Hepimizin içinde ‘Hatice Sultan’ var!

Onu, ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde hep ağlarken görüyoruz.

Hepimizin içinde ‘Hatice Sultan’ var!

Siz genellediğiniz kadınlar arasında kendinizi nereye koyuyorsunuz? Hangi kısmındasınız ya da bu zamana kadar hangi kısmındaydınız?
İnsanlar varolma ve ölüm korkusunun motive ettiği, bazı eğilimler yaşayabiliyor. Mesela kendini birine adamak gibi. Ben o tuzağa düşmemeye çalışıyorum. Zamanında düştüğüm oldu ama kendimi çok güzel kurtardım.

Hiç Hatice Sultan gibi giyinen bir kadın olmak istediniz mi?
Evet, tabii ki! Ben dükkanlarda bulduğum ve annemden aldığım bütün kolyeleri kafama takardım. Hala da yapıyorum. Bir arkadaşımın mücevher dükkanı var, oraya gidip kolye denediğim zaman boynumda beğenmiyorum ama kafama takınca çok beğeniyorum. O kolyeleri dizide başıma takmak hem Hatice Sultan’ın çocuksu, romantik halini çok güzel yansıttı hem de benim çocukluk hayalimi gerçekleştirdi. Yoksa ben süslü, kadınsı ve romantik halleri sevmiyorum. Ama sonuçta her insanda birçok kişilik var. Her ne kadar kimse bunu kabul etmese de içimizde farklı kişilikler yaşıyor.

Hatice Sultan’ın sizi yoran kısmı ne?
Mesela biraz çocuksu bir kadın ve aşk kadını. Hayatı iki erkek üzerine kurulu; biri Süleyman, biri İbrahim…

Siz hayatınızı bir erkek üzerine kurar mıydınız?
Hmm... Hayır.

Hiç Hatice Sultan gibi aşık oldunuz mu?

Şimdi bu, çok derin ve uzun bir tez konusu aslında. Herkese önerebileceğim ‘The Second Sex’ diye bir kitap var. Bence çok başarılı ve Simone de Beauvoir bu konuyu kitabında çok güzel anlatıyor. Bir erkek, bir kadını hayatına dahil ettiğinde, kadın erkeğin hayatının bir parçası oluyor. Kadın ise genelde bir erkeğe kendini tamamen adıyor. Erkeği yarı tanrı yerine koyuyor. Yarı tanrı zannettikleri adamın her insan gibi zaafları ve eksiklikleri olduğunu anladıklarında ise ortaya sağlıksız bir ilişki çıkmaya başlıyor. Biraz basit anlattım ama ana fikir bu aslında.

İlk filminizi çektiğinizden beri sizde neler değişti?
Eskisine göre daha çok konuşuyorum. Çok utangacımdır, insanların önüne çıkamam, sahne korkum vardır. Birkaç hafta önce bir ödül töreninde sunuculuk yaptım. Benim için çok korkunç bir andı. Çok korktum. İnsanların önüne çıkıp, bir de onlara sesleniyorsun... 500 kişinin önüne çıkıp, bir dizi sahnesi çekebilirim çünkü o anda onları bloke ediyorum. Ama hitap etmen gerekiyorsa o zaman iş değişiyor. Ben bunu niye kabul ettim diye çok sordum kendime.

Korkunuzu kırdığınız bir nokta mıydı o?
Evet, ama yine yapmam gerekirse yine korkarım. Birtakım büyük korkularım var benim. Mesela denizden korkarım ama derin dalış yapıyorum. Dalıyorum ve her daldığımda aynı korkuyu yaşıyorum. Bir de yükseklik korkum var ama onu daha yenemedim. Ama korkunla yüzleştikten sonra çok özgürleşiyorsun, çok rahatlıyorsun ve mutlu oluyorsun.

Şimdi kötü bir şey olduğunu düşünmüyor musunuz?
İçe dönük ve dışa dönük kişilikler üzerine bir araştırma okuyorum. Bu benim biraz fikrimi değiştirdi. Özellikle şu dönemde toplumun kabul ettiği insanlar çok dışa dönük, konuşkan, eğlenceli insanlar. İçe dönük, suskun insanları çok istemiyoruz. Sıkıcı, tuhaf, yabancı geliyor bize. Annebabalar bunu büyük dert ediniyorlar; çocuğum asosyal diye. Bu kötü bir şey değil. Böyle çok insan var. Ben çok uzun süre bunu kendime dert edindim. Daha sosyal olmam gerektiğini, daha fazla arkadaş edinmem gerektiğini düşündüm. Ama öyle değilmiş.

Hatice Sultan da içe dönük bir karakter, başka benzer özellikleriniz var mı?

