“Altın çağımı yaşıyorum”

“Beş yıl boyunca çok emek verdim, dolu dolu çalıştım, merdiveni tırmanarak çıktım ve hızlı, güçlü bir geri dönüş aldım. Şu anda gerçekten kendimi altın çağımı yaşıyormuş gibi hissediyorum” diyen Demet Özdemir’in büyüyüşüne, olgunlaşmasına, değişimine, dönüşümüne ve hikayesine yakından tanık olmak istedik.

Röportaj: Filiz Şeref
Fotoğraf: Elif Demiralp
Styling: Rutkay Öziş
Saç: İbrahim Zengin
Makyaj: Melis İlkkılıç
Makyaj Asistanı: Hidayet Korkmaz

Küçük bir kasabanın sınırlı gibi görünen ama aslında, özellikle de manen, sonsuz geniş hayat standardına sahip şartlarında, hem erkek hem kız çocuğu gibi sokaklarda oynayarak büyüyen, eve giriş saatini bile kendi belirleyecek şansta olup çocukluğunun tadını doyasıya çıkaran, her gün başka bir meslekte uyanan küçük bir kızdı ve bir gün kendini herkesin sevdiği, gençlerin örnek aldığı, tüm ülkenin tanıdığı genç ve güzel bir kadın olarak buldu. Bir film olarak izlesek, filmin sonu rüya ya da hayal mi acaba diye düşünebileceğimiz detay elbette çok hikayede. Ancak o, şans rüzgarını da arkasına alıp bu hayal dünyaya tüm gerçekliğiyle kavuşmayı başarmış.

O kız çocuğu, çocukluğuyla ünlü olması arasında geçen zamanda elbette boşlukta değildi; dolu dolu çıktı merdivenleri. Dansçılık ile başladığı kariyeri şimdi giydiği ‘ünlü üniforması’ ile resmiyet kazanalı ve gönülleri fethedeli de epey oldu.

Şimdi sezon onun sezonu. Moda olan o. Ne yaparsa takip edilen, nerede oynasa izlenen, peşinden koşulan, beğenilen, trend olan... Kendi deyimiyle ise altın çağını yaşayan...



Hayatın sizi bir gün bu noktaya getireceği hayalleriniz dahilinde miydi?
Sahnede olmak, televizyonda olmak, oyunculuk yapıyor olmak benim hayalimdi evet. Ama net bir şekilde şu an olduğum yerde olacağımı tahmin edemezdim tabii. Benim için sürprizlerle doluydu bu yolculuk. İnsanların, küçük çocukların beni bu kadar seveceğini, ablası gibi görüp rol model olarak belirleyebileceklerini tahmin etmezdim. O kadar iddialı değildi hayallerim ama bu durumdan dolayı da çok mutluyum.

Şans bu işin neresinde duruyor?
Şansın elbette çok önemli olduğunu düşünüyorum bu noktada. Ama bir de şu var; hayalini kurduğun şeylerin peşinden disiplinle gitmek gerektiğini düşünürüm. Oyunculuksa hayalim, eğitim almam gerekiyordu benim; bu konuda, bu süreçte çok disiplinliydim. Tiyatro eğitimim iki yıl sürdü ve ben bu süreçte hiç dışarıda vakit geçirmedim, hep derslere odaklıydım, hep ilgim oradaydı. Hayal kurmanın çok etkisi var, şansın etkisi var ve bir de çok çalışmanın, istediğin şeye odaklanmanın çok etkisi olduğunu düşünüyorum başarıda.

Yaptığınız meslek size tam olarak ne ifade ediyor?
Benim için büyük bir özgürlük alanı diyebilirim. Çünkü her işte her projede başka birini canlandırabiliyorsun. Buna kafa yorduğunda kendinde keşfetmediğin özelliklerini tanımaya başlıyorsun; hem içine dönüyorsun hem dışarıya kendini sergilemiş oluyorsun. Bu durum bence insanı gerçekten özgürleştiren, algılarını açan bir durum. Yine bu konuda da çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

Dansın o büyüleyici havasıyla oyunculuğun büyüleyici ama yorucu temposu arasındaki geçiş sizin için kolay oldu mu?
Dans eğlenceli bir sektör gibi görünüyor ama aslında oyunculuk kadar olmasa da çok mesai isteyen bir meslek olduğu da aşikar. 3.5 dakikalık bir şarkı için bir hafta boyunca koreografi çalışıyorduk mesela. Bu durumun da oldukça disiplin gerektiren bir yoğunluğu var. Oyunculuk kadar değil tabii ama ikisi de çok emek verilmesi gereken dallar.



Oyunculukla beraber kendinize dair yaptığınız en büyük keşif ne oldu?
Ben hep kendimi sabırsız biri olarak görürdüm ama oyunculukla beraber ne kadar sabırlı olduğumu keşfettim. Burada hem karakteri aramakla ilgili sabırdan bahsediyorum hem de sette harcanan sabırdan... Ve ortaya çıkan o andan keyif almayı öğrendim. Bir de, çok içime atan biriydim, daha açık olmayı, pozitif şeyleri de negatif şeyleri de daha çabuk dile getirebilmeyi öğrendim. Oyunculuk aslında bana çok şey öğretti.

Canlandırdığınız karakterler sizi büyüttü mü, eğitti mi, hayatı mı öğretti; ne yaptılar size?
Ben 15-16 yaşlarında, yani çok küçük yaşlarda çalışmaya başladığım için yaşıtlarım gibi yaşayamadım o dönemi. Arkadaşlarım sinemaya giderken ben çalışıyordum. Şimdi oynadığım karakterler bazen 20 bazen 22 bazen 18 yaşında oluyor ve bana genç bir kızı hatırlatıyorlar. Dolayısıyla aslına bakarsanız büyütmedi beni bu roller, tersine küçülttü diyebilirim. Tabii arada Kurt Seyit ve Şura’da olduğu gibi daha büyük yaşta bir kadını canlandırdığım da oldu, onda da tabii karakterin ritmine, heyecanına uyuyorsun, bu da keyifli bir şey.

Her iş, her dönem insanı farklı etkiler. Erkenci Kuş ile birlikte hayatınızda farklı sayfalar açıldı mı? Set hayatına, iş arkadaşlığına, oyunculuğa, belki de hayata dair yeni farkındalıklar kazandınız mı mesela? Bu dönem nasıl bir dönem?
Bu dönem aslında, hani okuruz manşetlerde ‘altın çağı’ derler ya; öyle bir zamanda olduğumu hissediyorum işte. İnsanların ne gördüğünden ziyade, ben kendimi o şekilde görüyorum. Çok emek verdim beş yıl boyunca, dolu dolu çalıştım, merdiveni tırmanarak çıktım ve hızlı, güçlü bir geri dönüş aldım. Şu anda gerçekten kendimi altın çağımı yaşıyormuş gibi hissediyorum.

Sette ise çok güzel bir enerji var gerçekten; çok güzel bir dünya kuruldu. Sadece ben değil, bütün ekip bunu yaptı, seyirci de bunun karşılığını çok güzel geri dönüşlerle verdi. Ben de çok şey öğrendim. Heyecanımı durdurmayı öğrendim mesela. Çünkü o kadar elim ayağıma dolandı ki heyecandan. Her iş her dizi bir basamak olduğu için benim için, ‘ben oldum’ asla demedim, demeyeceğim de, ama yine de heyecanımı dizginleme durumunu yaşıyorum. Çünkü en sağlıklı geri dönüşleri bu işimde alıyorum. Bu yüzden Erkenci Kuş’un yeri benim için çok çok farklı.



Bir dizi bittiğinde, karakterle yollarınızı nasıl ayırıyorsunuz? Ayrılık aşaması ne kadar sancılı oluyor?
Aslında ben karakterden önce insanlara bağlanıyorum. Haliyle önce settekilerden ayrılmam büyük bir problem haline geliyor. No:309 çok uzun sürmüştü ve gerçekten çok üzülmüştüm oyunculardan ve set ekibinden ayrılırken. Önce insanlardan ayrılmak bana zor geliyor, sonra şunları bile yaşıyorum; Lale Senem’e göre böyle davranmazdı, Sanem böyle yapıyor ama Lale buna kızardı... Bu şekilde kafamda bir sürü düşünce oluyor. Önceki oynadığınız karakterden sıyrılmak için ara vermeye gerçekten ihtiyacınız oluyor. Kendinizi bile aynada zor gördüğünüz bir çalışma temposunda çalışıyorsunuz çünkü. Bittiğinde ise sadece kendinizle kalıyorsunuz. Aslında bu durum kendinizi biraz hatırlama süreci de oluyor. O da keyifli. Yeni ve heyecanlandığın bir iş geldiğinde ise diğerini bir kenara koyuyorsun ama o yine hep seninle beraber yürüyor...

Tüm yaşadığımız sorunlarda ya da mutluluklarda karşımıza hep çocukluk çıkıyor... Nasıl bir çocukluktu sizinki?
İzmit’in çok küçük bir kasabasında doğup büyüdüğüm için gerçekten özgür bir çocukluk geçirdim. Benim yaşadığım yerde trafik yoktu, bu tarz kötü haberleri görebildiğim zamanlar da değildi, çocuklara olan tacizin hayvanlara, kadınlara olan şiddetin olmadığı, temiz bir zamanda temiz bir bölgede büyüdüm. Ya da biz duymuyorduk. Bunun çok avantajını yaşıyorum. Top da oynadım Barbie bebekle de oynadım, istediğim saatte istediğim gibi dolaşabiliyordum, evime dönüş saatimi sekiz yaşımda bile olsam ben belirliyordum. Bu çok büyük bir özgürlük bence. Kasaba bile olsa tanımadığım tek bir hane yoktu, bu yüzden hata yapma riskim aslında fazlaydı ama geri dönüşü bende çok sağlıklıydı.

Böyle bir yerde büyüyünce İstanbul gibi bir şehir çok zorlamıyor mu insanı? Yoksa tersine iyi mi geliyor?
İlk zamanlarda tabii ki zorluyor. Ama şu avantajı var; tam bir erkek çocuğu gibi büyüdüğün için gece sokakta olmak korkutmuyor. En büyük avantajı hem kız çocuğu hem erkek çocuğu gibi büyümek. Her şeyi yapıyor olabilmek. İstanbul’a geldiğimde de beni tek şaşırtan, ürkmeme sebep olan şey trafikti, kaosuydu, kalabalık olmasıydı. Ama onun dışında cesaretim geçmişten geldiği için o benim için bir avantaj noktasıydı. O yüzden çok mutluyum.



Çocukluk yıllarında ne gibi hayalleriniz vardı? Hayalperest bir çocuk muydunuz?
İnanamazsınız. Hala öyleyim. Ben hala fantastik diziler izlediğimde onların gerçek olduğunu düşünüyorum. Buna mantığım tabii ki dur diyor ama bir yandan da bu dünyanın en keyifli şeyi bence. Çocuk kalabilmek büyümektir aynı zamanda. İşte bunu keşfedebilmek çok önemli. İnanılmaz hayaller kuruyordum. Bir gün avukat uyanıyordum bir gün oyuncu kalkıyordum. Bir gün evin annesi gibi dolaşıyordum bir gün altı yaşında bir çocuk gibi.

Bu da bir çeşit oyunculukmuş aslında...
Evet, fark etmeden ısıtıyormuşum kendimi. En güzeli de, hala bu devam ettiği için çok şanslıyım. Hayallerimin devam etmesi bence en büyük avantajım; hem oyunculukta hem insan olabilmekte.

Bu dönemimin ünlüleri bir 15 yıl öncekinden farklı. O zaman parmakla sayılırken şimdi her gün yeni bir isim ünlü olabiliyor. Siz kalıcı olmak ve işinizi hakkıyla yapmak adına oyuncu ve ünlü kimliğinizi nasıl temellere dayandırdınız?
Aslında çok plan yaparak yaşamadım bu süreci ama benim sadece emin olduğum bir şey var, bir karakteri oynuyorsan anda kalabilmek; o zaten doğru yaptığının kanıtıdır. Kaçan zamanlar olabilir tabii ki ama bence kalıcılık gerçeklikle doğru orantılı. Yani ne kadar sahiciysen, ne kadar gerçeksen, ne kadar andaysan o kadar iyi oyuncu olursun. Çünkü kimseyi kandırmamış olursun. Rol yapmazsın aslında o olursun ve o andasındır. Biraz bunun peşindeyim. Bununla ilgili eğitim alıp da kendimi törpülediğim için, karakter çalışmalarında bunlara dikkat ettiğim için benim cebime kalacak şey hem gerçeklik hem de anda kalabilmek olabilir. Ama şu an bunları söylemek için çok erken.

Güzellik konusunda hiç takıntılı olduğunuz bir dönem oldu mu?
Ben aslında takılmadım buna hiçbir zaman ve bunun aslında özgüven olduğunu da büyüdüğümde anladım. Kendimi garipsiyordum çünkü arkadaşlarım ortaokul, lisedeyken çok fazla makyaj yapardı, ben hala doğru düzgün makyaj yapmayı bilmiyorum. Garipsiyordum kendimi. Uyandığım gibi olayım, öyle dolaşayım, giyineyim, ne iyi hissettiriyorsa beni öyle yapmak istiyordum. Ve etrafıma baktığımda ‘garip bir kız mıyım acaba ben?’ diye düşündüğüm oluyordu. Şu anda da tamamen kendime dönüğüm, o yüzden de bunların peşinde değilim.



Son dönemde üzerine çok düşündüğünüz ve sorguladığınız bir konu var mı?
Aslında şöyle bir şey var; insanları eskiden genel olarak bu iyi bu kötü diye ayırırdım. Şimdi şunları düşünür hale geldim; herkesin bir geçmişi, herkesin bir bilinçaltı var, aslında iyi ve kötü diye bir şey yok, herkes özünde çok iyi. Bu konu benim kafamı gerçekten açıyor ve daha da tazelendiğimi hissediyorum. Artık insanları şu incelemeye sokuyorum o andayken; neden böyle davranıyor, acaba ne yaşamış? Bunları düşünüyor ve sorguluyorum. Bu benim için çok keyifli bir yolculuk; bu sayede insanlara tepeden bakmamayı, insan gibi bakabilmeyi, empati kurmayı öğrenmeye çalışıyorum. Şu an kafamı kurcalayan şeylerden biri bu.

Aşkta nasıl bir dönemdesiniz?
Şanslı. Her şey çok yolunda gidiyor.

Hayat uzun, insan hayatta pek çok kez aşık olabiliyor. Peki sizin için şu an yaşadığınız ilişkiyi farklı kılan ne?
Tamamen sohbet edebilmek, çok şey paylaşabilmek... İlişkimle ilgili en mutlu eden taraf bu; her şeyi konuşuyor olabilmek, hiçbir şey saklamadan, hiçbir şeyden çekinmeden. Gerçekten saf halimizle birbirimizi tanıyor olabilme durumu. Mutluyum şimdi. Ama insan zaten herkesten, her yaşadığı özel ve dostluk ilişkisinden çok şey öğreniyor. Negatif de olsa pozitif de olsa...

Sosyal medyanın günümüzdeki gücü yadsınamazken sizin sosyal medyaya yaklaşımınız nasıl?
Aslında hem negatifini hem pozitifini görebiliyorum. Bana mesajlarını iletmek, sevgisini paylaşmak isteyenleri, eleştirilerini yazmak isteyenleri dikkate alabiliyorum. Arkadaşlarıma yönelik olarak da böyle eğlenceli fotoğraflar, videolar koyuyorum; böylece hem bir ünlü gibi davranıyorum hem de aslında hiç ünlü değilmiş gibi.

Nasıl insanları etrafınızda tutmayı seviyorsunuz?
Pozitif; çünkü çok yoğun bir tempodayım. Boş olduğum zamanlarda arkadaşlarımı hiç yalnız bırakmam ama çalıştığım zamanlarda da hep pozitiflik ararım çevremden. Çünkü oyunculuk, çekimler, ekstra işler zaten yorucu, zaten az uyuyorum, böyle bir tempodayken de biriyle telefonda ya da karşılıklı konuştuğumda benimle neşeli bir ses tonuyla konuşması gerekiyor. Bu da bir mesaj olsun buradan.



Hırs sizin hayatınızda başarıya giden yolda nerede duruyor?
Bence çok önemli ama asıl önemlisi herkesin kendiyle hırsı olmalı. Herkesin yarışı kendisiyle olmalı. Benim bu zamana kadar hep öyle oldu, o yüzden çok mutluyum. Başkasıyla koşuya başladığınızda herkesin kas oranı herkesin yağ oranı farklı olduğu için doğru ve adil bir yarış olmuyor o. En sağlıklısı kendimizle olanı, o da temiz olanı.

Yaş aldıkça en çok neyin daha iyi farkına vardınız?
İnsanın heyecanını hiçbir zaman kaybetmemesi gerektiğinin farkına vardım. O zaman gerçek bir yaşlanma yaşıyorsunuz bence. Her şeye bir mucizeymiş gibi, ilk defa görmüş gibi bakarsak, o heyecanımız ve hayata karşı o yaşama sevincimizi kaybetmeyiz, büyürüz, büyürken de küçülebiliriz. Yine hayal kurmaya çocuk kalmaya bağlı bir durum bu aslında.

Hayalleriniz içinde yurt dışında, yabancı bir dizi ya da filmde oynamak var mı?
Çok küçük bir yerde büyüyüp burayı hayal ettiğim ve olduğu için artık hiçbir şey imkansız gelmiyor bana. O yüzden hayal kurarken artık dikkat etmeliyim diye düşünüyorum hatta. Tabii ki var!

Balenciaga, Gucci, Dior kelimeleri size ne ifade ediyor?
Günlük değiller! Çok özel zamanlarda, özel günlerde içinde süzülünmesi gereken kıyafetler, ayakkabılar bence. Çok spor giyindiğim için fazla modaya uyamıyorum ben; benim için baştan aşağı hazırlanmak için çok özel bir davet söz konusu olmalı.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil