere nasıl bir yansıması oldu?
Benim çok renkli bir çocukluğum oldu. Yumurta kabuklarından kuklalar yapardı babam. Yumurta kabuğunu güzelce ve dikkatli bir şekilde yıkayıp, etrafını gazete ve tutkalla kaplayarak sertleştirirdi. Sonra da o kabuğun üzerine ilaçların içine konduğu şeffaf kabarcıklardan gözler, keçeli kalemlerle ağız, yünlerden saçlar yapıp kuklalar oluştururdu. Oyunlarda başrole seçilen, ilk sırada oturan, başı okşanan, hep dikkat çeken bir kız mıydınız?
En önde oturan çalışkan bir öğrenci olmadım hiçbir zaman. En arkada, cam kenarında oturur, devamlı makara yapardım. Ama beyin başka çalışıyordu o yüzden, yoksa yapamıyorum değildi. Çok sevilen bir öğrenciydim, çalışırsam oluyordu ama çalışmıyordum.

Tiyatro için nelerden fedakarlık ettiniz?

Okuldan kaçar tiyatroya giderdim. 100 kere kaçtıysam 99’u tiyatro provalarına gitmek içindi. Okul benim tiyatromu engelliyor, benim gitmem lazım diye düşünür, stratejik yöntemlerle okuldan kaçardım.

Fazla iyilik, fazla düzgünlük, marazsız bir hal hal, hep pozitif olma durumu sizi sıkar mı bazen? Yok, hayır beni sıkmaz, ama kimilerine sıkıcı gelmesini de anlıyorum. Belli bir kişilik yapısı var ortada; neye kızar, neye kızmaz belli. İnişleri çıkışları yok. Kusursuza yakın. Özge Borak; düzgün olmaktan öte, adalet duygusu gelişmiş, iyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş kızı. Doğal bir güzellik ve her konuda yapmacık olmaktan uzak…

Onu bugüne kadar dizilerde gördük, reklamlarda izledik, ama hiç gözümüzde star mertebesine yükseltmedik… Aslına bakarsanız, gerçek anlamda fark etmemiz ve tanımamız ‘Eyvah Eyvah’ filmine denk geldi. Ve tabii ki Ata Demirer’le evlenmesine… Ünlü komedyenin kiminle evleneceği hep bir merak konusuydu. Ve bir anda Özge Borak çıktı karşımıza. Onlar sadece 17 günlük evliyken yapıldı bu röportaj ve çekim. Tüm enerjisiyle, neşesiyle, yeni gelin keyfiyle bizimle bir araya geldi güzel oyuncu.

Bir yerden almak da çocuğun yaratıcılığına yardım edebilir ama biz babamın bu yaratıcı oyuncakları sayesinde kurgusu geniş çocuklar olarak büyüdük. Abimin legolarla yaptığı şeyleri, şu anda bir çocuk yapabilir mi bilmiyorum, inanılmaz. Sanatçı, yaratıcı bir ortamda büyüdüm. Müzik yanı da ağır basan bir ortamdı. Doğal olarak kanıma doğduğumda oyunculuk girmişti demekten kastım bu. Dünyaya gözümü açtığımda öyle bir ortam vardı.

Bir İstanbul hikayesi değil mi bu anlattıklarınız?
Evet, doğma büyüme İstanbulluyum. Ama gerilere bakarsanız anne tarafında Karadeniz var, babaannem Giritli, babamın dedeleri Arap’mış.

Zorluklarla bugüne geldim durumu yok sanırım…
Hayır, benim öyle izin vermeyen aile, ‘oradan kaçıp şunu yaptım’ hikayem, ‘zorluklarla bugünlere geldim’ durumum yok. Çok rahat geldim çünkü ailem çok büyük destekçimdi her konuda. Her şey güzellikleydi bizde, konuşarak anlaşılıyordu, hallediliyordu. Benim sadece mesleki değil, her kararımın her zaman arkasında oldular.

Dizi oyunculuğu nasıl başladı? Tiyatrodan o geçiş nasıl oldu?
Enteresan oldu. Ben o sırada Şehir Tiyatroları’nda bir çocuk oyunundaydım, hem koreografisini hem asistanlığını yapıyordum, hem de oyunda oynuyordum. ‘Sultan Makamı’ dizisi için Dolunay Soysert beni önermiş, birkaç kere söyleyince onlar da ısrarcı oldular demek ki. Ben de çok yoğundum ama o kadar aradılar ki, “Tamam geleceğim bir şekilde” dedim. Böyle başladı işte.

Böyle bir ortamda, nasıl oldu da balerin olmadınız?
Tabii ki herkes benim balerin olacağımı düşünüyordu, ben de dahil. Çünkü gördüğüm ve bildiğim tek meslek buydu; insanlar büyür ve balerin ya da erkek dansçı olur! Ama sonra ben sekiz yaşındayken çocuk tiyatrosunun eğitim sınavları açıldı. Sınavlara girmek istedim ve kazandım. Şimdi düşününce, başka bir şey olamazmışım hakikaten; ya balerin olurdum ya da tiyatrocu.

Balerin olsaydım keşke diye aklınızda kaldı mı hiç?

İyi ki oyuncu olmuşum diyorum ben. Elbette kıyaslamak doğru değil, ikisi de başka zorlukları ve avantajları olan meslekler. Çok daha ekstrası olan, yaş olarak da daha uzun soluklu bir mesleğe sahibim.

Ama Türkiye’nin en çok tanınan komedyenlerinden biriyle evlendiniz. Üzerinize daha çok gelecekler, ünlü olduğunuzu daha çok hissedeceksiniz kaygısı yaşadınız mı hiç?
Zaten öyle oldu. Ben daha önce bu kadar ilgiyle karşılaşmadım. Ata ise zaten öyle bir hayata sahipti. Onun mesleğine baktığımız zaman, işinin bir parçası bu, kimse de yadırgayamaz. Ben sadece şaşırdım kendi adıma. Yine de hayat devam ediyor benim için. Yolumu belki birileri vardır diye değiştirmiyorum. Ben o kısıtlamaları yaşarsam mutsuz olurum.

Bu arada bu kadar zayıf olup ekranda kilolu görünmek sinir bozucu değil mi?

Ekranda anlamadığım bir şekilde toplu görünüyorum. Aslında hiçbir zaman şişman olmadım. Böyle görünmek evet biraz can sıkıcı.

Onu röportaj esnasında yakından tanıyınca siz de seveceksiniz eminiz. Baştan menajeriyle konuştuğumuz gibi Ata Demirer’le ilgili çok soru sormayacaktık ancak dayanamadık kendi de dayanamadı, ondan da söz etmeden edemedik. Özge Borak ile geçirilen bir günün ardından çıkardığım profil ne mi oldu? Mutlu, pozitif, hayatın keyfini çıkarmayı çok iyi bilen bir insan, seven ve sevilen bir aşık, çocuk yapacağı adamı bulmuş bir anne adayı, her an patlamaya hazır yaratıcı projelere gebe bir kariyer kadını…

İnternette sizinle ilgili bir yorum gördüm: ‘Harbi kızdır, kahkahası da tamdır, agresyonu da. Çıtkırıldım kızlardan değildir yani’ demişler. Sizi tanımak adına bu kadarı yeterli mi? Gayet doğru olmuş. Haksızlığa tahammülüm olmadığı için geriliyorum ve agresif olabiliyorum; ‘agresyonu tamdır’a bu anlamda katılıyorum sadece. Kahkaham evet tamdır, gülelim, eğlenelim hep birlikte coşalım, çok severim.

Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Üretken. Her anlamda. Dursam, otursam bile konuşarak ve düşünerek geçirdiğim bir dönem. “Ne yapabiliriz, belki şunu yapabiliriz, şu konu işlenebilir” gibi üretme aşaması…

Mizah yönünüzün de çok iyi olduğunu duydum. Evde nasıl bir hava yaratıyor bu?

Çok fena. Ata’yla kendi aramızda, “Şurada bir yerde kamera olsa, başka programa gerek yok” diyoruz. O kadar iddialı yani. Benimki doğalından. Dursam, komik oluyor bazı anlarımda o derece. Biz gerçekten çok gülüyoruz birbirimize. Çok klişe gelebilir belki ama gerçekten öyle. Birlikte çok eğleniyoruz. Tam tahmin edildiği gibi yani.

Komik erkek takıntınız var mıydı hep? Her şeyden önce komik olmalı diyen bir kadın mıydınız?
Benim hiç öyle kalıplarım yok. Daha çok olmayan taraflara bakarım. Şu şu şu olsun değil, şunlar şunlar olmasın şeklinde. Karamsar bir insan olmasın mesela. Bu yalnız erkekler için değil, etrafımdaki tüm insanlar için geçerli. Oysa genellikle insanlar bir arayış içindedirler; parası olsun, komik olsun, akıllı olsun… Öyle olsun, böyle olsun değil işte. Olmasın üzerine benimki. Çevremdeki insanlar olumsuz değildir. Tabii ki her insanın depresif olduğu, üzgün olduğu zamanlar vardır; o başka bir şey ama hayata bakış olarak arkadaşlarım mutlu insanlardır. İlk tercih ettikleri şey mutsuzluk değil. Çünkü bu bir tercih meselesi çoğu zaman. Hemen yargılayan ya da kötümser olan insanlarla bir arada olmayı sevmem.

Aşk sizin için ne ifade ediyor?
Yıldız Kenter’in söylediği gibi “Hep aşk vardı, her şeyin içinde vardır.” Benim ilk aşkım tiyatro. Bir de yuvada bir tane ilk aşkım vardı. Benden üç yaş küçüktü. Ben de üç sene doğum günümü kutlamazsam aynı yaşta olacağımızı düşünüyordum. “Üç yıl sonra aynı yaşta olacağız ve evleneceğiz” diyordum. Bence aşk her yerde. İçine aşk kattığınız her şey güzel oluyor, işiniz de eşiniz de aşınız da.

Narin ve nazlı olma durumu var mı hiç?
Her şeyden bir miktar var. Olması gerektiği kadar. Çok dayanıklı olduğum konular da var, narin olduğum konular da. Durup dururken birdenbire beni duygulandıran şeyler de olur. Çok başarılı bir piyano konçertosu dinlerken, başkası belki sadece, ‘Ay ne kadar güzel’ der, bense ağlayabilirim. Öyle anlarım olur.

Peki, oyunculuk zehri kanınıza ne zaman girdi?
Doğduğumda girmiş demek ki. Çünkü annem, babam, abim ve abimin eşi hepsi Devlet Opera ve Balesi’ndeler. Babam koreograf aynı zamanda ve son dönemde oyunculuk da yapıyor. Bu sene Şehir Tiyatroları’nda ‘Şark Dişçisi’ diye bir oyunda oynadı ve Afife Jale’de En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldı. Yani aileden gelme bir durum bu. Ben kendimi bildim bileli, hep bale derslerine giriyordum, kulislerde dolanıyordum, maskotu gibiydim Devlet Opera ve Balesi’nin. Herkesin sevdiği bir çocuk gezer ya ortada, o çocuk bendim işte.