Eşsiz enerji: Deniz Işın

Şüphe uyandırmayan yetenekleri ve eşsiz enerjisiyle etkisi altında bırakan oyuncu Deniz Işın ile geçmişten bugüne, yarından geleceğe uzanan göz alıcı bir buluşma.

Uzun zamandır heyecanla izlediğimiz, içinde bulunduğu her projeyle bizi kendine çeken ve eşsiz enerjisiyle çekim alanından çıkamadığımız ortak bir arzumuz var. Oyuncu Deniz Işın ile bir araya gelmek, onunla konuşmak ve önümüzdeki sayfalarda karşınıza çıkacak anları ölümsüzleştirmek istiyoruz. Kararımız belli.

RÖPORTAJ: BARAN ALIŞKAN
FOTOĞRAF: BATURALP YILMAZ
STYLING: BİLGECAN KOÇANA
SAÇ: REMZİ ATEŞ
MAKYAJ: UĞUR KIRAL
FOTOĞRAF ASİSTANI: MUZAFFER TEMİZ
STYLING ASİSTANI: BARIŞ TAŞDEMİROĞLU
VİDEO: ALTUĞ POŞUL
VİDEO ASİSTANI: BERHAN ŞAHANLI

Sonbaharın belli belirsiz havasının hüküm sürdüğü bir günde buluşmak üzere sözleştikten sonra, o gün geliyor ve aradığımız dengeyi bulmamızı sağlıyor Deniz Işın. İçten gülümsemesine şahit olmak ve takım oyununa müthiş yatkınlığını deneyimlemek yeni bir şeyler yaratma motivasyonu sağlıyor adeta hepimiz için. Bu sırada sohbetimize başlıyor ve yoğun bir temponun arasında doğal olarak gündemimize ‘motivasyon’ kavramını alıyoruz. Hayata dair meydan okumasını ve uyandığında hissettiği ‘o’ motivasyonu soruyoruz. İnsanın her sabah uyanmak için özel bir motivasyona ihtiyacı olmadığını düşündüğünü ve bazen ‘o yastıktan başınızı kaldırasanız gelmez’ fikrini tamamen kabullendiğini söylüyor. Çünkü akışta kalmayı seven ve planlı bir günün dahi sürprizlere açık ihtimallerinden heyecan duyan biri Deniz Işın. Telefonunda kurulu ‘bugünden bir tane var’ isimli alarmı da bunu ispatlar nitelikte. “Her gün biricik ve o gün bizim elimizde. Yalnızca bu bile yaşama motivasyonu için harika bir sebep” sözleriyle devam ediyor sohbetimize ve daha fazla sormak, daha fazla dinlemek için bizi sabırsızlandırıyor. Daha fazla bu hisse karşı koyamayacağımızı anladığımızdaysa art arda sorular sorarken buluyoruz kendimizi. İlk olarak Her Yerde Sen dizisindeki Merve karakteriyle tanıdığımız, bazılarımızın ise çektiği videolarla çok daha öncesinde sosyal medyada tanıştığı; süregelen zamanda İyi Günde Kötü Günde, Sefirin Kızı, Eee Sonra?, Masumiyet, Anka, Bizden Olur Mu?, Aşk Çağırırsan Gelir, Sevmek Zamanı yapımlarında ve bu dönemde Leyla ile Mecnun’da yeteneklerine şahit olduğumuz oyuncu Deniz Işın ile kariyerine ve hayata dair bir buluşma gerçekleştiriyoruz. Yakın gelecekte ise Ölüler İçin Yaşam Kılavuzu filminde ona bambaşka bir dünyada hayran kalacağız. Ama hepsinden önce, bu sohbette bize eşlik etmenizi bekliyoruz…

Hayatınızın nasıl bir dönemine denk geldik, şu sıralar neler yapıyorsunuz?
Aslında biraz karışık bir dönemine denk geldiniz ama iç karışıklık diyebiliriz. Bu aralar çoğumuzda duyduğum bir iç karmaşa var. Kendime daha fazla zaman ayırmaya çalıştığım ama bulunduğumuz koşullar ve işimin yoğunluğu dolayısıyla pek fazla yapamadığım; yine de bu konuda ısrarcı olduğum ve herkesin de olması gerektiğini düşündüğüm bir dönem.

Mühendislik mezunu, yüksek lisans öğrencisi ve özel sektör çalışanıyken; her şeyi geride bırakıp yeni bir kariyere yelken açmayı başarmış biriyle karşı karşıyayız. Bu adeta ‘şans cesurlardan yanadır’ sözünün yaşayan bir ispatı gibi… Bugünden baktığımızda, yeni yolculuğunuzun ilk adımını nasıl hatırlıyorsunuz?
İstemediğim bir rutinin içinde çok mutsuzken ‘insan mutsuzluktan ölebilir!’ diye uyandım bir sabah saat 6’da… O günden sonra bazı değişiklikler yapmaya karar verdim. Sanırım, en net uyanışımdı o sabah.

İki ayrı kariyer, iki ayrı dünya diyebilir miyiz? Oyunculuk kariyerinizle tanıştığınız bu dünya nasıl kodlara sahip?
Mühendislikte teorik bilginiz sağlam olduğunda önünüze çıkan engelleri aşmak yeterince net. Fakat oyunculuk bambaşka ve çoğunlukla soyut bir dünya. Mühendislikte bilgi ve çalışma varsa aşamayacağınız engel yok. Buradaki kodlarda beni en korkutan; ne kadar çalışırsam çalışayım asla temelde ‘2+2=4’ formülünün olduğu bir dünya yaratamayacağım olduğuydu. Her gün, her an sürprizlerle dolu zaten hayatta ama oyunculukta bu sürprizleri işinize entegre etme şansınız da var. Hem çok zor hem çok keyifli.


“İnsan bazen özgürce çocuk olabildiği yere sığınmalı. Ben sevginin ömür uzattığına inanıyorum. Herkes herkesi sevmek zorunda değil ama fırsatı varsa sevdiklerinin yanında olmayı seçmeli.”

Hazır iki ayrı dünyadan bahsetmişken, İzmir’de doğdunuz ve yıllarca orada yaşadınız. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, o yıllarınızdaki deneyimlerden bugüne hangi miras kaldı? İstanbul’da yaşamaya ne kadar alıştınız?
Öncelikle İstanbul’da yaşamaya hala alışamadım. Burada her şey fazla hızlı geliyor bana bazen ama İzmir de yavaş kalıyor ruhuma. Belki de hayallerimi henüz devreye sokmadığımdandır. İzmir’de yaşarken çocukluğum özenilecek yaz tatilleriyle geçti diyebilirim. Buradayken en çok özlediğim şey İzmir’deyken hop diye bir anda Türkiye’nin en güzel sahillerine gidebilmek. İstanbul’da bu maalesef çok zor, hele ki zaman kavramı sürekli belirsiz bir iş yapınca daha da fena… Çocukluğumda en çok özlediğim şeyler saatler süren misafirlikler, ailece yaptığımız hafta sonu gezmeleri, yaz tatili hazırlıkları, en yakın dostluklarım. Tabii tüm öğrencilik yıllarım da İzmir’de geçtiği için akademik kariyerimi de hatırlattığı gerçeğini es geçemem. Çalışkan ve başarılı olmayı kafaya takmış bir öğrenciydim, şimdiye göre oldukça utangaç da bir çocuktum. İnsan kendindeki uçtan uca şifreleri çözdüğünde içinden neler çıktığına inanamıyor. Lise ve üniversite zamanlarımı Alsancak’ta, kordonda deniz kokusuyla geçirdiğimi düşününce; İzmir benim için ‘deniz ve güven’ demek sanırım.

Ekşisözlük’te sizin hakkınızda “Yüzünde sürekli olarak ‘bir şeyler dönüyor ama dur bakalım’ ifadesi bulunan aktris” sözlerine yer veren bir entry var. Sahiden, çevrenizde olan bitenlere karşı böyle bir yaklaşımınız var mı? Şüpheci biri misiniz, yoksa daha akışına bırakan biri mi? İyi bir gözlemci mi, yoksa anı yaşayan biri mi?
Zaten sürekli bir şeyler dönmüyor mu etrafımızda… Bu entry’i duymamıştım hiç. Beni yakından takip etmiş biri anladığım kadarıyla çünkü gözlem yapmayı çok severim bence oyunculuğun da en önemli ögelerinden biri. Sadece Deniz olarak da insanları izlemeyi hep severdim. Aslında özellikle ‘hmm neler dönüyor acaba burada?’ diye gezmeseniz bile içinizde varsa kendinizi bir şeyleri sorgularken ya da fark ederken bulabiliyorsunuz. Ben bu özelliğimi fazlasıyla seviyorum. Akıştayken gözlem yapmak güzeldir, insanı ayık tutar. ‘An’ın gözlemcisi olmaya çabalıyorum diyelim.

Instagram ve Scorp sayesinde başka karakterlere hayat verme konusundaki başarınıza zaten aşinaydık. Fakat senaryoya bağlı bir rolde, onunla ilk tanışmanızda nasıl bir ilişki kurduğunuzu merak ediyoruz. O karaktere kattıklarınız ve ondan öğrendikleriniz oluyor mu? Nasıl bir role hazırlık süreci geçiriyorsunuz?
Kesinlikle her karakterde hem karşıma çıkan insanlarla hem de kendimle ilgili öğrendiğim fark ettiğim çok şey oluyor. Zaten Instagram’a ve Scorp’a video çekerken de gözlemlerimden yola çıkıyordum. Senaryoya bağlı olması aslında sınırları belirli bir durum olduğu için çalışma konusunda çok daha güvenli bir alan. ‘Bu karakter bunu yapmaz’ klişesinden tamamen uzak söylemek istediğim ama ‘bu karakter bunu nasıl yapar?’ soruları işini, oyuna ve tecrübe değerlendirmesine sürüklüyor insanın. Mesleğimin getirdiği arayışları çok seviyorum.

Bir adım geriden baktığımızda 2022 yılının sizin için çok yoğun geçtiği her halinden belli oluyor. Anka ve Aşk Çağırırsan Gelir filmleri; Bizden Olur Mu?, Sevmek Zamanı ve Leyla ile Mecnun dizisi… Böylesi bir tempoda, birbirinden farklı bu işlerde yer almayı nasıl yorumluyorsunuz? Tüm bu projeleri nasıl hatırlayacaksınız, sizin için ne anlam ifade ediyorlar?
Hepsi ayrı ayrı gözümün nuru. İçselleştiriyorum işlerimi ve bundan imtina etmiyorum hiç. Öyle olması bana kendimi daha güvende hissettiriyor. Elimden geldiğince oynayacağım karakterlere yaklaşmaya çalışıyorum ve bu çok keyifli. Evet, yoğun bir yıl geçirdim; baya bir yoruldum da tabii çünkü bambaşka karakterlere kısa aralıklarla bürünmek bazen kafayı karıştırabiliyor. Böylesi güzel işlerde, böylesi önemli karakterlere hayat vermiş olmak da işimi yapmaya sürekli devam etme motivasyonum.

Türk televizyon tarihinin önemli yapımlarından biri olan Leyla ile Mecnun’un hikayesini yeni bölümlerle sürdürüyorsunuz. Leyla ile Mecnun gibi kendine has bir yapımda yer almak, Leyla gibi hayranlarının bakışları üzerinde olan bir karaktere hayat vermek size mesleki anlamda ne kazandırdı ve sizde nasıl bir dönüşüm yarattı?
Bu kadar iyi bir oyuncu kadrosuyla ve türünün tek örneği olan bir işte çalışmak hata kabul etmez bana göre. Muazzam bir matematiğe ve aynı anda doğallığa sahip Leyla ile Mecnun. Komedi yapmayı her zaman çok sevdim ve Türkiye’deki komedi seyrini başka bir yere getirip derinleştiren bir işte olmak benim için büyük mutluluk ve eğitici bir süreç oldu. Çok değerli sanatçılar çalıştığım insanlar. Her gün her birinden hem mesleki hem de hayata dair bir sürü şey öğrendim ve öğreniyorum. Tabii en çok korkutan kısmı hafızalara kazınmış bir ekip ve hikayeye sıfırdan dahil olmak oldu. Çok şükür ki seyircilerden çok güzel geri dönüşler aldım. İçimden gelen hislerden vazgeçmemek, yine karakterimi sahiplenmem ve elimden gelen her şeyi ortaya koymam konusunda bana çok faydalı oldu.

A Guide to Living for the Dead (Ölüler İçin Yaşam Kılavuzu) etkileyici fikriyle şimdiden birçok meraklı bakışı üzerinde topladı. Bu bakışlar arasında Cannes Film Festivali de var. Yakın gelecekte vizyona girmesi beklenen ‘kılavuz’u başrolünden, ‘Deniz’ karakterinden dinleyebilir miyiz?
Ölümün kıyısında korkusuzca gezmek, kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını bilmek de Deniz’in yaşama motivasyonu. Bu motivasyonla karşısına çıkan her engeli aşmak da yaşam amacı. Korkmak o kılavuzda yok gibi görünüyor ama en korkusuzu bile korkusuz yapan derin bir korku var mutlaka. Deniz’in artık korkmaya niyeti yok. İsminden de anlaşılacağı üzere paradoksun ortasında kendi kılavuzuyla yaşamayı kafaya koymuş ve ‘zaten bir yerlerde öldüm, o nedenle yaşamalıyım!’ diyen bir karakter Deniz.


