Serhat Teoman

Gerçekçi, yetenekli ve eğlenceli!

Serhat Teoman

Anladık oyuncu olmayı hayal etmemişsin ama nasıl bir çocuktun?
En sevdiğim şey, futbol ve simitti. “E o zaman, büyüyünce ben de maçta simit satarım!” derdim. Buydu hayalim. Hayatı basitleştirmeye çalışan biriyim. Benim için meslek, sevdiğim işi yaparak para kazanmak. Sonunda geldiğim nokta da farklı olmadı. Şimdi de ‘oynayarak’ bir şeyler yapıyorum ve insanlar bana para veriyorlar. Yaptığım şeyi, iş gibi hissetmiyorum. O yüzden de halimden memnunum.

Peki oyunculuk nasıl başladı?
Meslek lisesine gidiyordum. Onu da evime yakın olsun diye seçmiştim. Buca Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’ndeydim.

Yakışıklı, kızların ayılıp bayıldığı bir tip miydin?
Ailelerin güvendiği, kızlarını emanet ettiği biriydim. Dışarı çıkamayan kızlar, babalarıyla tanıştırırdı, severdi beni o babalar. Kendimi bildim bileli ‘güvenilir çocuk’tum. Kız arkadaşlarım dışarı çıkamadığında, devreye hep ben girerdim. Emanetimi de sağ salim, saatinde teslim ederdim.

Sonra…
Sonra bir kızla tanıştım. O kız sayesinde de kendimi bir tiyatro grubunun içinde buldum.

Nasıl yani?
Kıza aşık oldum. Kız da dedi ki, “Bir oyuncu arkadaşımız bizi yarı yolda bıraktı!” Ağlıyor bunları anlatırken, ben de “Ağlama. Ben oynarım” dedim. Ama sahnede olmak filan bildiğim işler değil. Ama denedim. Sevdim de. Sonra kız, tiyatroyu bıraktı, ben devam ettim. İki sene Türkiye turnesi yaptım.

Sen yine güvenilir adam olup durumu kurtarıyorsun!
Evet, durumu kurtardım. Ama asıl derdim, kızla yakın olabilmekti. Kız gitti, ben kaldım.

Birçok kişi sahneden çekinir, elini nereye koyacağını bilemez. Sen, sahnedeyken, ‘Ben bunun için yaratılmışım’ hissi mi yaşadın?
O kadar iddialı şeyler yok benim hayatımda. Sadece ‘Çok keyifli bir şeymiş bu!’ dedim. Ben burada bir şey yapıyorum ve insanlar beni izliyor. O hissin peşinden gittim. Yoksa, ‘Ben acayip oynuyorum, müthiş bir oyuncuyum’ filan demedim.

Türkiye turnesi ne iş?
İki ayrı grupla, iki yıl Türkiye’nin her yerinde oynadım. Üstelik her gün. Müthiş bir tecrübeydi. Bana çok şey kattı. Güneydoğu, Doğu Anadolu, Karadeniz, aklınıza neresi gelirse…

Kaç kişiydiniz?
Yedi. 302 Mercedes’imiz vardı. Koltuklarını sökmüştük, koltukların yerinde yataklar vardı. Dekoru ayrı biri getirsin filan yok, dekor da bizimle aynı arabada. Oyuncu da bizdik, dekorcu da. Bir gün orası, bir gün burası…

Annen baban demiyor mu, ‘Evladımız serseri oldu’ diye?
Annem küçüklüğümden beri, ‘Sen bir İkizler burcusun. Rüzgar ne taraftan eserse o tarafa gideceksin biliyorum, inşallah doğru yere gidersin’ derdi. Karışmadı.

Liseyi bitirmiştin, üniversite yok ortada…
Evet, hiçbir şey umurumda değildi, gelecek kaygım da yoktu.

Kaç şehir dolaştınız?
Çok şehir. Tatvan’da da oynadık, Ankara’da da, Diyarbakır’da da. Gündüz altı çocuk oyunu, akşamları da büyüklere. Günde yedi kere sahneye çıkıyorduk. Sonra, ‘E madem bu işi bu kadar severek yapıyorum. Gidip okulunu okuyayım!’ dedim. Ve 9 Eylül’ün sınavına girdim. Üniversitenin ilk dönemi sancılı geçti. Pratikte bir şeyler biliyorum ama teoride çuvallıyorum. Sonra oraya da adapte oldum.
Çocukken, oyunculuk hayalleri kurmamışsın…
Doğru, aklımda bile yoktu. ‘Büyüyünce oyuncu olacağım!’ demedim. Kursa-mursa da gitmedim. Dönemin oyuncakları neyse, onlarla oynayan sıradan bir çocuktum. 

Baba asker…
Evet.

Nasıl bir şey ‘asker çocuğu’ olmak?
Evde de ‘asker’ olan babalar vardır ya, sert ve kuralcıdırlar, babam öyle değildi. Mülayimdi. Hiç ‘asker çocuğu’ olduğumu hissetmedim.

Anne peki?
Ev hanımı. Problem çözücüdür.

Sen, küçük prensleri miydin?
Aynen öyle. Evin küçük, yaramaz çocuğuydum. Ablalarım büyüktü.

Olay nerede geçiyor?
Babamın tayini Diyarbakır’a çıktığı için orada başlıyor. Ben orada doğuyorum, iki yaşındayken Bartın’a taşınıyoruz, dokuz sene Bartın, sonra Kayseri, sonra İzmir.

Göçebe yaşamak, hep farklı okullarda okumak, bir şehirden diğerine gitmek hüzünlü müydü?
Hiç değildi! Aksine her yere, her şeye kolay adapte olan bir insan oldum. Bu özelliğimi o günlere borçluyum.

Kendini nereli olarak tanımlıyorsun?
En çok Egeli. Orta ikiden bu yana İzmir’deyim çünkü.
Çok tutkuyla mı bağlısın tiyatroya?
Derdimi ya da ortak dertleri, tiyatro yoluyla anlatmayı seviyorum. Ama tiyatro yapmazsam ölmem. ‘Tiyatro benim hayat biçimim, onsuz nefes alamam’ demem! Kimsenin hayat biçimi olamaz. Evet, çok seviyorum mesleğimi, hayatımı da bununla geçirmek istiyorum ama tiyatro yapmazsam, neden öleyim? Böyle büyük lafları sevmiyorum, saçma buluyorum.

Sonra ne oldu?
Okulda okurken, “Kurşun Yarası’nda bir rol var” dediler. Türkçe’sini verdiler çalıştım, meğerse benim karakterim Yunan’mış! Zor bir sahne, beceremedim diye bayağı mutsuz oldum. Ama giderken yönetmen ‘Numarasını alın, sonra tekrar çalışırız, yetenekli çocukmuş!’ demiş. Gerçekten de bir sene sonra, ‘Kanlı Düğün’ diye bir proje oldu. Sonra beş projede daha birlikte çalıştık. O anlamda Sadullah Çelen’in bana çok büyük katkısı vardır. Okul bittikten sonra da İstanbul’a taşındım. Rahmetli Barış Akarsu ile ‘Yalancı Yarim’de oynadık. Arkasından, ‘Yemin’ başladı. Bu arada, özel bir tiyatroda oynadım. Afife Jale, Lions, Gençlik ödüllerini vs. aldık.

Ve derken… Sonunda… Kendi tiyatronuzu kurdunuz…
Evet, Emre Erkan ve Buğra Gülsoy’la birlikte. İlk başta ‘Sezar-Denge’ oyunu, arkasından ‘Antigone’ yaptık. Levent Öktem yönetti. Sonra Dorian Grey romanını oyunlaştırdık, onu oynadık. Derken oluşumun adını ‘GET’ yaptık. Şimdi onu ikiye böldük. Tiyatro ve film diye. Tiyatro bölümü ilk olarak ‘Pragma’yı sahnelemeye başladı. Geçen yıl, haftada iki kez oynuyorduk şimdi haftada bir. Oyuna gelmek için üç hafta önceden bilet almanız gerekiyor. Kapalı gişe oynuyoruz.

‘Tiyatro öldü!’ diyenlerden değilsin yani…
Değilim tabii, külliyen yalan! Televizyonun geldiği nokta belli. Ekranda tüm oyuncuları görebiliyorsun. Sinemaya da gidiyorsun. Herkesin elinde iPad, bilgisayar, her şey o kadar ileri teknoloji ki… Eğer sen, hala klasik anlamda tiyatro yaparsan, sinek avlarsın tabii! Kimse gelmez. Seyirci boyut değiştirirken, sen aynı kabukta kalamazsın.

Siz farklı bir biçim mi geliştirdiniz?
Evet, üstü kapalı, yerden 50 cm. yükseklikte, dört tarafı cam bir hücrede oynuyoruz oyunu. Seyirci bizi izlemiyor aslında, bir deneye tanıklık ediyor. GET Yapım olarak tiyatronun teknik biçimini değiştiriyoruz.

Bu fikirler nereden geliyor size?
Bizim olayımız şu: Bir masa etrafında saatlerce oturuyoruz ve tartışıyoruz. Şöyle mi olsun, böyle mi olsun? derken, birinin aklına bir fikir geliyor, diğeri ‘Saçma!’ diyor, öbürü ortaya yeni bir şey atıyor, konuşa konuşa parlak fikirlere ulaşıyoruz. Bizde üç evet alan proje yapılır. Bugüne kadar sadece ‘Pragma’ aldı.

Tiyatro, diziden daha mı fazla haz veriyor?
Tiyatrocular, ‘Tiyatro başkadır!’ der. Richard Ramirez’i tiyatroda anlatabilmek, onun bir duygusunu verebilmek için, parmak ucumdan omuzlarıma kadar bir sürü yerimi kullanabiliyorum. Oysa televizyonda sadece gözlerim var. Televizyonda gözlerle tüm o duyguyu vermek, bence tiyatroda vermek kadar zor. Ben televizyondan da büyük keyif alıyorum.

Bir sürü şeyi erken yerli yerine oturtmuş gibisin.
Yoo, sadece hiçbir şeyi abartmıyorum. Hiçbir şey için de, hayatımı karartmıyorum. Bir kez geliyoruz dünyaya, yaşa gitsin!

Nerede yaşıyorsun?
Beşiktaş’ta ablamla. Hemen benim üç apartman ilerimde Emre, oradan çıkınca Buğra var. Bir tarafta bizim sinema televizyon mezunlarından biri var, öbür tarafta başka bir arkadaşım. Mahalleliyiz.

Abla ile yaşamanın zorluğu?
Hiç yok. Ablam reklamcı. Tam bir işkolik. Sabah gider, gece gelir. Evde dip dibe oturmak zor olabilir ama çok görmüyoruz birbirimizi.
Röportaj: Ayşe Arman
Prodüksiyon: Mürsel Çavuş
Fotoğraf: Cem Talu
Moda Editörü: Ceren Çetinoğlu
Moda Editörü Asistanı: Yasemin Göker
Saç-Makyaj: Selçuk Mılık
Mekan için 4Floors Istanbul’a teşekkür ederiz.


Gerçekçi, yetenekli, eğlenceli, güvenilir ve zeki… Bir tek ‘dengeli’ değil! Çünkü o değişken bir İkizler burcu. Ama bunu itiraf etmekten de çekinmiyor. Serhat Teoman, hiçbir şeyi abartmayan biri. Hayatı olduğu gibi yaşıyor. Çok büyük duyguları yok. ‘En’leri de yok. Aşkla ilgili söylediği şeyler de çok hoşuma gitti. “Hayatımızın merkezine birbirimizi alıyorsak,
o zaman sıkıntı başlıyor. İnsanlar bunu ‘aşk’ zannediyor, oysa ben nefes alamıyorum, tahammül edemiyorum!” diyor. O aşkı, iki ayrı kümede seviyor. “Benim dışımda görüştüğü arkadaşları olsun, benim de olsun. Onun işi olsun, benim deişim olsun. Ben bununla uğraşıyorum diye, o da bununla uğraşmasın. Bir vücutta iki kafa gibi dolaşmayalım!”

Serhat Teoman gelecek vadeden bir oyuncu. Onu adını daha çooook duyacağız.

En saygı duyduğun yaşayan insan?
Amacıyla yaşayan her insana saygı duyuyorum.

Kendini sanatçı olarak addediyor musun?
Etmiyorum. Sanatçı kelimesinin yüceltilmesine de sinir oluyorum. ‘O sanatçı değil, oyuncu!’ diyorlar mesela. O kişiyi küçümseyiveriyorlar.
E o zaman kime sanatçı diyeceğiz?

Kendini hangi sıfatlarla tanımlarsın?
Dürüst, dengesiz, çalışkan, aynı zamanda tembel. İkizler’im işte, tutarsız.

En sevmediğin özelliğin?
Dengesizliğim.

Dengesiz bir anını anlat…
Dışarı çıkmak için hazırlanıyorum, siyah kotumu ve deri ceketimi giyiyorum. Kendimden çok memnunum. Evden çıkıyorum, ama daha yolun başında, ‘neden böyle giyindim ki?’ diyorum. Ya da bir organizasyon yapıp, insanları dışarı çıkmaya örgütlüyorum. Gidiyoruz, bir anda, sıkıldım diyorum. İkizler burcu, dengesizler burcu. Ama kimseyi rahatsız etmez dengesizliği, kendini hırpalar.

Ne zaman yalan söylersin?
Sıkıştığım zaman!

Kadınlara mı yalan söylersin?
Asla! Deli miyim? Kadınlar, zaten uğraşılması güç yaratıklar, bir de onlara yalan söylersem, işin içinden hiç çıkamam. O kadar zeki değilim.

İlişkilerin uzun sürüyor mu?
Dört sene önce, altı yıllık bir ilişkiden çıktım. Artık ilişkilerim uzun sürmüyor, aslında ilişkim de olmuyor.

Vakitsizlikten mi?
Yok ya, ‘Şu ara çok yoğunum ilişkiye vaktim yok’ lafı bana komik geliyor. Olur mu öyle saçma şey. Ben doğru insana rastlayamadığımdan olmuyor. Denk düşmüyor!

Aşka inancın var mı?
Var tabii.

‘Şöyle bir çift olmak isterim’ diye tarifin var mı?
O kendisi olsun, ben kendim olayım, A ve B kümesinin kesiştiği AB kümesinde ilişkimizi yaşayabilelim. A ve B üst üste oturuyorsa; ben o oluyorsam, o da ben oluyorsa
yandık! Hayatımızın merkezine birbirimizi oturtuyorsak, işte o zaman sıkıntı başlıyor. İnsanlar bunu ‘aşk’ zannediyor, bense nefes alamıyorum, tahammül edemiyorum! Hemen
kaçıyorum. Ben aşkı, iki ayrı kümede seviyorum. Ben olmasın karşımdaki, ben de o olmayayım. Benim dışımda görüştüğü arkadaşları olsun, benim de olsun. Onun işi olsun, benim de işim olsun. Ben bununla uğraşıyorum diye, o da bununla uğraşmasın. Bir vücutta iki kafa gibi dolaşmayalım. 

Kız arkadaşlarına da anlatıyorsundur bunları, ne diyorlar?
Önci ‘Tabii, tabii’ diyorlar ama sonra bir omuzdan iki kafa çıkmaya başlıyor!

Dış görünüşünde beğenmediğin bir şey var mı?
Hayır. Ama güldüğüm zaman gözlerim de görünseymiş iyi olurmuş.

Spor sana avantaj sağladı mı?
Sağladı tabii. Yürürken, oynarken, bir rolü ortaya çıkarırken tarzını omurganız belirliyor. Spor yaparak o omurgayı istediğiniz gibi  kullanmayı öğreniyorsunuz.

Her gün yapıyor musun?
Kış modu, haftada bir. Yaza doğru, haftada 4-5 kez. Beslenmeme de dikkat ediyorum.

Kıvanç Tatlıtuğ, sizin mesleğin genç erkekleri için mihenk taşı mı? Kıskanırlar mı erkekler onu?
Bilmiyorum ki, benim böyle bir kıskançlığım yok. Kimi erkek güzel bakar, böyle bir kabiliyeti vardır. Kimisi de Kıvanç gibi, Allah vergisi yakışıklıdır. Ne taraftan bakarsa
baksın, iyi görünür. En müthişi de Kıvanç’ın, yakışıklılığı bir kenara bırakıp, derdini tamamen oyunculuk üzerine kurması. Çirkin görünmekten korkmayıp ‘Kelebeğin
Rüyası’ gibi bir filmde oynaması. Başarıyı getiren işte bu.

Ekstra ne yeteneğe sahip olmak isterdin?
Bu kadar yetenek bana yeter. Mesleğimi icra edebilecek kadar yeteneğim var. Müzik dinlerken eşlik edecek kadar gitar ve vurmalı çalabiliyorum. Dans da edebiliyorum.
Tamamdır.

‘Arabam şöyle olsun’ falan...
Arabam yok. İstanbul trafiğinde en güzelini alsan kaç yazar?

Kazandığın paraları ne yapıyorsun?
Tiyatro yapıyoruz işte!

Siz üç ortak, hiç kavga etmez misiniz?
Oooo hem de nasıl! ‘Bu son prova, bunlar ayrıldı, yarın gelmezler!’ diye düşünür mekan sahipleri. Bağırış çağırış sesler yükselir. Ama bir şekilde sorunu çözeriz, devam ederiz…