İlk bakışta pek yok aslında fakat bazı özellikleri nüans farkıyla bende de mevcut. Hatice Sultan karakterini çok seviyorum ancak çok uzun süre neden sevdiğimi hiç anlamadım. Zaman zaman Hatice’yi anlamakta güçlük çektiğim oluyor ama bu işin keyifli kısmı, sorun yok yani.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Arkadaşlarınız nasıl tiplerdi?
Annem ve babamın işinden dolayı sürekli taşınmak zorunda olan bir aileydik. Dolayısıyla çocukluğumda sabit bir arkadaş grubum olamadı. Hep 1-2 tane yakın arkadaşım vardı ama gideceğimi bildiğim için çok bağlanmadım hiçbirine. Şu anda hiç çocukluk arkadaşım yok o yüzden. Çok fazla görmediğim insanlarla görüşmeyi de sevmiyorum aslında. Öyle çok hayırlı bir arkadaş ya da akraba değilim. Birini görmüyorsam çok fazla iletişimde olmayı sevmiyorum.

Nasıl bir çocuktunuz peki?
Ben çok içe dönük bir çocuktum, hala da öyleyim bence. Bilmiyorum; birazı karakter, bir kısmı da taşınmaktan belki. En çok sevdiğim şey kitap okumaktı küçükken. Her şeyden daha ilginç geliyordu bana. Pek kimseyle konuşmazdım ve sohbet etme ihtiyacı duymazdım. Bunun hep kötü bir şey olduğunu düşünürdüm.

Oysa ki ben bu düşünceye yakın bile değilim. Beynimde ayrım mekanizması diye bir şey yok. Ne insanlar, ne de ülkeler için. Niye birbirimizi ötekileştirme ihtiyacımız var bilmiyorum. Neden homofobi diye bir şey var anlamıyorum. Neden bir erkek bir erkeği veya bir kadın bir kadını sevemez? Bu tarihte vardı bugün de var. Anormal bir şey yok bunda. Her insanın kendisini özgürce ifade edebilmesi gerektiğine inanıyorum ama sen gelip bana böyle bir yakıştırma yapıyorsun… Buna gerçekten çok üzülmüştüm.

Sevgiliniz var mı?
Hayır.

Sizin hayatınızdan kimi çekip alsak çok üzülürsünüz?
Ailemi ve köpeğim Wicky’i.

Siz nasıl kişilikler taşıyorsunuz içinizde?
Bilmiyorum, her zaman değişiyor. Bu sabah mesela tatlı ve şekerdim, sonra gıcık ve sinirli oldum, ardından mutsuz ve hüzünlü… Ondan sonra bir anda enerjik ve fırlama bir havaya büründüm. Bir ara kimseyle konuşmak istemedim sonra çok konuşmak istedim. Bu devamlı değişen bir şey... Ama bu her insanda böyledir. Mesela Hatice de benim içimde olan bir alt kişiliğin dışavurumu. Hatice çok önemli bir kadın arketipi. Her kadında olduğu gibi benim içimde de öyle bir kadın bulunuyor. Pasif, edilgen, fazla duygusal… Bu tip kadınlar benim çok hoşlanmadığım kadınlardır aslında. 16’ncı yüzyılda Freud’a ihtiyaç var çünkü Hatice’nin ciddi anlamda psikolojisi bozuk. Çok ağlayan bir kadın mesela... Bazen düşünüyoruz bu sahnede de ağlamasak mı diye ama kocam ölüyor, bebeğimi düşürüyorum, aldatıldığımı öğreniyorum veya abim ölmek üzere... Siz bu tür durumlarda ağlamaz mısınız? Ben çok ağlayan bir tip değildim, hiç olmadım. Annem babam benim ağladığımı bilmez.

Sabah gazeteleri açıp hakkınızda yazılanları görünce ne yapıyorsunuz?
Gazete okumuyorum. Ama tabii ki hakkımda yazılanların haberi geliyor. Birileriyle yazılıp çizilmek eskiden arkadaşlarımın çok başına geliyordu ve çok reaksiyon veriyorlardı. “Bugünün gazetesi, yarının çöpü ve balık torbası… Ne gerek var bu kadar sinirlenmeye?” diyordum. Ancak seninle ilgili olduğu zaman pek öyle diyemiyormuşsun.

Kendinizi açıklama ihtiyacı duyuyor musunuz?
Hayır, kendime beş dakikalık sinirlenme zamanı tanıyorum. Kızıp, küfür edip, her şeyin içimden çıkmasını bekliyorum. Çünkü yapabileceğim bir şey yok. Evet, yanlış anlaşılmaktan çok korkuyorum ama yapabileceğim bir şey yok. Ne anlatırsan anlat karşı taraf duymak istediklerini alıp, seni yanlış anlıyor. Ben de hayatta herkes gibi kabul görmek ve sevilmek istiyorum. Bu olmadığı zaman insanlar saygısızca yaklaşıyorlar ve sen “Ben bir şey yapmadım ki neden bana böyle davranıyorlar?” diyorsun. Ama benim de açıklama ihtiyacı duyduğum bir konu oldu bugüne kadar onu da Ümit Ünal benim yerime yaptı. Ümit’in son filmi Nar’da oynamamamı karakterin lezbiyen olmasına bağlayan şuursuz bir haber yapıldı. Bu beni çok sinirlendirmişti çünkü bana homofobik bir yakıştırma yapıldı, hatta insanlar bunun üzerine tartışmalara girdi. Şu anda hayatınızdaki en büyük yenilik ne?
Dışavurumcu ve duygusalım bu aralar. Ve buna anlam veremiyorum ama öyleyim. Sebebi Hatice Sultan olabilir…