“Bir rutinin içinde çok mutsuzken ‘insan mutsuzluktan ölebilir!’ diye uyandım bir sabah saat 6’da… O günden sonra bazı değişiklikler yapmaya karar verdim. Sanırım, en net uyanışımdı o sabah.”

İki başarılı projeyi, ‘Eee Sonra?’ ve ‘Bizden Olur mu?’ yapımlarını göz önünde bulunduruyoruz ve soruyoruz: Deniz Işın’a göre, ideal ilk buluşma nasıl olmalı?
Bence ideal ilk buluşma; ilk buluşma olduğundan haberimizin olmadığı bir buluşma. İlk karşılaşmalarımız bana göre birçok ipucu veriyor. Spontane olan, nasıl aktığının farkına varmadığın ve karşında dururken bile gözlerinin o insanı aradığını fark ettiğin bir karşılaşmadır bence ideal ilk buluşma. Bazen çok da zorlamaya gerek yok…

Peki, romantik ilişkilerde nasıl birisiniz? Romantik bir aşık mı, yoksa iyi bir yol arkadaşı mı?
Ben romantik bir aşığım diye hatırlıyorum ama baya bir zaman oldu romantik bir ilişki yaşamayalı. Yaş ve zaman ilerledikçe insanın ilişki anlayışı da değişiyor, daha seçici oluyorsunuz. Bu bazen umutsuzluğa da sürükleyebilir insanı ama unutmayalım ki yaptığımız her seçimi kendimiz için yapıyoruz aslında. Kendi iyiliğimiz, kendi refahımız için. Mümkünse iyi bir yol arkadaşlığıyla harmanlanmış ama romantizmi ve heyecanı da kaybetmeyen bir ilişkide olmak niyetim. Benden aşık bir yol arkadaşı olur.

Yeni biriyle tanıştığınızda yani ilk bakışta, o kişinin nasıl biri olduğuna hangi kriterlere göre karar verirsiniz? O kişi sizin nazarınızda sıfırdan puan mı toplamalı, yoksa otomatik yüklenen kredisini mi tüketir?
Aslında insanları sıfırdan başlatmak gerektiğini söyleyenler artık daha fazla ama ben o kadar da umutsuz olamıyorum. Herkes, her an her şeyi yapabilir ve her an her şey olabilir algısını unutmadan tanıştığım kişiyi ortalama bir pozitif değerden başlatıyorum sanırım. Bence bir insanı tanımanın en güzel yolu, kendinden nasıl ve ne kadar bahsettiğine bakmak. Başlangıçta kendiyle ilgili küçük doneler iyidir ama o sohbet bir otobiyografiye, ‘bak ben şöyle iyiyim, böyle hoşum’ gibi bir kendine övgüye dönüşüyorsa sıkıntı… Tabii özgüven bambaşka bir şey. Özgüveni yerinde olan insanlarla sohbet etmek bana göre hem ilham verici hem de çok çekici. Her şeyin bir dengesi var burada da olduğu gibi. Olgunluğu genelde yaşlılık, oturaklılık gibi algılıyoruz ama dengeyi sağlayabilmekten başka bir şey değil bana kalırsa.


“Akıştayken gözlem yapmak güzeldir, insanı ayık tutar. ‘An’ın gözlemcisi olmaya çabalıyorum…”

Bir röportajınızda bencillik ile ilgili bir açıklamada bulunmuştunuz. Bencillik konusunda düşüncelerinizi değiştiren ve aslında bunun ‘kendini sevmek’ olduğunu anladığınız ve ikisi arasındaki ayrımı çok daha net yapabilmenizi sağlayan anda neyi fark ettiniz?
Anneannemin hastalığının ilerlediği dönemde birkaç cümleyi tekrar ederdi. Bir yerden sonra insan maalesef dinlememeye başlıyor. Ben de çok önemli bir kısmı atlamışım anneannemin söylediği: “Deniz kendini sev, bu bencillik değil!” Yıllar sonra hayatımın ruhsal olarak yoğun değişimler yaşadığım döneminde bu cümle tekrar çaktı kafamda. İnsan bencil olmasın diye ya da bencillikle suçlanmasın diye farkında olmadan kendinden anlamsızca o kadar çok şeyi feda ediyor ki. Sevilmek uğruna, onaylanmak uğruna… Halbuki ne kadar kalabalık olursanız olun, günün sonunda kendinizden başka kimseniz yok. İnsanın en iyi dostu kendisi olmalı. Etrafında kimseye yapamadığı kötülüğü kendine yapabilme gücü olan bir varlığız. Ama kendine ufacık bir sevgi verdiğinde, çevresine sevgi seli de olabilen bir varlık bu. Fark edişler için hiçbir zaman geç değil yeter ki arada şöyle bir durup ‘aferin bana’ deyip kendi sırtını sıvazlamayı unutmasın insan.

Hayatınız boyunca en sık karşılaştığınız klişe düşünce ne oldu? Onunla mücadele ediyor musunuz, yoksa kendi haline mi bıraktınız?
Genelde görsele dayalı klişeler çok sinirimi bozuyor benim. Kırmızı ruj sürdüysen göz makyajın hafif olmalı, bir kadın oyuncu olarak her zaman fit olmalısın, erkek dediğin kaslı olmalı, sokakta öpüşülmez, çocuklara kötü örnek oluyorsun, o tişörtün altına o etek olmuş mu, sandaletin içine çorap giyilmez ve daha niceleri gibi… ‘Herkes ne istiyorsa onu yapsın’cıyım ben. Kimseye zararım dokunmadığını düşünerek pijamayla sete de gidiyorum, kilo da alıp veriyorum, kıpkırmızı rujumu sürüp mini eteğimi de giyiyorum. Bu hayata birilerine örnek olma sorumluluğuyla gelmedim. En büyük sorumluluğum kendime.

Çoğumuzun kimse bakmıyorken yaptığı kendine has ‘yalnız ve gizli hareketleri’ vardır… Siz kimse yokken, tek başınıza ve konfor alanınızdayken nasıl birisiniz?
Ben yalnızken şarkı söylemeyi ve dans etmeyi çok seviyorum. Aynanın karşısına geçip saatlerce klip çekebilirim. Lisedeyken kız arkadaşlarımla ‘Hepsi’ grubunun şarkılarına klip çekerdik. Müzik, dans, oyunculuk ruhumu besliyor bunlar hep. Herkes düzenli yapmalı bence.


“Bir insanı tanımanın en güzel yolu, kendinden nasıl ve ne kadar bahsettiğine bakmak.”

Sizi tam olarak mutlu hissettiren o anda, nerede ve ne yapıyor oluyorsunuz?
Bu zamana bağlı değişiyor aslında. Mesela şu anda gerçekten kısa bile olsa sessiz, sakin, kaostan arınmış bir tatile ihtiyacım var. Ailemi çok özledim, onlarla uzun süredir görüşemiyorum. İnsan bazen özgürce çocuk olabildiği yere sığınmalı. Ben sevginin ömür uzattığına inanıyorum. Herkes herkesi sevmek zorunda değil ama fırsatı varsa sevdiklerinin yanında olmayı seçmeli. Daha önce de bahsetmiştim; aşk her şeye, herkese duyulabilen muazzam bir duygu. Beni ayakta tutuyor. Aşkımı işimle, hayatımdaki insanla, ailemle, yaşadığım yerle, kedilerimle, çiçeklerimle, değdiğim ve dokunabildiğim her şeyle yaşadığım sürece orası benim cennetim olur.

Tam da şu andan geçmişe baktığınızda hangi doğru bildiğiniz yanlışla yüzleştiğinizi fark ediyorsunuz?
Etrafımı memnun etmeye çalışırken kendimi unutmuşum bir süredir. Yoğun çalışırken ve sürekli değişen kalabalıklar içindeyken insan kendini dinlemeyi unutuyor. Fedakarlıklarla bir şeyleri elde edebileceğimizi düşünürdüm. Fakat asıl olan, olduğunuz gibiyken olanlara sahip çıkmakmış. Sevilme, beğenilme arzusu çoğumuzda var; insan sevgiden beslenir ama bu sürekli verici olarak alınabilecek bir şey değil. Ne bir döviz kuruna tabi ne de bir arz-talep ilişkisi güdüyor. Mekanik bir alışveriş olarak bakmamak lazım sevgiye. Karşılığını içimizde bulduğumuz bir şey. İnsanın öz sevgi arayışı ve çabası hiç bitmemeli. Kendini aramayı sürdürdükçe kendinize olan sevginizi seven insanlarla karşılaşıyorsunuz. Bence en saf olanı da bu.

Yakın gelecekteki ajandanızda şimdiden hangi notlar var öğrenebilir miyiz? Gelecekte hangi projeler aracılığıyla buluşacağız?
Şu anda Leyla ile Mecnun’un dördüncü sezonunu bitirdik. Yakın gelecekte yıllar sonra tiyatro yapma şerefine nail olacağım; çok güzel bir eserle hem de. Biliyorsunuz, bizim işler biraz spontane gelişebiliyor bazen. Ne olacağı hiç belli olmaz… Bu kez dinlenmeyi de unutmadan ama yine tam konsantrasyonla işimin başındayım gibi gözüküyor.

Stilinizin sizi ifade etme noktasında nasıl bir rol üstlendiğini düşünüyorsunuz? Kendine yakışanı giyenlerden misiniz, yoksa trendlerden ilham alan bir stil anlayışınız mı var?
İşim gereği zaten tarzımın ve rahatımın dışında giyindiğim oluyor bazen. O nedenle sürekli şık hissetme gibi bir derdim yok günlük hayatımda. Hatta olabildiğince özgür giyinmeyi çok seviyorum. Uyum içerden geliyor bence. Ben iyi hissettiğim sürece rengi, modaya uygunluğu, kalıbı çok da umurumda olmuyor. Trendlerden rahatıma uygun olanı varsa kendimle harmanlayıp yine klişelerin dışında giyiniyorum sanırım.

Sporla aranız nasıl? Düzenli bir egzersiz programınız var mı?
Açıkçası sporu da canım istedikçe yapıyorum. Spor geçmişim küçüklükten beri olduğu için uzun aralar versem de kolay adapte oluyorum. Bazen pilates, bazen fitness, bazen de evde birkaç bölgesel hareketle enerjimi dengelediğim oluyor. Onun dışında, haftada 3-4 gün ortalama bir saat yürümeye özen gösteriyorum.

Mutlaka gerçekleştireceğimiz bir başka buluşmada size sormamız için hangi soruyu şimdiden not almalıyız? Gelecekteki size bir soru bırakabilir misiniz?
Kendimi şimdiye kıyasla daha çok sevmeyi öğrenip öğrenmediğimi, her şeyin olması gerektiği gibi yolunda olduğunu ve kabul enerjisine tamamıyla geçip geçmediğimi sorarsanız çok müteşekkir olurum. Uzun bir cevabım olur eminim.

TEK BAKIŞTA

  • Sonbaharda nasıl hisseder?
    Ferah.
  • Nerede kendini dinler?
    Deniz kenarında.
  • Neyi unutamaz?
    Aldığım riskleri.
  • Neyi hatırlayamaz?
    Evdeki Wi-Fi şifremi.
  • Başarıyı nasıl kutlar?
    Yalnızken sevinç çığlıkları attığım oluyor.
  • Eleştiriyi nasıl karşılar?
    Mutlaka dikkate alırım.
  • Övgülere nasıl tepki verir?
    Eskiden reddederdim ama şimdi teşekkür etmeyi öğrenmeye çalışıyorum.
  • En çok ne dinler?
    Her şeyi dinlerim. Bu aralar Şebnem Ferah’ın 10 Mart 2007 tarihli İstanbul konserini tekrar tekrar dinliyorum.
  • Neyi yemekten bıkmaz?
    Annemin zeytinyağlı yaprak sarması. Annemin bütün yemeklerini sonsuza kadar yiyebilirim.
  • Dostları ona nasıl seslenir?
    Aşkım, bebeğim, bir tanem… Birbirimize bütün sevgi sözcüklerini doya doya söylüyoruz.
  • Başucunda hangi kitap var?
    Piraye-Seyir.
  • İlhamını nereden alır?
    İnsanlardan.
  • İmza aksesuarı nedir?
    Piercing’lerim.
  • En çok kimi arar?
    Çalıştığım zamanlarda beni almaya gelen prodüksiyon ekibindeki arkadaşlarımı ve bazen terapi seansı gibi bazen de kahkaha atmaktan konuşamadığımız uzun telefon sohbetlerimiz için en yakın dostlarımdan biri olan Fatih Özkan’ı.
Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil