Güler yüzlü ada

Karayipler'in tropik adası Dominik’e gitmek üzere yolculuğa başladığımız sabah saatlerinden, geri dönüş için uçağına binişimize kadar heyecan duygusu zirvedeydi. Ne de olsa Survivor yarışmasının yapıldığı o bakir topraklara ilk gelişimizdi…

Yazı: Oben Budak

Güzel tatil nasıl bir şeydir, diye bir soru sorulsa hemen cep telefonlarımızın kapalı olduğu, kimsenin bize ulaşamadığı, gözlerden ırak bir tatil hayaline bürünebiliriz. İnsan yapamadığı şeylere özlem duyarmış tabii de şarjı bittiğinde krize giren günümüz insanı, telefonu kapatıp tatile çıkma konusunda ne kadar başarılı olur onu bilemem. Ben şahsen telefonunun şarjı bitmesine yakın oldukça gergin olanlardanım. Ama çekim alanı dışındaysam da konuyu olgunlukla karşılayacağım için sorun edebileceğim bir şey kalmaz açıkçası. Dominik yolculuğuna da aynı bu hisle çıktım; bazen hayattan kopmalar olabilir Oben, alıştır kendini.

Survivor’ın ana sponsoru Lenovo’nun düzenlediği Dominik seyahati başlangıç noktası İstanbul’dan itibaren heyecan doluydu. Aktarmanın yapılacağı Madrid’e ulaştığımızda 6 saatlik bekleme süresini şehir merkezine giderek atlattık. Normal şartlarda güvenlikten geçmek, geri dönüşte pasaport kontrolüne yeniden girme telaşesi gözümde büyüyen kavramlardır ama Madrid Havaalanı’nın şehir merkezine yakın olması bu sorunu dert etmemek konusunda bana güç verdi. Metroyla 15 dakika, taksiyle 20 dakika içinde şehir merkezi Puerta del Sol’de oluyorsunuz. 20 dakikalık taksi ücreti ise çok ölümcül değil: 30 euro.

Kısa Madrid turu sayesinde yeniden havaalanına döndüğümüzde 8 saatlik Dominik yolculuğuna hazır kıvama gelmiştik. Air Europa ile yapılan sorunsuz yolculuktan sonra Las Americas International Havaalanına indiğimiz zaman bir şeylerin değişik olduğunu anlıyorsunuz. Saat 21.00 civarı Santo Domingo’ya inen uçağımızı yaz sezonunun başlarında olduğumuz için yumuşak bir hava karşıladı. Hani tropikal bir adaya inmişsin, nemden, sıcaklıktan kavrulmayı bekliyor insan ama hiç de öyle değil. Mayıs başında Antalya’da hissettiğimiz sıcaklık gibi dayanılabilir ve hatta insanın ruhuna iyi gelen bir havayla Santa Domingo bizi karşılıyor. Havaalanı hakkında izlenim toplamaya çalışıyorum ama havaalanından çok otogar görüntüsüne sahip olan bir yerle karşılaştığınız için çok fazla oyalanmamakta yarar görüyoruz. Çünkü asıl ulaşmak istediğimiz Samana şehri bulunduğumuz yerden 2.5 saatlik bir araba yolculuğu gerektiren bir uzaklıkta. Saat farkından dolayı vücut saatimiz sabahın 5’inde ama erken uyanmamak için biraz bu saatte uyumak olmaz. Ne güzel ki yeni bir ülkedeyiz, Yen’i atmosferler göre göre Samana’ya varırız herhalde diye düşünüyoruz. Ve o an Dominik’in bir tropikal ada olduğunu hatırlatan, burada diğer ülkeler gibi temel ihtiyaçların bazen lüks kalabileceğinin hatırlatması ilk kez yapılıyor. Yola çıkıyoruz ama yolların sadece arabanın farı ve yıldızlar ile aydınlatıldığını fark ediyoruz. Sokak lambası olmayan bir adada olduğumuzu anlıyoruz, hatta hatırlıyoruz. Çevreyi izleyerek geçirmeyi planladığımız Samana’ya kadar olan yol haliyle bitmek bilmiyor. 7 saatlik Madrid-Santa Domingo yolculuğunda her şey konuşulup bitirilmiş. Heyecan içinde otelimize kavuşup filmlerde gördüğümüz ananas içinde yapılan kokteyllerin içine düşmek istiyoruz. Ama yolda geçirdiğimiz iki saat süresince Türkiye saati sabaha karşı yedi civarına ulaştığı için beynimiz sulanmaya başlıyor ve lobiden anahtarı alarak odamıza gitmeye çalışıyoruz. Nasıl uyuduğumu bile bilmeden yatağa gömülüp gözlerimi kapatıyorum. Nerede olduğumu bile umursamıyorum açıkçası…



