"Sarp bir mucize"

Birce Akalay, hem güzelliği hem ‘Küçük Ağa’ dizisindeki performansı ile çok konuşuldu. Sarp Levendoğlu ile evliliği ise şahane bir sürpriz oldu! Çiçeği burnunda evli Akalay’la yeni hayatını konuştuk.


Neden umutsuzsun?
Neresinden bakarsan bak eşitsizliğin göbeğinde yaşıyoruz. Belli bir sosyokültürel yapının da sadece belli bir kısmı sözde değil, gerçekten eşitlikçi. Toplumun en elit tabakalarından dahi kadınların mağduriyetini, hal ve hareketlerinden, yaşayış biçimlerinden okumak mümkün. Sadece fiziksel şiddetten de bahsetmiyorum. Umutsuzluğum şu yüzden ki, bu bezginliği baştan kabul eden bir nesil yetişti maalesef. Şimdi bana yine kızacaklar ama okumayan, araştırmayan sadece dinleyen ve izleyen bir nesil var. Ve onların ruh halini düşünme eğrisini görünce çok üzülüyorum. Umutsuzluğum bu yüzden. Ama keşke bir sihirli değneğim olsaydı ve insanların zihnine ‘insan’ olmanın kadın ya da erkek olmakla ayrıştırılamayacağını, ayrıştırılmaması gerektiğini, o hassasiyeti dimağlarına biraz serpiştirebilseydim. Bunu gerçekten çok isterdim, çünkü somut bir şeyi yapmak bu söylediğimden maalesef daha ütopik bu devirde.

Hayal kurar mısın?
Ben hayal kurmam. Hayal kuran bir çocuktum fakat 13 sene bale yapıp sakatlanınca bütün hayallerim bir anda dönüştü. Hayal kurmayı sevmiyorum. Yaşadığım güne şükredenlerdenim. En fazla bir sonraki basamakta ne yapacağımı düşünüyorum. Halen yaptığım, vakit ayırdığım işin üzerindeki ruhani yolculuğumu tamamlamadan, yeni bir şey düşlemiyorum. Hayat bana ne ile gelirse ben ona bakıyorum. Hayaller özgürlüğümü kısıtlıyor.

‘Küçük Ağa’da seni sete en çok sürükleyen  şey ne?
Sıcak bir aile hikayesi olması. Entrikalardan uzak olması. İnsanların kayıtsız şartsız güzel sevgilerini hissettiğim bir iş olması. Bir de çalışmayı çok seviyorum, bunun da etkisi büyük elbette.

Bu sene gündemine alacağın yeni bir proje var mı?
Sinema filmleri geliyor, okuyorum ama yükseldiğim bir hikaye olmadı henüz. Haftada altı gün en az 16 saat dizi çekerken ruhunuzu çok fazla doyuramıyorsunuz maalesef; bir nevi memuriyet gibi. Doyuran anlar, sahneler, günler oluyor tabii ki ama her an bu olmuyor elbette. Dolayısıyla oyuncu için sinema yahut tiyatro elzem. Daha üretken olabildiğin biricik anlarla dolu. Sabırla bekliyorum nabzımı hızlandıracak hikayeyi.

Sen nasıl bir karakter, hikaye istiyorsun?
Fazlasıyla gerçek bir hikaye.

İzlerken içinde yer almak istediğin bir film oldu mu?
En son ‘Blue Jasmine’. Yoksa epey film sayarım.

Yemek yapmak, ev işleriyle ilgilenmek… Bunlara ne kadar yakınsın?
Seviyorum ve yoğun değilsem vakit ayırabiliyorum. Zamanım olduğunda ancak evle uğraşıyorum, evi yaşayabiliyorum. Yemek yapmak konusunda bizim ailede evin ustası Sarp.
Ben onun kadar iyi yemek mümkün değil yapamam. İmkanı yok. Elimden gelir ama haddimi bilirim. Ben güzel sofra kuranlardanım.

Formunu nasıl koruyorsun?

Çok dikkat ettiğimi, özel formüller uyguladığımı söyleyemem. Vücuduma ihtiyacı olanı veriyorum. Çok kaçırdığım zaman sonrasında tabii ki birkaç gün dikkat ediyorum. Kalbimde ufak bir sıkıntı var, o yüzden yaz aylarında yüzmek dışında pek spor yapamıyorum ama kışın pilates en sevdiğim spor.

Cildinin güzelliğini neye borçlusun?
Basit yöntemlerim var. Çok fazla sigara içersen, alkol alırsan, yağlı yersen, makyajla uyursan vs. cildin bozulur. Bunlara dikkat ediyorum. Bir de gün içinde fırsat buldukça gül suyuyla temizliyorum.Sevgilinle, eşinle birlikte çalışmak zor derler. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Yok, değil. Elbette setine göre değişebilir bu durum ama bizim güzel bir setimiz var. Bu sektörde dış mihraklar bazen zor ve hatta kötü niyetli olabiliyor. Çünkü maalesef bazen insanlar senin duyduğun kadar saygı duymayabiliyorlar belli başlı kavramlara. Bu tamamen etrafındaki insanların güzel ahlakı, anlayışı ve empati yapmasıyla alakalı. Yoksa biz yedi gün 24 saat birlikte olabiliriz, bizim için sorun yok.

İlişkinizin ilk gününden beri objektifler her gün üzerinizde. Ve sizin de bu durum sebebiyle magazin gazetecileriyle biraz aranız açık sanki…  
Hayatımda hiçbir zaman magazinle çok fazla içli dışlı olmadım. Bu bir tercih. Zaten utanıyorum yolun ortasında bir anda ışıklar yanıp yüzüme flaş patlayınca. Paralize oluyorum. Ben kimseye durduk yerde bir şey söylemiyorum ama yalan bir şey yazıyorsa ya da hakaret ediyorsa ya da gıybet yapıyorsa, elbette tepki veriyorum. Sonra bu reaksiyonu da yazıyorlar. Benim bir mahremim var. Neden yalan yanlış şeyler yazıyorsun? Belki bana sinirinden yapıyorsun ama ayıp değil mi? O zaman mesleğini kötüye kullanıyorsun. Kötü niyet gördüğümde benim de sabrım tükenebiliyor doğal olarak. Ben de insanım, eşim de insan. Ayrıca sevmiyoruz özel hayatımızla bu kadar göz önünde olmayı. Sevseydim -ki bu da bir tercihtir- hayatımdaki her gelişmeyi basına servis ederdim. Şimdi bir de başka bir algı oluştu; o kadar çok yazıp çiziyorlar ki sanki biz de ‘istemem yan cebime koy’ diyormuşuz gibi. Ayıptır. Böyle bir şey de yok. Tatil yapıyorum gizli saklı hırsız gibi, bana özel bir alana gelip fotoğrafımı çekiyorsun. Bunu yapmaya ne hakkın var? Mahremim o benim. Kamuya açık bir alanda, bir yerden çıkarken gördüğünde çekiyorsun zaten. Ama o zaman da haber değeri yükselsin diye yalan yanlış haberler yazıyorsun. Mesela biz hiç konuşmamışken, kavga ettiğimizi yazıyorsun, bizim ağzımızdan cümleler kullanıyorsun. Ben nasıl saygı duyayım senin yaptığın işe? Duyamam. Saygı zorla gösterilmez, hak edilir. Üç sene televizyonda çalıştım, üst katımızda gazete vardı. Nedir ne değildir az çok bilirim. Bu yüzden sırf haber değeri yükselsin diye olmayan şeyler yazıldığında tepki veriyorum. Çünkü canım yanıyor. Benim bir ailem var, eşimin bir ailesi var. Genelde sessiz kalmaya çalışıyorum ama her zaman olmuyor. Onların da o noktada ne düşündüğünü umursamıyorum maalesef, çünkü canım yanmış oluyor.

Düğünden sonra çıkan haberleri görünce ne yaptınız?
Bir şekilde kendimi ifade etmeye, hislerimi anlatmaya çalıştım sosyal medya üzerinden. Çok kontrast cümleler kurmadım ama hissettiğimi de söyledim. Yani hoş değildi elbette yazılanlar. Yok, düğün parasını karşılayamamışlar, reklam almışlar filan. Bu mülkiyetçi insanlar benim ruhumu çok sömürüyor. Konuşması bile çok gereksiz ve saçma sapan konular. Kendi aramızda istişaresini yapıp gülüp geçtik günün sonunda.

Sarp Levendoğlu’nun kadın hayranları yas ilan etti. Var mı bir kıskançlık durumu?
Aslında çok mutlu çoğu biz evlendiğimiz için… Elbette her insan kıskançtır ama biz kıskançlık duygusuna hakim olamayan, onu terbiye edemeyen insanlara kıskanç deriz. Ben tabii ki sevdiğim insanı kıskanırım ama bunu kontrol edebiliyorum çok şükür. Ayrıca bu bambaşka bir sevme biçimi. Onların Sarp’a verdiği karşılıksız sevgiyi nasıl kıskanayım? Gelseler boynuna atlasalar ben de onlara sarılırım.

Yazı: Sinem Gürleyük
Fotoğraf: Serhat Hayri/Stüdyo Plus

Önce dizinin başarısı çok ses getirdi. Sonra herkes Birce Akalay’ın güzelliğinden ve performansından bahsetmeye başladı. Ardından Sarp Levendoğlu’yla ilişkisi çok konuşuldu. Magazin basını her gün onların peşine düştü. Haklarında çıkan haberlere ikili çok fazla sessiz kalamadı. Birce Akalay onlar hiç konuşmadan ağızlarından haberler yazıldığı, gizlice bikinili fotoğrafları çekildiği için biraz tepkili magazin basınına. Çünkü canının yandığını söylüyor. Röportajdan önce sohbet sırasında bu kadar takılmazsa daha mutlu olacağını söyledik ama öyle bir insan olmadığını, bunların ne kadar canını yaktığını anlattı. Çünkü fazlasıyla duygusal, çünkü fazlasıyla organik bir kadın o. Her gece yaşadığı hayata şükreden, aşkını ilahi bir mucize gibi seven, saygısızlığa katlanamayan, etrafındakileri kırmamak için kılı kırk yaran insanlardan. Karşısındakine inanmak isteyenlerden, inandıkça açılanlardan… Röportajı yapmadan önce, eski röportajlarına bakarken özel hayatıyla ilgili pek konuşmadığını fark ettim. Ve yine konuşmaz diye yola çıktım. Ama bu sefer sıkılmıştı hakkında yazılan yalan yanlış şeylerden. Canını sıkan, mutlu eden ne varsa anlattı… 

Hayatındaki en güzel yenilikten bahsederek başlayalım. Henüz çok yeni ama evlilik neler hissettiriyor şu anda sana?
Gelinlik provasından çıktığımda ‘bu heyecan suda el ele yürüyebilme heyecanı’ yazmıştım Instagram’da bir fotoğrafın altına. Suyu ve denizi çok seviyorum. Huzuru hep deniz kenarında bulurum. Çocukluğumdan itibaren de suyun üzerinde yürümek gibi bir hayalim vardır. İmkansız elbette su üzerinde yürümek ama bana şu anda o kadar mucizevi ve huzurlu geliyor evlilik.

Sevgilindi, eşin oldu... Ne değişti?
Evlenmeden önce de eşimdi zaten. Ve hatta biz zaten evlenmiştik, ruhlarımız evliydi ama hala birbirimize genelde sevgilim diyoruz. İnşallah senelerce evli kalalım ve hep sevgili demeye devam edelim birbirimize.

Aşk nerede ‘bu adam benim ömrümü geçirebileceğim kişi’ dedirtiyor?
Öyle spesifik bir şey yok. O bir hissiyat. O güzellik bir şekilde geliyor. Allah çok büyük ve ben onun büyüklüğüne çok inanıyorum. Bir şekilde, onu senin karşına çıkarıyor. O an, o, mucize gibi geliveriyor. İnanç gibi. Onun mucizeleri var ve gördükçe daha çok inanıyorsun, şükrediyorsun...

Dizi yeni başladığı zaman verdiğin bir röportajda ‘Sarp yüreği çok temiz bir insan’ demişsin. O zamanlar ilişkiniz var mıydı yok muydu biz bilmiyoruz. İlk anda mı bir etkileşim oldu aranızda?
Sarp bir kere etkilenilmeyecek bir insan değil, onu baştan söylemekte fayda var; fakat ben ona o gözle bakmamıştım. Kader insanın karşısına bir şeyleri bir yerlerde çıkarır. Bu güzelliği benim karşıma ‘Küçük Ağa’ dizisinin setinde çıkardı. Karşımdaki insanın güzelliğinin farkına vardım, gördüm sadece. Sarp gerçekten çok iyi bir insan, dürüst, düz, yüreği temiz. Ben tanıştığımızda ona öyle bakmadım ama onun iyiliğine, kalbine evet çok şaşırdım. O gün verdiğim röportajda da ne kadar iyi kalpli olduğunu söyledim çünkü içimden geldi. Bu devirde çok zor gözü öyle bakan insanlar bulmak. Risk anlarında çok başka bakabiliyorlar. O da çok üzüyor ve yaralıyor beni, hassasım biraz. Sarp’la ilk zamanlar, hatta bahsi geçen röportajı verdiğimde de konservatuvar arkadaşı gibiydik. Sonra gerçekten pek güzel paylaşımlarımız oldu. O paylaşımlar çoğaldıkça da hissiyat evrildi, dönüştü, değişti. Sonu da çok güzel oldu çok şükür.

‘Küçük Ağa’daki küçük rol arkadaşınla çalışmaktan çok mutlu olduğunu duydum. Anneliğe ne kadar yakınsın?
Çok çok yakınım, çok istiyorum tabii ki.

Bir zamanlama var mı kafanda?
Dizi bitmeden bile olabilir. Hatta bana kalsa hemen olsun. Ben hayatın altın tepside bana sunduğu bu güzelliği yaşayarak evrilmek istiyorum. Elim ayağım boşalıyor; ufak bir ayak, el gördüğüm zaman. Allah yürekten isteyen herkese ve bize inşallah nasip etsin.

Hayatınla ilgili karar alırken sonunu düşünmeden hareket eder misin yoksa ince ince süzgeçlerden geçirir misin?
‘Ne olursa olsun bu denizde yüzeceğim?’ demek başka, ‘ne olursa olsun bu işi yapacağım’ demek başka bir şey. Önemli kararlar alırken 40 kere düşünürüm. Bir laf var çok inandığım: Bir, çok sinirlendiğinde bir de çok heveslendiğinde çok iyi düşünmen lazım, bir gece daha, olmadı bir gece daha... O yüzden asla çok sinirlendiğim anda tepki vermiyorum ve heveslendiğim anda bir şey almıyorum ya da harekete geçmiyorum artık.

Hayatının akışını elinde tutmaya çalışır mısın yoksa ‘su akar yolunu bulur’ mu dersin?

Ben kadere inanırım. Her şeyin dünya üzerinde Yaradan’dan mütevellit bir matematiği olduğuna inanırım. Her olayın bir öncekinin sonucu, bir sonrakinin sebebi olduğuna inanırım. Dolayısıyla akışına bazen bırakırım ama bana da kullanmam için de bir beyin vermiş değil mi? O yüzden gerektiği yerde de tabii ki kontrolü elimde tutarım.

Sabrın nerede tükenir?

Kişisel ilişkilerimde sabrım son kertede saygısızlık yapıldığı zaman tükenir. Saygısızlığın olduğu ortamlarda da durmam bile hemen susarak uzaklaşırım. Kimse oradan nasıl gittiğimi bile anlamaz. Ağzı başka gözü başka konuştu mu insanın, seni yalanla aptal yerine koymaya çalıştı mı, o zaman sabrım tükeniyor. İnsan olmanın dünyevi herhangi bir şeyle olabildiğine inanmıyorum. Yani ne bileyim bilgiyle, parayla ya da akademisyenlikle falan ilgisi yok. Kötü insana sabrım sıfır. Yanımda biri hor görülürse sabrım çok fena tükenebilir mesela, hor görenin kalbini kırarım. Haksızlığa da hiç tahammülüm yok.

Çaresiz kaldığında kimin kapısını çalarsın?
Allah’ın kapısını çalarım. Benim de kendimce rahatlama yöntemlerim var, bunlar burada çok konuşulacak şeyler değil. Bir de tabii ki annemin...

Elinde bir güç olsa kadınlar için ne yapardın?
Toplumsal cinsiyet üzerinden güdülen, erkeğin iktidarı karşısında ben ne yaparsam yapayım sen ne yaparsan yap hiçbir şey değişmiyor. Ben çok umutsuzum, gerçekten çok umutsuzum. Böyle tatsız mesajlar da vermek istemiyorum aslında…