İnsan sarrafı mısınız yoksa hemen herkese güvenir misiniz?
Günün sonunda kendim dışında kimseye yüzde yüz güvenmem. Genelde bir insanın nasıl biri olduğunu çabuk anlarım ama ona göre davranmam. En büyük handikapım herkesi kendim gibi zannetmem. Herkes gibi bende olanı başkasında da var sanıyorum. İnsan sarrafı değilim sanırım!

Güçlü bir kadın mısınız?

Fena değilim, idare ediyorum. Ama daha güçlü olmayı isterdim.

Vücudunuzda sevmediğiniz bir bölge var mı?
Her kadın gibi benim de takıntılarım var. Bazen göbeğime, bazen popoma, bazen de bacaklarıma… Takıntılı olmayan birini gösterin bana.Meral Okay ile olan ilişkinizi merak ediyorum…
Çok duygusalım bu konuda. Herkes öyle değildir ama ben role bağlanırım. Çünkü içimde o karaktere dair bir şey bulur ve onun üzerine düşünürüm. Hayatta ailenden ve arkadaşlarından daha çok çalıştığın insanları görüyorsun. Gerçek olmayan bir gerçeklik oluyor o zaman hayatında. Bir kendi hayatın, bir set hayatın, bir de oynadığın hayatlar oluyor. “Ben teknik oynarım” deyip geçemiyorum, etkileniyorum. Tabii ki kendimi Hatice Sultan zannetmiyorum. Ama rol icabı acı çektiğim zaman gerçekten acı çekiyorum. Güldüğüm zaman gülüyor, sinirlendiğim zaman adrenalinim yükseliyor ve kalp atışlarım hızlanıyor. Ekip olarak bu işe çok inanıyor ve seviyoruz. Hikayeye, ekip arkadaşlarımıza, karakterlerimize ve birbirimize tahmin ettiğimizden çok daha fazla bağlıyız biz. Ve bunun başında o gerçekçiliği var edip, hayatları yazan biri vardı. Aslında bu anlatamayacağım bir kayıp. Bu anlattıklarımı o setteki herkes çok iyi anlar. Görünenden başka bir hayatımız var sette.

İstanbul’un bir türlü kıştan ayrılamadığı ama bir yandan bahara da sıkı sıkı tutunduğu günlerden birinde Selma Ergeç ile kapak çekimimiz için bir araya geldik. Yanında köpeği Wicky ile içeri girdi. Kocaman gülümsemesiyle herkesi tek tek öperek, tanışarak çekim için hazırlanmaya başladı. Bazen ne yapacağını asla kestiremediğiniz insanlar olur hayatta. Selma Ergeç de onlardan biri çünkü içinde farklı kişilikler taşıdığını söylüyor. Çekim günü onun anlatımıyla ruh hali şöyleydi; “Mesela bu sabah tatlı ve şekerdim, sonra gıcık ve sinirli oldum, ardından mutsuz ve hüzünlü… Bir ara kimseyle konuşmak istemedim, sonra çok konuşmak istedim. Bu devamlı değişen bir şey. Ama bu her insanda böyledir.” Sonra konu Meral Okay’a geliyor bir anda bütün ruh hali değişiyor, kelimeler boğazında kalıyor, konuşamıyor, ağzından çıkan zorla birkaç cümle oluyor… Hatice Sultan karakterini günümüze taşıyan Okay’ı büyük bir saygı ve derin bir hüzünle anıyor Selma Ergeç. Bu sırada içindeki duygusal kadın bir anda ortaya çıkıyor: “Dışavurumcu ve duygusalım bu aralar. Buna anlam veremiyorum ama öyleyim. Sebebi Hatice Sultan olabilir…”

Ne ağlatır sizi?
En çok sinirimden ağlarım. O da birisinin yanında ve toplum içinde olmaz. Ağlamaya karşı genel olarak bir antipatim var. Benim hoşlandığım ve olmayı arzu ettiğim kişilik; rasyonel, analitik, daha sağlam ve daha az duygusal biri. Ama içimde demek ki Hatice gibi bir hatun var ki oynarken bu çıkıyor.

Kariyeriniz ani değişikliklere hazır gibi, pek planlı yaşamıyorsunuz. Ama önümüzdeki yıllar için yine de bir yol haritanız var mı?
Yarının ne getireceğini bildiğini iddia eden kişiler genelde falcılar oluyor. Oysa neler olacağını kimse bilemez.