Sabah saat altıda başka bir ülkede olmanın heyecanı ve yarı bulanık zihnimle birlikte uyanıyorum. Biraz daha uyumalı mıyım yoksa kalkıp güne mi başlamalıyım tam olarak karar veremiyorum ama içimden bir his pencereden bakmam için dürtüyor beni. Perdeleri açtığımda karşıma çıkan palmiyeler, eşsiz uçsuz bucaksız deniz manzarası beni öyle bir çağırıyor ki mayomu üzerime geçirip çıplak ayakla plaja doğru koşuyorum. Açıkçası hiçbir zaman sabah erken kalkıp denizin keyfini çıkartanlardan biri olmadım ama yeni bir ülkede olmanın heyecan kontenjanından yararlanıp 6.30’da denize giriyorum. Ortalıkta sabaha karşı denize vuran deniz kabuklarını toplayan tonton teyze ve benden başka kimse yok. Kaldığımız otel Wyndham Hotel Survivor’daki ödül yarışlarının yapıldığı kumsala yakın olduğu için gözümün biri de etrafı kesiyor tabii. 2002’de New York’a ilk kez gittiğim zaman yaşadığım şok var zihnimde. Orada bu kadar fazla gökdeleni görünce neye uğradığımı şaşırmıştım. Dominik’te gördüğüm ise gözlerinizi alamadığınız doğal hayatın güzelliği…

AT SIRTINDA ŞELALE YOLCULUĞU
İlk günümüzün sabahında tropikal meyveler ağırlıklı über lezzetli bir kahvaltı yapıp El Limon şelalesine gitmek üzere yola çıkıyoruz. 20 dakikalık bir yolculuğun ardından tatlı bir köyde mola veriyoruz. Şelale maceramız da tam bu noktada başlıyor. İsterseniz ata binerek isterseniz yürüyerek gidebilirsiniz deniliyor ama şelale yolunun ata binmeden 1.5 saatte alındığını öğrenince mecbur ata biniyoruz. Ata binmek için özel kıyafet gerekiyormuş. Yani aslında kıyafet değil de ayakkabı. En sevmediğim model olan bileklikli terlikler bu iş için en uygun olanı galiba, bir daha gitsem öyle bir ayakkabı edinirdim. At üzerine alışmaya başlarken bir yandan da hala aklım terliklerde. Daha önce ata binmemiş biri olarak nasıl idare edeceğimi bilmiyorum fakat yerel rehberimiz Ariel sayesinde olayı kısa sürede çözüyorum açıkçası. Atlar genel olarak liderini takip eden hayvanlar olduğu için yarım saatlik zorlu bir yolculuk sonrasında kazasız belasız şelaleye ineceğimiz bölgeye geliyoruz. Atla başladığımız yolculuğa yürüyerek devam edecek olmak zorluyor tabii ama şelale uzaktan o kadar güzel gözüküyor ki bir an önce ulaşıp yüzmek istiyor insan.



CENNETİN DÜNYA ÜZERİNDEKİ VERSİYONU; BACARDI ADASI
Bir tam günü geçirmeyi planladığımız Bacardi Adası’na gitmek için Sanama Marina’ya kadar yarım saatlik bir yol geçirdik. 15-20 gemilik mini marinada kiraladığımız tekneyi bularak yerleştik. Bacardi Adası’na giden tekneler biraz hızlı gittiği için kendinizi heyecana alıştırmanız gerekiyor. Yaklaşık yarım saat süren yolculuğun ardından adaya yaklaştıkça fark ettiğimiz zümrüt yeşili sahile bakıp şok geçirdik. Filmlerde gördüğümüz ada konseptinin bu kadar göz kamaştırıcı olabildiğini hesaplayamıyor insan. İsterseniz adanın tek oteli olan Luxury Bahia Principe’ın restoranında, isterseniz adaya has yemekleri bulabileceğiniz salaş mekanlarda yemek yiyebiliyorsunuz. Ama adanın asıl olayı, gözlerinizi alamadığınız güzellikteki denizi. Yerel adı Cayo Levantado olan adada alışveriş yapabileceğiniz küçük bir çarşı bile var. Beni adada en çok Hindistan cevizi ya da ananasla yapılan kokteyller ilgilendirdi doğrusu. Barmen hemen yanınızda ananasın tepesini kesip içini boşaltıyor ve bir güzel romla dolduruyor. Sonrasında palmiyelerin altında oturup keyfinize bakıyorsunuz.



SAMANA MERKEZ NEREDE HERKES?
Gündüz doğal hayatla yaşanılan maceralardan dolayı canınız çok da gece hayatı aramıyor ama bir gün canımız eğlenmek istedi ve Samana şehir merkezine indik. Seçtiğimiz gün salı olunca etrafta kimseye rastlayamadık doğrusu. One Love adındaki bar çok güzel gözükse de bir kişi bile olmadığı için girmedik. El Mosquito adındaki diğer mekan ise nispeten daha kalabalıktı. Yerel biraları deneyip, sohbet edebileceğiniz mekan bize iyi geldi. Sabaha kadar giden çılgın geceler yaşamak için pek uygun bir yer değil Samana. Bir diğer mekanda dışarıda sohbet ederken pat diye kepenkleri kapadılar! Biz o sırada dışarıdaydık, içeri girip içkilerimizi alıp çıkmak zorunda kaldık. O saatte tüm taksiciler uyuduğu için geri dönmekte zorlandık. Yoldan geçen bir motosikletliyi durdurup bize yardım etmesini söyledik. Bu gibi durumlar için otelden araba ayarlayıp şehre gelmek en mantıklısı.



BİRAZ DA ŞEHİR HAYATI
Doğal hayatı, güzelim denizi istemeye istemeye bırakıp, dönüş yoluna başladığımız gün erken kalkıp şehir hayatını görmek için başkent Santo Domingo’ya gidiyoruz. Christopher Colombus’un yeni dünyayı keşfettiğinde adım attığı ilk yer olan Dominik’in başkenti çok samimi. İlk önce şehirle özdeşleşen turistik tren yolculuklarından birini alıyoruz. Küçük bir şehir olan Santo Domingo’da görülecek yerler birbirine çok yakın olduğu için yarım saat süren bu turu almak iyi fikir aslında. Tabii vaktiniz varsa yürüyerek de gezebileceğiniz yerler olduğunu da belirteyim. Cetadral Primada de America, Las Damas Sokağı, Çin Mahallesi derken şehir hakkında iyi kötü fikrimiz oluyor. Samana’da doğal hayatı yaşadığımız için buradaki tarihi doku beni çok etkiledi. Etrafta sürekli eli silahlı korumalar görmek içinizi bir tuhaf etse de suç oranının düşük olduğunu bilmek içinizi rahatlatıyor.



NOTLAR
• Adaya girmek için uçakta verilen bir formu doldurup onunla beraber kapıdan 20 dolar karşılığında vize alıyorsunuz.
• Dominik Adası Atlas Okyanusu'nun Karayip Denizi bölgesinde olup, üzerinde Dominik Cumhuriyeti ve Haiti isimli 2 ayrı ülkeyi barındırmaktadır.
• Ormanda, şelalede gezmek iyi de biraz dikkatli olmakta yarar var. Yerlerin fazlasıyla çamurlu olduğu şelale yolunda kaymamak için çıplak ayakla yürümenin bedelini yeşilliklerden egzama kaparak ödedim.
• Dominik halkı fazlasıyla güler yüzlü ve cana yakın. Dilinizi anlamasalar bile bir şekilde yardım etmeye çalışıyorlar. İngilizce bilen sayısı çok az. Ana dilleri İspanyolcayı aksanlarından dolayı biraz zor anlıyorsunuz.
• Çok fakir bir ülke olduğu için yanınıza bozuk para (dolar) almanızı tavsiye ederim. Küçük çocukları sevindirmek için de sakız-boyama kalemi gibi hediyeler fena olmaz hani. Çok fazla aç sokak köpeği var, yanıma mama almadığım için çok üzüldüm.
• Ülke genelinde güvenlik ellerinde tüfekli özel ekipler tarafından sağlanıyor. Yolda trafik çevirmesi, alkollü araba kullanmak gibi bir suç yok. Lamba aydınlatması olmayan yollarda geceleri araba kullanmak isteyeceğinizi sanmıyorum.
• Ağustos-ekim ayları arasında Dominik’te kasırgalar görülebiliyor. Bu nedenle tatil planınızı bu aylar dışında bir zamanda almanızda yarar var.


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:
Barış ve huzura merhaba LaPaz yazısı için TIKLAYINIZ

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil