İşin kuralı, Amor!

Modern hayatın tek kaidesi, garanticilik gibi görünüyor olabilir. Ancak sistemin ekseninden ayrılmaya cesaret edenler için işler pek de öyle yürümüyor. Başkalarının gözünde ‘ideal’ görünen yoldan ayrılıp haz duydukları yolda yürüyenler için işin bir tek kuralı var: Aşk!

İşin kuralı, Amor!

Röportaj: Simay Engür
Fotoğraf: Nurdan Usta


Mehrnoush Esmaeilpour
Onu televizyonda Babamın Günahları dizisinde gördük. Asıl mesleğinin yüksek mimarlık olduğunu ise siz de bizim gibi yeni öğreniyor olabilirsiniz. Hayatınızda görebileceğiniz en zarif kadınlardan belki de. Sanatın estetik ve güzellikle olan ilişkisini kavrayış biçiminde de aynı zarafete rastlamak mümkün. Mehrnoush Esmaeilpour, atların ve kadınların özgürlüğüne duyduğu özlemden motivasyonla, şiir gibi tabloların yaratıcısı.

Asıl mesleğiniz yüksek mimarlık. Ancak bunun yanı sıra at eğitmeni, oyuncu ve ressam kimliğinizle de tanınıyorsunuz. Resim yapmak size tam olarak ne hissettiriyor?
Resim yaparken, hiç yoktan bir şeyler var ediyorsun, her şey senin hayal gücüne bağlı ve özgürce hareket ediyorsun. Zaman kısıtlaması yok. Sonsuzluğun içinde kendi var ettiklerinle yeni bir dünya kuruyorsun.

Amatör kelimesinin Fransızca kökeni ‘amor’ yani; aşktan geliyor. Halbuki Türkiye’de ‘amatörlük’ olumsuz algılanıyor. Siz şu an bulunduğunuz yolda, amatör bir ruh taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
Benim her fırça darbemin temelinde, atlara duyduğum özlem ve sevgi var. O sevgiyi sanatla harmanlıyorum çünkü insan ruhuna aşılanan en güzel şey sanattır. Johann Wolfgang Von Goethe’nin çok sevdiğim bir sözü var: “İnsan her gün hoş bir şarkı dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir resme bakmalı ve mümkünse aklı başında birkaç söz söylemelidir ki, dünyevi kaygılar Tanrı’nın insan ruhuna aşıladığı güzel duygusunu silip yok etmesin."

Resimlerinize bakılırsa, atlarla aranızda özel bir bağ var. Bir hikayesi var mı?
Küçük yaşlarda ata binmeye başladım. Gheysar adında bir atım vardı. Çok ödüller aldık beraber. Tüm zamanımı atlarla geçirince ister istemez onlarla bir bütün oldum. Üniversitede at eğitmenliği ve genetiği okudum. Sonra maalesef talihsiz bir kaza yaşadım ve altı ay boyunca, demir bir elbisede kımıldamadan yattım. Kaç kere ameliyat olduğumu ben bile hatırlamıyorum. Doktorlar eskisi gibi ata binemeyeceğimi söylediler. Ben de atlara olan tutkumu resimlere aktarmaya başladım. Sonrasında; mimarlık okudum ve yüksek lisansımı da mimarlık üzerine yaptım.

Şu anki ressam kimliğinizi düşünürsek, bir ressam olarak en çok hangi konuda kendinizle gurur duyuyorsunuz?
Kaza yüzünden eskisi gibi at binemiyor olmama rağmen; yine de onlardan vazgeçmedim ve tüm sevgimi tuale koydum. Geçen her an bu sevgi daha da büyüyor. Her sergimde kendi içimdeki özlemi, insanlarla paylaşıyorum. Geçmişte at üstünde yaşadığım o tarifsiz hissi tekrarlıyorum. Çünkü ben hala at üstündeki o kadını ve ruhunu yaşıyorum.

‘From Here to Now’ serginizi ve resimlerinizdeki görünenin ardındaki anlamları bir de sizden dinleyelim…
Hayatta en değer verdiğim şey özgürlük. Bu, asla ödün vermeyeceğim önemli bir şey benim için. Ve baktığınızda atlar dünyanın en özgür ruhlu hayvanları. Ama biz insanlar, heveslerimiz uğruna onların özgürlüklerini ellerinden alıp kapatıyoruz ve emrediyoruz. İşte bu durumun aynısı maalesef bizim coğrafyamızda, hatta dünyanın birçok yerinde kadınlara da yapılıyor. Özgürlükleri, hakları, yaşam alanları ellerinden alınmış ve manipüle edilmiş durumdalar. İşte bu yüzden kadın ve at bu sergimin başkahramanları. Çünkü ikisinin de temelinde özgürlük var. Benim tuallerimde kadınlar hayatın içinde savrulmuş, bazen kafaları karışık ancak her zaman güçlü, aynı atlar gibi dimdik ayakta ve kararlı…

Resimlerinizin merkezinde heves ve aşk uğruna, özgürlükleri kısıtlanan atlar ve kadınlar var. Sanatla, özgürlük arasında nasıl bir bağ var sizce?
İnsanın sanatla kendini ifade etmesi, kendisine farklı bir özgürlük alanı yaratması, gerçek ve saf olanı dışarı çıkarabilmesi anlamına geliyor. Kısıtlamalar, ilk bakışta her zaman engel olarak gözükse de bizim coğrafyamızda özgürlüğün kısıtlandığı zaman içindeki isyanı sanatla anlatmaya çalışıyorsun, bu da seni daha yaratıcı ve üretken yapıyor.

Yaratıcılık konusunda motivasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz?
Özlem… Atlara ve kadınların dünya üzerinde özgürlüğüne duyduğum özlem benim en güçlü motivasyonum.

Tutkularının peşinden gitmek isteyen insanlara ne söylemek istersiniz?
Kararlılık… Çünkü bu hayatta sizin kararlı olmanızdan daha önemli hiçbir şey yok. Cesur ve özgün olsunlar. Hepimiz doğanın bize verdiği nimetlerden esinleniyoruz, illaki esinleneceklerse yorum yapmaktan kaçınmasınlar.

İşin kuralı, Amor! - Resim : 1

Masis Aram Gözbek
Bu yıl 66’ncısı düzenlenen Avrupa Genç Müzisyenler Festivali’ne jüri üyesi olarak ülkemizden davet edilen ilk isim Masis Aram Gözbek, Boğaziçi Caz Korosu’nun şefi. Matematik bölümünü yarıda bırakıp müziğin peşinden gitmesiyle, çok sesli koronun bilinirliliğini artırdı ve hepimiz için tutkuya dönüştürdü.

Matematik bölümüyle başlayıp, müziğe doğru giden yolculuğunuz nasıl başladı? Yani müzik nasıl hayatınızın merkezine yerleşti?
Müzik hayatımda hep olmasına rağmen aslında kendini hiçbir zaman çok da belli etmemişti. Üç yaşındayken, bir oyuncak melodikayla kendi kendime bir şeyler çalıyordum. Ama hayatımın geri kalanını müzikle geçireceğimi çok geç fark ettim diyebilirim. Üniversite sınavları yaklaşmıştı, aklımda da küçüklükten beri Boğaziçi Üniversitesi vardı zaten. Sınava neredeyse bir ay kalmış, ben hala müzik yarışmalarında takılıyordum. Kendimce yaptığım bir ön eleme sonrası, matematik bölümünde karar kıldım ve kazandım. Üniversite eğitimini de hiçbir zaman bir meslek kapısı olarak görmedim zaten, hayata dair çok şey öğrenebileceğim, kendime yepyeni bakış açıları katabileceğim bir yaşam alanıydı benim için üniversite. Okula başladıktan sonra zaman içinde şunu fark ettim; müzik bir şekilde geri kalan her şeyin önüne geçiyor. Derslere, sınavlara yetişemiyorum, sürekli müzik kulübündeyim, okul içinde ve dışında onlarca grupla çalıyorum, korolarda şarkı söylüyorum. Matematiği isteyerek seçmiş olmama rağmen, gerekli özeni gösteremiyorum. Özellikle iki yıl sonra, okuldaki caz korosunun şefliğine de başlayınca kendimi iyice kaptırdım ve matematiği bırakıp müziğe yöneldim. Önce YTÜ, ardından da MSGSÜ’de kompozisyon okumaya başladım. Kararımdan hiç pişmanlık duymadım, çünkü şunun ayrımına varmıştım: Benim bu hayatta müzik yapmam gerekiyor, daha doğrusu içinde yaşadığım dünyaya en büyük katkıyı müzik yaparak sağlayabilirim.

Amatör kelimesinin Fransızca kökeni ‘amor’ yani; aşktan geliyor. Halbuki Türkiye’de ‘amatörlük’ olumsuz algılanıyor. Siz şu an bulunduğunuz yolda, amatör bir ruh taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
Evet, bu maalesef bizim sıklıkla karşılaştığımız bir sorun. Gerek koro içi gerekse koro dışında. Amatörlük ve gönüllülük kavramları genellikle keyfiyet ve ciddiyetsizlikle karıştırılabiliyor. Gönüllü olunca, tüm  provalara katılman gerekmiyormuş, yaptığın işi ciddiye almasan da olur gibi. Ya da amatör olunca, sağlam ve nitelikli bir iş çıkarman mümkün değilmiş gibi anlaşılıyor. Bu tartışmalara verilebilecek en somut örneklerden biri, ilk günden beri amatör ruhla ve tamamen gönüllülükle yürütülen, son altı yıldır hiçbir maddi destek almadan yurt içinde ve yurt dışında başarıdan başarıya koşan Boğaziçi Caz Korosu’dur herhalde. Bense amatör ruhu en derinde ve en yoğun şekilde taşıyorum, hatta tüm hayatımı bu şekilde yaşıyorum diyebilirim. Yoksa 10 yılda en az 100 kez vazgeçmiştim bu sevdadan.

Boğaziçi Caz Korosu’ndan bahsedelim… Çok sesli koroyu halka tanıttınız desem çok mu abartmış olurum?
Boğaziçi Caz Korosu, yolculuğuna Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü’nde başlamış ve yedi yıldır bağımsız bir şekilde yoluna devam eden, gerek yurt içi gerekse yurt dışında sayısız performansa imza atmış, üst düzey yarışmalarda ‘Dünya Şampiyonluğu’ dahil birçok ödül kazanmış, dünyanın en prestijli festivallerinden sürekli davet alan, Türkiye’yi koro müziğiyle gerçek anlamda tanıştırmayı ve bu müziği halka sevdirmeyi başarabilmiş, Türkiye ve dünyada örnek alınan, sayısız topluluğa ilham veren, birçoğumuzun hayatını değiştiren, her zaman insani değerleri önde tutan, gücünü halktan alan ve yaptığı işi asla toplumdan ayrı düşünemeyen, tamamen gönüllülük esasına dayalı çalışan ve şu an bünyesinde beş farklı koro, üç proje korosu ve 200’den fazla aktif korist bulunduran, kültürümüzü tüm dünyada en güçlü şekilde temsil etmeyi ve koro müziği mucizesini tüm Türkiye’ye yaymayı kendine ilke edinmiş çok büyük bir aile, bir okul, bir toplum hareketi.

Koro şefi olmak nasıl bir şey? Kimsenin özgürlüğünü kısıtlamadan, sesi bir bütüne, tek vücuda dönüştürmek zor olmalı…
Bir kere, normal bir hayatın yok demek. Kimsenin özgürlüğünü kısıtlamamaya, elinden geldiğince adil olmaya çalışırken kendi özgürlüğünü kısıtlamak durumunda kalıyorsun bilakis. Koro şeflerinin işi, sanıldığı gibi çoğunlukla müzik değil aslında, insan ilişkileri daha çok. Çünkü uğraştığımız şey insan sesi, yani kişinin o anki motivasyonu, duyguları, düşünceleri, her şey… Dolayısıyla, herkesle mesafeni çok iyi ayarlamalı, ortamdaki duygu durumunu çok iyi takip etmeli ve sürekli dengeyi bulmalısın. Herkes düşük olsa bile sen her daim yüksek olmalısın. Tabii bir de, birbirinden farklı 50 kişiyi hayal edin. Farklı hassasiyetleri, farklı alışkanlıkları, farklı kültürleri, farklı inançları, farklı yaşam tarzları olan, farklı yapıda ailelerde yetişmiş… Koroya yeni üyeleri alırken kullandığım bir tabir vardır hep; ‘köşelerimizi yuvarlamak!’ Burada yaptığımız şey, farklılıklarımızı birer dezavantaj olarak değil de, birer zenginlik olarak görmek ve belli ödünler vererek ortaya muhteşem bir harman çıkarmaya çalışmak. Müzikal zorluklara hiç değinmiyorum bile… Radar gibi bir gözün, kulağın ve sorun çözmek için sonsuz alternatifin olmalı.

Bu kadar yoğunlukta, motivasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz?
Yoğunluk ve yorgunluğun da ötesinde, bugüne kadar karşılaştığım imkansızlıkların ve engellemelerin haddi hesabı yok. Yaptığım işi çok seviyorum, insanları çok seviyorum. Motivasyonumu yükseltmem için bir dış kaynağa ihtiyacım yok, benim içimde sürekli yanan bir motor var sanırım. Birilerinin hayatına dokunmak, o hayatların nasıl değiştiğini görmek, bir topluma yön verebilmek en büyük motivasyon benim için.

Tutkularının peşinden gitmek isteyen insanlara ne söylemek isterseniz?
Sürekli araştırmak, yeni yollar keşfetmek gerek. Bu insanı hem diri tutuyor, hem de peşinden koştuğu şeylere daha da yaklaştırıyor.

İşin kuralı, Amor! - Resim : 2

Doruk Hasret Arı
Fashion Week Istanbul’da farklı defilelerde ve Tarkan’ın klibinde gördük onu, sonrasındaysa kocaman gülüşüyle reklamlarda. Kendini titiz, idealist, biraz da Pollyanna’cı olarak tanımlıyor. Biz ona bir de anti konformist sıfatını ekliyoruz. Çünkü Doruk Hasret Arı, avukatlığın konforlu topraklarını terk ederek, hayallerine doğru devasa adımlar atıyor.

Hukuk Fakültesi’yle başlayıp, modelliğe ve oyunculuğa giden yolculuğunuz nasıl başladı?
Aslında bu bir uykudan uyanma, farkındalık kazanma durumu. Yaşantımı ve geleceğimi şekillendirmeye çabaladığım süreçte bir şeylerin eksikliğini görmek, yeni arayışlara yönlendirdi. Oyunculuk ve modellik her zaman aklımda olan ancak biraz hayal gelen bir sektördü benim için. Bu isteği hayalden gerçeğe taşımanın ilk aşaması da, moda tasarım okuyan birkaç arkadaşımın tasarımları için modellik yapmak oldu.

Amatör kelimesinin Fransızca kökeni ‘amor’ yani; aşktan geliyor. Halbuki Türkiye’de ‘amatörlük’ olumsuz algılanıyor. Siz şu an bulunduğunuz yolda, amatör bir ruh taşıdığınızı düşünüyor musunuz?
Bir bakımdan her iki anlamda da amatör olduğumu söyleyebilirim. Modellik-oyunculuk alanında henüz yeni olmam beni bir noktada amatör olarak tanımlasa da; bu işi büyük bir sevgiyle yapıyor olmam beni amatör kılan asıl durum. Aslında sevgiyle yapılan hiçbir şeyde kötü anlamda bir amatörlük olamaz. Sonuçta her işi güzel kılan ve başarıya götüren asıl nokta, sevgiyle yapmaktan geçiyor.

Tutkularının peşinden giden biri olarak, sizin kadar cesaretli olmayan insanlara ne söylemek istersiniz?
Tutkun olduğum işin peşinden koşma kararı almak, hayatımın ve kişiliğimin dönüm noktasıdır. Elbette alması güç bir karar ve zorlayıcı bir süreç; ancak mutlu olduğunu hissetmek tüm zorlukları gideren durum. Kendimizi tanıyıp tutkularımızı gün yüzüne taşımalıyız. Bu farkındalık, cesaretin besleneceği bir kaynak olacak zaten. E. Che Guevara’nın; “Gerçekçi ol, imkansızı iste” sözü bu durumun da özü. Herkes kendi imkansızını isteme gücüne sahip ve bu gücü kullanmak da mutluluğa giden bir yol.

Kamera önünde olmak veya podyumda yürümek size nasıl hissettiriyor?
Defilede yürümek adrenalin patlaması, kamera karşısı da heyecan duygusunun en yüksek olduğu anlardan diyebilirim.

Hangi konuda kendinizle gurur duyuyorsunuz?
İstediğim şeylere karşı fazlaca özverili ve cesur olmam gurur duyduğum konulardan.

Kendinizi devamlı olarak geliştirmeniz gereken, fazlasıyla göz önünde bir yola girdiniz. Motivasyonunuzu nasıl sağlıyorsunuz?
İşimi yaparken aldığım keyif ve başarılı olma isteğim en büyük motivasyon kaynağım.

Gelecekteki hedefleriniz neler?
Klasik cümleler kurmak isterdim ancak yaşantıma, geleceğime dair isteğim ve beklentim ne iş yaparsam yapayım mutlu olduğumu hissetmek ve keyif almak diyebilirim.