"Kendimi keşfetme dönemindeyim"

Ceyda Düvenci, "Yaralarımı sardığım, önceliklerimi belirlediğim bir dönemdeyim" diyor.


Kızınızla nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Melisa’nın belli bir yaşa kadar yapacağı bir fizik terapi süreci var. Günde sekiz saat kadar sürüyor. Çok güvendiğim bir ablamız var ve genellikle onunla geçiriyor günlerini. Çünkü beni gördüğünde hiçbir hareketi yapmıyor. Benimle sadece oyun oynamak istiyor. Biz sabahları birlikte vakit geçiriyoruz sonra o fizik terapisini yapıyor. Mutlaka her gece banyosunu yaptırıp akşam 8’de yatırıyorum. Böyle bir rutinimiz var. Ben biraz disiplin meraklısı bir anneyim.

Gözlerinizdeki ışıltıyı neye borçlusunuz?
Galiba yavaş yavaş iç huzurum toparlanmaya başlıyor, iyi hissediyorum kendimi hem kadın hem insan olarak. Hayattaki her şeyin, başlıkların altları doluyor. Hani insanda iç dengeler oturdukça her şey yoluna giriyor ya onunla alakalı sanırım. İyi hissediyorum kendimi.

Alışverişle aranız nasıl?
Trendleri hiç sevmiyorum. O rüzgara kapılıp gitmiyorum. Şu sıralar dar pantolonlar giyiyorum çünkü zayıfladım ve yakıştığını düşünüyorum ama iki ay önce giymezdim. İnce kazakları, deri ceketleri seviyorum. Büyük çantalar kullanıyorum. Genelde düz ayakkabılar, rengarenk babetler  giyerim. Casual giyinirim, rengarenk ve desenli kıyafetleri pek sevmem. Ayakkabı ve çanta benim için önemlidir, gerisi her yerden giyilir.

Hamilelikte mi aldınız tüm bu kiloları?
Hamileyken 78 gün yattım ve buna rağmen çok kilo almadım, çünkü stres bitirdi beni. Ben Melisa’yı doğurduğumda 72 kiloydum ama Melisa yoğun bakıma girdiğinde ve üç haftalık uyutulma sürecinde, her gün neyle karşılaşacağımı bilemiyor olmak o kadar yıpratıcıydı ki, kendimi yemeye verdim. Melisa’yı yoğun bakımdan almaya gittiğimde 80 kilo olmuştum.

Ne öğretti tüm yaşadıklarınız size? Nasıl bir hayat dersi çıkardınız?
Hayatı çok planlamamak, kurgulamamak ve gerçek isteklerini anladıktan sonra anda ne hissettiğine bakmak, galiba bu hayatta en önemlisi. Rehberin iç sesin olmalı.

Yaş 35... Yolun neresindesiniz?
Hiç yarısı değil, o kesin. Çok değer verdiğim biri bana kulağıma küpe olacak cinsten bir şey söylemişti... 35 yaşına kadar hayat senin farkında olmadığın kurgularda geçiyor; ilkokul, ortaokul, lise... Zaten anlamıyorsun. Meslek seç, paranı kazan, yüksek lisans yap, evlendin, çocuğun oldu derken bir bakıyorsun her şey akmış gitmiş. Hani mahalle baskısının direttiği bazı taşlar yerine oturmuşsa, işte ondan sonra kendine dönebiliyorsun ancak. Hele ki anne olduysan artık aynada başka bir kadın görüyorsan, işte o zaman baskıları öğretileri bir kenara bırakıp ‘bakalım ben neyim, ne yapmak istiyorum’a bakabiliyorsun. Bu yüzden 35 yaş benim için bilinçli hayatımın başladığı, her şeyin benim kontrolümde olduğu, kalbimi dinlediğim, iç sesimi dinlediğim, yaralarımı tedavi ettiğim önceliklerimi belirlediğim bir yaş oldu. Bundan sonra farkındalığımın daha yüksek olduğu yıllar olacak.

Peki aşkta nasıl bir evredesiniz?
Aşk benim için başkalaştı. Aşk, her şeyden alabildiğim bir duygu haline geldi; başta çocuğum olmak üzere. Okuduğum bir kitap, dinlediğim bir müzik, gittiğim konserdeki müzisyenin yaptığı işe duyduğu aşk, izlediğim bir oyundaki oyuncunun performansı, baktığım manzaradaki bir an, birinin bir cümlesi... Yani benim için aşk daha da soyutlaştı. Daha bir aşka aşık olma durumuna geçtim. Galiba bu, Mesnevi okumaya başladıkça, o aşkı anladıkça gelişti. İlla iki insan arasında olması gerekmiyor aşkın. Madde işin içine girince, aşk  çabuk bozulan bir şey sonuçta. İşte bende de başka bir boyuta geçti. Özellikle de anne olduktan sonra.

Son iki yıllık süreçte ciddi virajlardan geçen, mutluluklar kadar acılar da yaşayan Ceyda Düvenci; ‘balköpüğüm’ dediği kızına, manevi aşka ve Umutsuz Ev Kadınları’na sarılarak kendini keşfettiği bir dönemi yaşıyor. Ve “Her şeyin benim kontrolümde olduğu, kalbimi dinlediğim, iç sesimi dinlediğim, yaralarımı tedavi ettiğim, önceliklerimi belirlediğim bir yaştayım” diyor...
Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Mutluluklar ve pek çok acı yaşandı; şimdi bunların bendeki tahribatlarını, artılarını, eksilerini, getirdiklerini, götürdüklerini muhasebe ettiğim bir süreçteyim.

Yakın zamanda yaşamış olduğunuz şeyler; zorlu geçen hamileliğiniz ve yakınlarınızı kaybetmeniz sizde nasıl izler bıraktı?

Bir ajite yaratmak istemem ama gerek hamilelik süreci gerek sonrası gerek anneannemi ve ardından dayımı kaybetmem, kendime göre ciddi virajlar benim için. Daha önceki yıllardan gelenler de var... Tüm bunları yaşadıktan sonra şimdi kendimi keşfediyorum, yeni halimi ve doğumdan sonraki halimi kabulleniyorum... Her kadının doğumdan sonra vücudu gibi fikirleri de, hayata bakışı da farklılaşıyor. Genel olarak, kendimi keşfettiğim bir süreç aslında bu.

Tam böyle bir dönemde Umutsuz Ev Kadınları sizin için bir umut oldu o halde...
Evet, iyi ki olmuş. Umutsuz Ev Kadınları, tam da bunların üzerine, bir de 80 kiloluk halimle başladığım bir iş. Görüşmeye ‘Hadi gideyim ama nasıl olacak?’ diyerek gitmiştim. Bir de orijinalinde Linet’i biliyorum 34 beden bir kadın. Dört çocuk annesine ihtiyaç duyulması ve Fatih Aksoy’un da “Dört çocuklu Türk kadını nasıl olacak, tabii ki böyle olacak” diyerek rolü bana vermesi, tam da doğum sonrası değişen vücudum nedeniyle oluşan özgüvensizliğimi de toparladı.