Yaz acılarını dindirecek kitap

Kürşat Başar, 11 yıl aradan sonra yeni kitabıyla karşımızda. Başar’ın ‘Yaz’ ismini verdiği kitap, yakın tarihimizin kritik bir döneminde dünyaya gelen, birbiri ardına yaşadığı kayıplara rağmen hayata tutunan bir gencin büyüme serüvenini, yüzleşmelerini ve bir yaz mevsimi yaşadığı sarsıcı aşkı anlatıyor… Bir anlamda kitabın biyografik bir roman da sayılabileceğini belirten Başar, bu kitapta, kendinden, bütün kitaplarındakinden daha fazla parça olduğunu söylüyor.

Yaz acılarını dindirecek kitap

Yazı: Sinem Gürleyük

Neden 11 yıl ara verdiniz? Bir yazar olarak bunca süre kitap kaleme almamak sizi nasıl etkiledi?
Üslupla, kurguyla, dille fazla uğraşıyorum. Birkaç kez yeniden yazıyorum. Birçok bölümü yazıp beğenmeyip atıyorum. Bütün bunlar epeyce zaman alıyor. Ama bir yandan da farklı işlerle, projelerle uğraşmanın getirdiği zaman azlığı var tabii. Bir yandan gazetecilik, televizyon programları, bir yandan müzik bu on yılda oldukça fazla zamanımı aldı.

Hayatınıza bu süre içinde farklı, yeni ne gibi heyecanlara zaman doğdu?
Bu süre içinde bir müzikal yazdım. ‘Bizim Şarkımız’ adıyla sahnelendi. Oyunculuk deneyimlerim oldu. Biri yazılardan oluşan bir diğeri biyografi olan iki kitap yayımlandı. Ama en heyecan verici olan, son üç yıldır kendi orkestramı kurup müzikle uğraşmam oldu. ‘Keşke Burada Olsaydın’ adlı bir de albüm yayınladım.

Kitabın hikayesi aklınıza ilk nerede geldi? Ne zaman bu kitabı yazmaya karar verdiniz?
Aslında kitabı yazmaya 5-6 yıl önce başladım. Kitapların arasında yetişen yalnız bir çocuğun, kendi hayal dünyasını kuran bir romancının hikayesiydi önce. Zaman içinde değişti, buna başka şeyler eklendi. Bir süre hiç elime almadım. Sonra yeniden başladım.

Bu kitabın diğer kitaplarınızdan farkı ne?
Her kitabımda benzer temalar ve benzer dil örgüsü var aslında. Ama her kitapta farklı bir şeyler deniyorum, kurguyla, özellikle zamanla oynamak hoşuma gidiyor. Bu kitapta hayat felsefesi biraz daha ağır bastı. Yazmakla, kitaplarla ilişkimi farklı bir biçimde anlattım. Kurgu olarak iç içe geçmiş sarmallar şeklinde bir yerden ötekine, bir zamandan diğerine dönüp duran bir yapı var.


Kürşat Başar’ın modası

Modayı yakından takip ediyor musunuz?
Yıllardan beri kendi tarzımda oldukça klasik denilecek şeyler giyiyorum. Bu nedenle modayı da izlemiyorum. Benim giydiklerim nasıl olsa on yılda bir moda oluyor.

Üzerinizde kesinlikle göremeyeceğimiz giysiler?
Sandalet, atlet... Hele şehir içinde şort, parmak arası terlik asla.

Giyim tarzınızda vazgeçilmez klasik parçalar?
Beyaz gömlek ve blazer ceket.

Kadınlarda en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz parçalar?
İnce, rahat, uçuşan kumaşlar, klasik tarz. Sevmediklerim de frapan ve fazla gösterişli olan her şey… 

‘Yaz’dan…
Evet, ilk kez onunla öpüştüm.
Tren gelirken iyice yaklaşmasını bekleyip rayların üstünden karşıya ilk kez onunla koştum.
İlk kez beni vapura o bindirdi.
Adaya ilk kez onunla gittim.
Karanlık bir sinemada elini tutarken ilk kez onunla titredim.
Dalgalardan, gökyüzüne ışığın her zamanki gibi değişimleriyle oluşan renklerden, kim bilir nereden nereye giden ve hayatlar taşıyan gemilerden, bir bakıştan, belki yüzlerce kez dinlediğim bir şarkıdan ilk kez onunla böyle çok anlam çıkardım.Bu kitapta kimin hayallerine ve iç dünyasına yolculuk yapıyoruz? Kahramanınızın ne kadarı sizsiniz?
Kitap genç bir romancının, Murat’ın dünyasını anlatıyor bize aslında. O, çocukluğunu daha çok evde, kitaplar arasında geçiren biri. Daha sonra bazı rastlantılarla gerçek dünyayı tanımaya başlıyor ama tabii kendi algılamasıyla bize aktarıyor. Bana kitaplarla ilişkisi açısından benzese de yapı olarak benzemiyor. Benim çocukluğum kalabalık bir ailede geçti. O dönemlerde yani Murat’ın çocuk olduğu dönemlerde ben de çocuktum ama bu kadar yalnız değildim.

Kitapta hem roman yazan hem de felsefe okuyan bir kahraman var. ‘Yaz’ biyografik bir roman sayılabilir mi?
Bir anlamda sayılabilir. Elbette birebir değil ama benden belki de bütün kitaplardakinden daha fazla parça var bu kitapta. Kimi zaman da ailemden tanıdığım insanlara, amcama, dayıma göndermeler var.

Genelde kitaplarınızın isimleri hep uzun ve şaşırtıcı olurdu. Bu kez tam tersine çok kısa bir isim seçmişsiniz. Neden ‘Yaz’?
Aslında yaz, burada birkaç anlama geliyor. Kitabı okurken de anlayacağınız gibi birincisi bir aşk hikayesinin fonunu oluşturuyor. İkincisi o aşkın ismini... Bunun yanında yazmakla ve alın yazısıyla bütünleşiyor.

Romanın bazı bölümleri Kıbrıs’ta geçiyor. Kıbrıs’ın hayatınızda nasıl bir yeri var?

10, 11 yaşlarımda Kıbrıs’taydım. Daha sonra aradan yıllar geçti ve orada geçen bir dizi yazmaya başladım. Bunun için de özellikle Kıbrıs Türkleri’nin büyük baskı altında yaşadığı, kayıplar verdiği 60’lı yılları yaşayan insanlarla görüştüm. Onların anlattıkları da kulağımda kaldı. Bir biçimde bu romanda da yer aldı. Kıbrıs’ta dostlarım var sık sık gidiyorum ama şimdilik orada yaşamak gibi bir düşüncem yok.

Kitabınızda şöyle bir cümle var: ‘Ben hayatının içinde bir yerde gizli bir oda gibiydim...’ Çocukken siz bir şeylerden kaçtığınız, sıkıldığınız zaman sığındığınız liman kimdi? Peki, şimdi gizli odanızda neler, kimler var?
Benim sığındığım liman kitaplar ve müzikti. Hala da öyle. Bazen kimse olmasa da tek başıma müzik dinleyip kitap okumak hatta o sırada telefonu bile kapatmak iyi geliyor. Sürekli bir koşturma içinde insan kendisiyle baş başa kalmayı unutuyor çünkü. Zaman zaman böyle bir ara verip kendini dinlemek iyi geliyor.

Bu kitabı okurken dinlenecek en güzel beş parça hangisi?
Kendime torpil yapmış gibi olmayayım ama benim albümümdeki bestem ‘Keşke Burada Olsaydın’, kitapta yer aldığı için Zeki Müren’in ‘Şimdi Uzaklardasın’ı, Charlie Hader’in ‘Our Spanish Love Song’u ve Bill Evans ya da Keith Jarrett’ın solo albümlerinden biri olabilir...

Aşk acısını hafifletmenin bir reçetesi var mı?
18’inci yüzyılda aşk acısı yüzünden doktora gidilirmiş. Doktorlar da bunun için başka aşklar, sevgililer, masaj, hava değişikliği, seyahat gibi tavsiyelerde bulunurmuş. Sanıyorum buna fazla bir çözüm yok. En azından bir süre insanın bunu kendi başına yaşaması gerekiyor. Hemen bir başka aşk peşine düşmenin faydası olduğuna inanmıyorum. Tabii zamanı daha kolay geçirmek için arkadaşlarla seyahat, kitap, film gibi şeyler var ama acı içinizde bir yerde uzun süre kalıyor. Belki de size birçok şey öğretiyor.

Kadınları anlamakta sizi bu kadar başarılı kılan özellikleriniz neler sizce? Size göre kadınları anlamanın altın kuralları var mı?
Kadınları anlamakta başarılı olduğumu hiç söylemedim. Genel ortak özellikler olsa da her kadın elbette başka bir dünya ve her birlikte olduğunuz kişiyle de farklılaşıyorsunuz. Bence kadınları anlamak değil de, ilişkiye, bu romanda Murat’ın yaptığı gibi yoğunlaşmak, saf ve fazla kurcalamadan yaklaşmak, geçirilen zamanda gerçek olmak en önemlisi...

Peki, kadınlara erkeklerle ilgili verebileceğiniz en iyi tüyo nedir?
Bunca insanın arasında bir rastlantıyla  karşılarına çıkan kişinin dünyada onlara uygun en olağanüstü erkek olduğunu düşünsünler tabii ama buna gerçekten inanmasınlar...

Bir kadının bir erkeğe sormaması gereken bir soru var mı sizce?
Neredeydin ya da neredesin?