“Televizyonla aşk ve nefret ilişkisi yaşıyorum”

“Şimdi olgunluk dönemindeyim” diyen Armağan Çağlayan.

“Televizyonla aşk ve nefret ilişkisi yaşıyorum”



Hayatınızda diyet ve spor hala ilk sırada mı?
Evet, maalesef öyle. 10 yıl önce çok kiloluydum. O kiloları verdiğimden beri böyle devam ediyorum. Çok sıkıcı aslında… Onu yeme, bunu yeme, her sabah spor yap…

Nasıl yaşıyorsunuz? Gecelerin insanı mısınız, ev kuşu mu?
Genel olarak evde yalnızım zaten. Arkadaşlarla ev hayatını tercih ediyorum her zaman. Çok düzenli bir hayatım var aslında. Her sabah aynı saatte kalkarım, hiç uyuyakalmam. Sonra spora gidiyorum, eve geliyorum, kitap okuyorum, bütün gün FarmVille oynuyorum. Ama bu şekilde yaşamaktan sıkılmaya başlıyorum sanırım.

Program yapımcılığı gibi yoğun bir tempodan sonra bu tekdüze hayat biraz boş gelmiyor mu? Tekrar üretmek istemiyor mu insan?
Bu durum bir süre iyi geldi. Şimdi tekrar üretmek daha iyi gelebilir. Galiba insan oturunca biraz da köreliyor. Ama işin içindeyken insan ister istemez daha çok düşünüyor, daha çok üretiyor.

Çok eleştirel biri olarak izledik hep sizi. Hayata ve etrafınızdaki insanlara karşı da böyle misiniz?

Her zaman değil, bazen… Bana yakın insanlara daha fazla ama. Herkesin hayatına müdahale eden bir insan değilim. Ama televizyonda işim oydu. Ben de aldığım paranın hakkını vermek zorundaydım. Ben genelde çok gergin bir insanımdır. Hatta omuzlarım farkında olmadan hem yukardadır. Hep öyle yaşarım; hep gergin... Hiç rahat biranım yoktur. Bu televizyon seyrederken de öyle, güneşlenirken de… Buna ben de çevremdekiler de alıştık artık.

Bu çevrenizdekilere nasıl yansıyor, korkarlar mı sizden?
Çekinirler. İlişkilerimde baskın bir karakterim. Mesela hoşlanmadığım bir şeyi hiç kimse bana yaptıramaz.

Rahatlamak ve biraz stesten uzaklaşmak için neler yaparsınız?

Ne reikiye, ne yogaya ne de buna benzer şeylere asla inanmam. Hepsi çok saçma bence. Sadece modern dünyada insanların boşluktan bir şeye inanmış olmak için yarattıkları şeyler gibi geliyor bana. Reiki dediğiniz şey annelerimizin başımız ağrıdığında okuduğu nazar duası gibi bir şey. Modern hali şimdi reiki yollamak oldu. Bana sadece spor iyi geliyor.

14 yılını televizyon sektöründe geçirmiş biri olarak nasıl görüyorsunuz televizyonun şu anki durumunu?

Şu anda biraz tekdüze buluyorum. Dizi seyretmiyorsanız televizyonda seyredecek hiçbir bulamıyorsunuz. Çok garip ama ben Yaprak Dökümü’nü, Kurtlar Vadisi’ni hiç seyretmedim. Sizi dizi seyretmeye mecbur bırakıyorlar. Oysaki ben dizi seyretmiyorsam benim alternatifim olmalı. Türkiye’de televizyon konusunda uzmanlaşmadı hiçbir şey. Türkiye’de her kanal dizi kanalı. Ben bu durumdan hiç hoşnut değilim. Bütün diziler de aynı. Yaratıcı hiçbir şey de yok. Şu anda televizyonla benim aramda aşk ve nefret ilişkisi var. onun kaç puan aldığını öğrenebiliyorsunuz. Hep bir yarış içindesiniz. Sonuç kötü geldiyse bu sefer ‘eyvah’ var. Sizin hakkınızda yazılıp çizilen şeylere göğüs germek var. Herkesin yaptığınız, ortaya koyduğunuz işle ilgili yorum yapma hakkı var. Bütün bunlara katlanmak zorundasınız. Başta çok üzülüyordum. Artık bakmıyorum, görmüyorum. Bir süre sonra biraz da bu işin kaşarı oluyorsunuz. Aman yazdıysalar yazdılar diyecek noktaya geliyorsunuz.

Eğer giderseniz nasıl bir tablo çiziyorsunuz kendinize?
Bu gitme hikayesinde hep İzmir Dikili’yi düşünüyorum yer olarak. Aslında hayatımda bir kere gittim ama aklımda orası var. Tekrar avukatlık yapmak ve huzur dolu, doğal bir hayat… Televizyon işi şöyle bir şey; emek veriyorsunuz, tüketiyorsunuz ve bir gecede tüketilip bitiyor o iş. Bulunduğunuz yeri korumak için verdiğiniz savaş da çok yoruyor insanı. Ben yaptığım işlerde başarılı oldum, Türkiye’ye jüri kavramını getirdim. Şimdi olgunluk döneminde olduğumu düşünüyorum.

Siz nasıl bir çözüm yaratırdınız?

Valla çözümü seyirci bulacak. İnsanlar dizileri seyretmeye devam ettiği sürece bu iş böyle gider. İyi yapılan işler de var. Aşk-ı Memnu, Bu Kalp Seni Unutur mu’yu izliyorum. İyi bir fikir bulmak lazım artık. Artık konuk çağır, konuş dönemi de bitti. Türkiye’de yeni sistem üretilmiyor çok garip. Bence sektör ölüyor. Artık hit şarkı da çıkmıyor, yeni bir roman da hit olmuyor. Ya tüketim toplumu oluyoruz git gide ondan dolayı oluyor, ya da artık her şey çok sayıda olduğu için hiçbir şey hit olamıyor.

Kimleri beğeniyorsunuz televizyon dünyasından?

Şu andaki en iyi televizyon yıldızı bence Kıvanç Tatlıtuğ. Tabii Beren de öyle. Nebahat Çehre’yi çok beğenerek izliyorum. Nebahat Hanım’dan gözünüzü alamıyorsunuz. İnsanı yıldız yapan, insanın kendisi değil, aslında içinde bulunduğu proje. Nebahat Hanım 12 yıldır hiçbir şey yapmıyordu belki, ama Aşk-ı Memnu sayesinde tekrar hayatımıza girdi.

Sürekli hayatımızda olan ama gerçekten iyi projelerde yer alamayan insanlar için ne düşünüyorsunuz?

Hülya Avşar mesela her zaman hayatımızda olacak, tıpkı Türkan Şoray gibi. Ama albüm yaptı, ben bir şarkısını daha dinlemedim. Bence Hülya Avşar kariyerinde başka bir şey yapıyor. Çok iyi bir haber kanalında bir talk show yapıyor. Bu bir insan için iyi bir kariyerdir. Bugüne kadar yapacağı her şeyi yapmış, daha ne yapacak ki? Mesela şey çok garip geliyor bana. Acun’un programında Hülya Avşar’dan hiç bahsedilmiyor. Orada jüri üyesi aslında, ama daha çok söz edilen kişiler Acun ve Ali Taran.

Jüri üyeliği riskli bir şey mi? Deniz Seki’den Ajda Pekkan’a Gülben Ergen’den Ebru Gündeş’e çok fazla isim geldi geçti. Nedir bunun kriteri?
Jüri üyeliği yapabilmeniz için pratik zekanız olmalı. Gördüğünüzü hemen bir cümle içinde söyleyebilmelisiniz. Ayrıca cesur olmalısınız. Lafı eveleyip gevelerseniz hiçbir şey olmaz. Ne şiş yansın, ne kebapçılar hiçbir zaman jüri koltuğunda başarılı olamadılar. Kendi kariyerini koruma derdinde olanlar da hiçbir zaman başarılı olamadılar. En güzel örneği Ajda Pekkan mesela. Türkiye’nin süper starı diyoruz. Ama bugüne kadar gelmiş geçmiş en başarısız jüri üyesi oldu. Çünkü orada gerçek olmanız gerekiyor.

Siz en çok hangi jüri üyeleriyle olmaktan keyif aldınız?

Bülent Ersoy, Orhan Gencebay ve Ebru Gündeş’le olduğum Popstar Alaturka. Ama öyle çok eğlenceli falan bir kulisimiz yoktu. Herkes geliyordu, işini yapıyordu ve gidiyordu.

Sıkıldınız mı jüri üyeliğinden?
Biraz sıkıldım. Benle birlikte seyirci de sıkıldı galiba. Bence o formatın biraz dinlenme dönemine girmesi lazım.

Tüketim çılgınlığınız devam ediyor mu? 
Bir oda dolusu ayakkabı ve parfümünüz olduğunu duydum. Bu durumu nasıl bir psikolojiye bağlıyorsunuz? Avukatlık, yapımcılık, jüri üyeliği, program sunuculuğu derken biraz yorulmuş Armağan Çağlayan. Son zamanlarda evde tüm gününü bilgisayar karşısında geçirdiğini, her şeyi bırakıp küçük bir kasabaya yerleşme hayalleri kurduğunu anlatıyor sakinlikle. O çok konuşulan evinde sayısız çiçekleri, kedileri ve bilgisayarıyla dinlenme ve olgunlaşma döneminin huzurunu yaşıyor. Ama dediğine göre asıl işi televizyonculuk, onu uykularında bile rahat bırakmıyor ve her şeyi o gözle takip ediyor. Kamera arkasına geçmeyi ve işin içine tekrar dalmayı, üretmeyi istiyor. Televizyon dünyasının artık yeni işlere ve heyecanlara ihtiyacı olduğunu düşünen Armağan Çağlayan’la hem hayatındaki yeni kararlarını konuştuk hem de televizyon dünyasını çekiştirdik.

Avukatlık, televizyon yapımcılığı, jüri üyeliği, program sunuculuğu… Sırada ne var?

Oyunculuğu denemek istiyorum. Şu anda okuduğum bir dizi senaryosu var. Bir komedi dizisi, bakalım ne olacak.

Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz şu an?
Hayatımla ilgili karar verme dönemindeyim. Belki tekrar ekran arkasına geri dönebilirim. Aslında çok derin derin düşünen bir adam değilimdir hayatım hakkında. Biraz sıkıntılı bir yıl geçirdik hepimiz. Ekonomik kriz, kötü olaylar daha da sıkıntılı hale getirdi her şeyi… Çoğunlukla evimde zaman geçirdiğim bir dönemdeyim.

Eviniz basında çok yer aldı, çok konuşuldu. Biraz anlatır mısınız ev yaşantınızı?

Evimi değiştireli bir sene oldu. Evet garip bir biçimde çok konuşuldu evim. Galiba herkese terastaki havuz garip geldi. (Gülüyor) Havuz bahçede olsa, bu kadar olay olmayacaktı sanırım. Ama evi aldığımda öyleydi. Ben evin bütün parasını Popstar’dan kazanmadım. Avukatlık yaptım, kamera arkasında çalıştım… Yılların birikimiyle alındı o ev. Ama hala sokakta insanlar evi soruyorlar.

Şehir hayatının kalabalığından uzaklaşmak için mi Çekmeköy’ü tercih ettiniz?
Şu an şehir içinde asla yaşayamam. Bana “git Cihangir’de, Bebek’te bedava ev var, yaşa” deseler, imkansız yaşayamam. Bana artık oralar çok kalabalık ve sıkışık geliyor. Site hayatından çok memnunum.
Herkes hayatındaki boşlukları bir şeylerle kapatıyor. Kimisi yemek yiyor, kimisi alışveriş yapıyor. Sonra bu yaptığınız şeyin ne kadar mantıksız ve saçma olduğunu görüyorsunuz. Bizim piyasada yaşayan ve çalışan insanlar genel olarak yalnız insanlardır. Etrafınızda çok insan var gibi görünür. Çok kaygan bir zeminde çalışıyoruz. Herkes herkesin ayağını kaydırmaya çalışır. Kendinizi kollamak zorundasınızdır. Bu yüzden de sahte ilişkilerle doludur her yer. Dışarıdan çok renkli bir hayat gibi görünüyor ama hiç öyle değildir aslında. Aslında çok yalnızızdır, enikonu yalnız insanlarızdır biz. Ama kimse yalnız olduğunu söylemez ya da parasızdır parasız olduğunu da söylemez. Bu piyasada herkes ‘mış gibi’ yaşıyor. Hepimiz gidip abuk sabuk alışveriş falan yapıyoruz. Biraz da çalıştığımız sektörün bize öğrettiği bir şey galiba. Kendimi zaman zaman bu kadar yalnız hissetmesem, neden bu kadar ayakkabı alayım.

Aile kavramına nasıl bakıyorsunuz? İleride yalnız kalacak olmak gibi bir endişe duyuyor musunuz?
Yalnız kalmaktan hiç korkmuyorum. Korkanı da hiç anlamıyorum. Kendi kendine yetemeyen insanların yalnızlıktan korkacağını düşünüyorum. Bana yalnızlık hiç ürkütücü gelmiyor. Şimdi zaten televizyon, internet derken yalnız kalmıyorsunuz ki. Artık yalnızlık diye bir şey olduğunu düşünmüyorum?

Nasıl bir proje sizi heyecanlandırır ve yerinizden kaldırır?
Aslında kıskandığım bir proje var diyebilirim. “Hanımın Çift liği”ni hakikaten ben yapmak isterdim. Prodüksiyon anlamında kıskanılacak bir iş bence. Bir sürü insanın eğlenmek için yaptığı şey, maalesef benim işim. Ve ben her şeye iş gözüyle bakıyorum. Televizyon işi yaptığınızda hayata proje gibi bakıyorsunuz. Ikea’ya alışverişe gittiğinizde bile her şeye dekor gözüyle bakıyorsunuz. Roman okurken, ben bu romandan nasıl bir iş çıkarırım diye düşünüyorsunuz. Dolayısıyla çok yorucu bir hale geliyor hayat.

Bu sakin, dingin hayatta bir şeyleri ertelediğinizi düşünüyor musunuz?
Benim eskiden beri İstanbul dışında bir yerde ev alma ve oraya yerleşme hayalim vardır. Bunu hep erteliyorum. Gitmekten mi korkuyorum bilmiyorum. Burası çok gereksiz büyük bir şehir. Ayrıca gereksiz pahalı. Burada bir ay harcadığım parayı, Akçay’da Ayvalık’ta 3 ayda zor bitiririm. Eğer evde oturuyorsanız, çalışmıyorsanız İstanbul’da yaşamanın bir manası yok. İnsana külfetten başka bir şey vermiyor.

Her an bırakıp gidebilirim diyor musunuz?
Kesinlikle evet, her an yapabilirim. Her şeyi bırakıp gidip başka bir şehirde avukatlık yapabilirim. Televizyon sektörüne girmekten hiçbir zaman pişman değilim, her zaman severek yaptım. Ama çok yorucu bir iş bu. Bir öğrencinin her gün karne alması ne kadar yorucuysa, bu iş de o kadar yorucu. Her gün karne alınan bir iş. Bugün bir iş yapıyorsunuz, ertesi gün