Işıltılı gözlerin ardında...

Onun adı güç. Onun adı aşk. Onun adı enerji. Onun adı umut. Onun adı cesaret: Ceyda Düvenci

Röportaj: Ece Üremez
Fotoğraf: Serhat Hayri

Ceyda Düvenci, dokunduğu ve baktığı her noktayı gözlerinden saçılan ışıkla değiştirme, geliştirme ve iyileştirme gücüne sahip. Böylesine özel bir ismin bir kadın olarak portresi takdimimizdir.

ÖYLE BİR KADIN VARDI Kİ KARŞIMDA ONU ANLAMAK DA ANLATMAK DA KOLAY DEĞİL. Hayatın tüm kartlarını baştan oynayıp çabuk olgunlaştırdığı ama onun her şeye rağmen içindeki küçük kızı yeniden büyütmeyi seçtiği bir hikaye onunki. En ciddi olduğu anlarda dahi hissediyorsunuz aslında Ceyda hep biraz çocuk kalmış, bilerek ve isteyerek… Aşk onun hayatının hep tam merkezinde olmuş. Yanlış anlaşılmasın sadece kadın-erkek arasındaki aşk değil bahsettiği. Hayatının her anına, her durumuna, her varlığına duyduğu aşk. Sevgiyle yaklaşıyor her şeye ve sevginin mucizeler yaratabildiğini bir kez daha kanıtlıyor uyandığı her sabah. Pozitif enerji içinde o kadar güçlü akıyor ki neredeyse gerçek enerjiye dönüştürülebilecek kadar somut bir hal almış. Onun yanında olan kimse için korkuya yer yok, sadece ışık var, renk var, gülümsemek var. Bir de inanç kavramı onu tanıtan doğru kelimelerden. İstediklerinizin, hayal ettiklerinizin gerçek olacağına inanmayı seçmek kolay değildir, ancak bunu başarabilenler bir eser ortaya çıkaranlardır. Tıpkı Ceyda’nın en güzel eseri, aşkı, biriciği, kızı Melisa gibi. Siz hiç durmadan koşmak nedir bilir misiniz ya da bir an olsun yorulmadan ayakta dimdik durmak? O biliyor. Geceleri yatağına yattığındaysa 15 yıldır sık sık kollarını açıp uçtuğunu görüyor. O anlamına kafa yormasa da benim için bu rüya Ceyda’nın melek enerjisinin en mecazi kanıtı. Konu çocuklar olduğunda da o kadar güzel hedefler koymuş ki kendine, kaynaştırma eğitimi hakkında ülkemizdeki gerçeği, eksiği, yetersizliği görüp harekete geçmek için var gücüyle çalışıyor. ‘Her şeyin bir sebebi olduğunu biliyorum’ diyecek kadar realist, ‘Her şey çok güzel olacak’ diyecek kadar samimi, ‘Hayatı karşılık beklemeden yaşarım’ diyecek kadar fedakar, ‘Sadece içinde olduğumuz an önemli’ diyecek kadar cesur olan bu kadının gözlerimin içine bakarak, içtenlikle anlattıklarını birçok kez durup defterime not almak istedim, aldım da. Röportajın sonunda ise bu yazıyı okuyan herkese iyi gelmesi dileğiyle, onun deyimiyle bir ‘olumlama duası’ yazmasını istedim. Kendi el yazısıyla paylaştığı bu dua, her sabah tekrarlayarak güne başlamamız ve mucizeler yaratmamız için Ceyda’nın bize hediyesidir. Yatağınızın başucundan ayırmayın, farkı göreceksiniz. Şimdi, Bülent Şakrak ile henüz evlenerek yepyeni bir dönemin başlangıcında olan Ceyda’yı sadece bir kadın olarak size tanıtmama izin verin. Çünkü o ne halde olduğunu değil ne istediğini, nelerle uğraştığını değil neler yapacağını, onu neyin beklediğini değil neyi hayal ettiğini, kısacası zorluklarını değil umutlarını paylaşarak kalbinin tam içinden konuşuyor.

Sizi hiç tanımayan birine kendinizi nereden anlatmaya başlardınız? Nasıl tanıtırdınız?

İlk söyleyeceğim şey şu olurdu: Ben çok güçlü bir kadınım ve çok dürüst bir kadınım, duygularım çok temiz ve bembeyaz. Gerçekten karşılık beklemeden hayatı yaşayan bir kadınım, gönlümden geçtiği gibi... Zorluklar beni güçlendiriyor ve en büyük hedefim anı yaşamak. Bir de öğrenmekten hiç vazgeçmiyorum. Bana de ki; ölene kadar üniversite öğrencisi olabilirsin, ben hemen kabul ederim.

İnsanların size baktıkça umut dolu hissettiğini ve sizden güç aldığını düşünüyorum hep. Bu durumda sizin hayattaki duruşunuz ve bize yansıttıklarınız çok etkili elbette. Her türlü zorluk karşısında geçerli olacak birkaç öneride bulunmanızı istesem...

Bence herkesin hayatı yeterince zor. Ben farklı şunu yapıyorum galiba; tabii ki gardımın düştüğü oluyor, umutsuzluğa kapıldığım oluyor, ‘Ne yapacağım?’ dediğim oluyor, ben de insanım benim de direncimin azaldığı yerler oluyor ama öyle anlarda bile çok hızlı ayağa kalkıyorum ve diyorum ki; “Tamam ya her şey toparlanacak, her şey çok güzel olacak. Her şeyin bir sebebi var, bu da bize bir şey öğretecek. Bu yolculuk da bana yeni bir şey öğretecek, ben de bunun peşinden gideceğim.” Gerçekten de hayata dair böyle büyük kurgular olmadı kafamda hiçbir zaman.

Tamamen kendinizi ana teslim ediyorsunuz yani?

Aslında yüzde 100 tabii ki beceremiyorum ama o an gönlümden ne geçiyorsa onu yapmayı tercih ediyorum. Bir de varsayımda bulunmuyorum, karşı tarafın ya da durumun ya da hayatın bana vereceği cevabı düşünmüyorum. Üstüme düşeni yapıp akışına bırakmayı seçiyorum. Amerika’da bir şirket çalışanlarına şöyle dermiş: ‘Pazartesi günü yapacağın işi hafta sonu düşünme, çünkü bunun hiçbir yararı yok. Pazartesi sabahı düşünürsün. Cuma gününden pazartesiyi kurgulama. Cumartesi ve pazar telefonlarınızı kapatın, lütfen hayatınıza bakın.’ En önemlisi içinde olduğumuz şu an.

Karanlıkta kaldığınız anlarda sizi neler iyi hissettirir?

İlk yaptığım şey dua etmek oluyor. Hemen bir müzik açıyorum, sevdiğim sakin bir parçayı seçiyorum. Odanın ışıklarını da kapatıyorum. İki mum yakıyorum, odaya güzel bir koku yayılıyor ve sadece duruyorum öyle. Kendi kendime diyorum ki; “Tamam, her şey yolunda. Sağlıklısın, gücün var, sakin ol.” Sonra bir kitap açıp okumaya başlıyorum, hemen kafam dağılsın, içimi sıkan duruma çok odaklanmayayım diye.


Sizin bir kadın olarak bir gün mutlaka gerçekleştirmeyi dilediğiniz hayaliniz nedir?

Kaynaştırma eğitimi yapılabilen bir ilkokul açmak istiyorum. En azından kendi oluşturduğum düzenin içinde ötekileştirmenin yaşanmadığı, bütün çocukların birlikte büyüdüğü ve birbirlerine iyi geldikleri bir ilkokul hayal ediyorum. Bu şekilde büyürlerse en azından birkaç çocuğun hayatına doğru dokunmuş olacağım ve bir yerleri yeşillendireceğim, çiçeklendireceğim diye düşünüyorum. Hep böyle hayal ediyorum; 60 öğrenci olsa o okulda, onlar 60 yuva kursa büyüyünce, ileride çok başka olacaklar o okuldan çıktıklarında. Bana ve dünyama baktıklarında çok aydınlansınlar, böyle güneş gibi olsun ortalık ve içlerinde; ‘Evet, burada bir şey var biz onu öğrenmeliyiz’ desinler istiyorum.

Henüz bir adım attınız mı?

Şimdi değil, yeni yılda. Şubat ayı başında ajandanın devamı olan günlük yapacağım. Uzun yıllardır yakın çevrem çok iyi bilir ki ajanda benim vazgeçilmezimdir. Bu kadar önem verdiğim bir şeyi kendim tasarlayıp sevenlerime sunmak istedim. İçeriğine de hayatlarını güzelleştirecek, onları motive edecek, yüksek sesle tekrar edilmesi gereken cümleler kattım. Sonrasında yurt dışından okullara bakacağım, onlardan birini franchise gibi buraya getirmek istiyorum. Var olan, içime sinen, çocukları doğayla buluşturan, kendiyle gerçekten tanıştıran, piyano dersinden yüzme kursuna zorla koşuşturmadan, sakin vakit geçirebilecekleri, bizim çocukluğumuzdaki sokak oyunlarının oynanabildiği bir alan yaratmak istiyorum. Zaten hayatı boyunca koşuşturacak çocuklar bari ilkokulda koşmasınlar. Bu okulu acayip pahalı semtlerde değil aksine orta karar bir semtte hatta bir mahallede açacağım. Ayrıca bu izole hal beni çok rahatsız ediyor. Çok bastırılıyoruz, çok ürkütülüyoruz. Çocuklar birbirlerinden korkar oldu. Hatta onlar bile birbirlerinin ayakkabısına, çantasına bakmaya, ne giydiğini konuşmaya başladı. Unuttular bazı şeyleri diye düşünüyorum. O yüzden tam da bu unutulanları geri kazandırmayı hayal ediyorum.

Erkek olsaydınız neyi değiştirmeye ya da farklı yapmaya çalışırdınız?

Erkek olsaydım galiba bir karavanım olurdu ve dünyayı dolaşırdım. Dalgıç da olurdum, dağlara da çıkardım. 45-50 yaşıma kadar oralardan kazancımı sağlardım. Bir keşiş tadında yaşardım. Bu işler kadın başına yapılacak işler değil tabii ki; tek başına yollara düş, dağ tepe gez, karavanda uyu… Bir de 30’undan sonra özellikle anne olma duygusu devreye giriyor. Ama erkek olsaydım 45 yaşıma kadar böyle yaşar daha sonra aile kurardım.

Size neyi yalvarsak da yaptıramayız?

Birine yalvarsan kötülük yapmam. Yalvarsan mantar ve parça et yemem. Soğuk havada yalvarsan tişörtle dışarı çıkmam çünkü üşüdüğüm an tanıyamazsınız beni, çok kötü kalp kırabilirim. Yalvarsan çikolata yemeden duramam.

Yeniden anne olmayı diliyor musunuz?

Tabii ki… Çok istiyorum.

Hayatta sizi en çok neler heyecanlandırır?

Her sabah uyanmak, uyanabiliyor olmak. Çok şükredilesi bir şey. Düşünsene sağlıklısın ve uyanıyorsun, ağrın yok sızın yok, ayaklarını yere basıyorsun ve yürüyerek güne başlıyorsun.


Gerçekten çok doğru. Kimseden sadece ‘Beni seven biri olsun yeter’ cümlesini duyamıyorum.

Aslında özünde bunun peşinde herkes ama sevginin karşılığı onlar için sadece dertleşebilmek, konuşabilmek değil. Sevginin karşılığı yanlış dolduruldu, dolayısıyla kapitalizm oldu. Çünkü üstündeki kadar değerlisin, giydiğin kadar kıymetlisin, konuştuğun kadar değil! Ama bence artık ayılıyor insanlar. Bu kadar arayışa girip bulamadıkları için ‘bir dakika!’ demeye başladılar bence. Hayat gürültüsünden kaçma noktaları trend haline gelerek insanları doğru bir yöne kaydırdı. Artık herkes kendi için gerçek doğruyu bulmaya, gözünü açmaya başladı.

Evlilik kararı almadan önce nelerden mutlaka emin olmak gerekir?

Yaşına ve yaşadığın hayata göre değişir bence. 20 yaşında bir insanın aşık olup evlilikten beklediği ile 40 yaşında birinin beklentileri, var olan aşkı besleyen duyguları bence çok farklı. Bu yaşımda aynı dili konuşabilmek, saatlerce sohbet edebilmek, saygı duymak, imtina etmek, onun yaptığı her güzellikten etkilenmek ve bu etkinin katlanarak devam etmesi, bir kitabı okuyup tartışabilmek, bir kere güzel tartışabilmek, kavga bile etsen onun seni güzel bir yere taşıyabileceğini bilmek ve her ne olursa olsun hiç kopmayacağını bilme duygusu benim için ikili ilişkide aşk anlamına geliyor.

Güçlü kadın erkeği korkutuyor mu?

Sınırlıyor olabilir. Güçlü kadın karşısında erkek ne yapacağını bilemeyebilir bazen. Çünkü bu tip kadınlar her şeyi kendi halleder gibi bir hal içinde oluyor. Öbür türlü güçlü kadın oluyorsun ama kadın olduğun unutuluyor. Ama bazı alanlarda da o güç sana öyle bir şey yapıyor ki karşındakine bırakıyorsun kendini, yapabileceğin birçok şeyi yapmamayı tercih ediyorsun.

Seni seviyorum demekten korkar mısınız?

Hiç korkmam. Sevdiğimi çok sık kızıma, eşime, dostlarıma söylerim.

Gençken tüm duyguları dolu dolu yaşamak daha mı kolay?

Daha korkusuzsun, yaran daha az, her şey daha salt, temiz. Sonra deforme oldukça, hayatta koşuştururken, bir şeyler atlanmaya başladıkça gerçekten ne istediğini tam anlayamadıkça, kendini o koşturma içinde dinlemeyi azalttıkça her şey başkalaşıyor. Ben içimden geldiği gibi davranma huyumu hiç bırakmadım. Unutkanımdır dedim ya, çok öyle çetele tutmam. O yüzden kırgınlıklarım yoktur.

Peki, yeni başlayan hayatınızın en güzel yanı ne?

Çok mutluyum, çok tamamlanmış hissediyorum. Hayat arkadaşımı buldum. Bu bana iyi geliyor, beni geliştiriyor, üretmeme, mesleğimde daha iyi olmama ve daha iyi bir kadın olmama sebep oluyor. Özgüvenimi düzeltiyor. Çok iyi geliyor.


O zaman hakikaten anı yaşıyorsunuz, isteseniz de istemeseniz de. Çok hızlı büyüdüğünüzü hiç düşündünüz mü?

Kesinlikle. Mustafa Kemal Paşa’da bir mahallede çok eğlenerek büyüdüm. Gerçekten sokak çocuğuydum, iki dizimde de hala yaralarım var. Bir gün olsun yırtık olmayan çoraplarla dönmedim eve. Her tür sokak oyununu oynadık ve sonsuz eğlenerek büyüdüm. Bundan yana çok mutluyum ama çok hızlı geçti o gerçek. Aslında hayat çok hızlı geçti. Bu sene 39 yaşındayım ve inanamıyorum. Beden yaşlanıyor, yıllar geçiyor da ruhum hiç o yaşta değil. Hala bana; ‘Bahçelievler Mahallesi’ne hadi gel, saklambaç oynayalım’ desen ben aynı hızla koşarak oynarım. Üstelik günbegün yapmak istediklerim çoğalıyor.

Herkesin hayatta tamamlaması gereken bir görevi olduğunu düşünüyorum. Sizinki nedir dersiniz?

Ben de hepimizin dünyaya bir görevle geldiğini düşünüyorum. Bir de reiki’ye çok inanırım ve çok üst mertebe olan arkadaşlarım da bana bunu hep söyler; ‘Senin bir görevin var’ diye. Ben de görevimi artık buldum; gerçekten güçlü olmanın, her şeye rağmen gülümseyebilmenin ve sonsuz sevgiyle davranmanın ne olduğunu anlatacağım herkese. Dedikodu yapılmasın, hep ileriye bakılsın, hep daha gelişerek yaşansın, kötü günlerde gülümseyelim ve birbirimize sarılalım. Gerçekten gıybet etmeyelim birbirimize. Hep kendimizi eğitmek üzerine yaşayalım, hep daha iyi olalım, hep bir gün sonra bir cümle daha fazla bilelim ve dost sohbetlerinde insanları hep biz yönlendirelim. Gıybet başladığı zaman; ‘Arkadaşlar durun. Dün bir kitap okudum ve orada bir satır vardı, gelin bunu konuşalım’ diyelim. Birbirimize gerçekten dokunmayalı, birbirimizin gözlerinin içine bakıp, gerçekten görmeyeli ya da gerçekten ağlamayı yaşamayalı çok uzun zaman oldu bence. O bunu giymiş, bu bunu yapmışlarla o kadar ölüyor ki hayat. Gözüne bakıp, ‘İyi misin?’ demeyeli, ‘Ağlamak istersen ben buradayım’ demeyeli çok olmuş bence. Ve ben bunun için görevlendirildim diye düşünüyorum.

Hayatta ‘keşke’ dediğiniz neler var?

Keşke daha yavaş olsa hayat. Keşke daha özümseye özümseye yaşasak. Keşke kapitalizm bu kadar sarmasaydı her tarafımızı. Keşke yaşayabilmek için bu kadar fazla para kazanmak zorunda kalmasaydık. Keşke.

Ne olursa sinirden deliye dönersiniz?

Gıybet, haksızlık, huzur kaçırma, hayatın akışına müdahale ve yalan. Çok mutsuz oluyorum ve sinirlenebiliyorum.

Peki, en büyük tutkunuz?

Ben bunu Instagram hesabıma da yazmıştım; ‘Aşk olmadan yaşayamam’ diye. Anlatamadım herhalde sadece onu deyince. Ben hayatın her yerinden aşkla beslenen bir kadınım. Şu sohbetten, saçımın yapılmasından, arabama bindiğimde sevdiğim bir müziği dinlemekten… Bunlar benim için hep aşkla yapılırsa güzel. Ben trafikte bile sinirlenmeyen bir tipim. Çünkü orada da bulurum beni geliştirecek bir şey. Sesli kitaplarım var mesela, koyarım onu CD’ye ve kitap dinlerim yolda giderken. Ya da telefonumun ses kayıt cihazını açarım, günlük gibi ona konuşurum, içimi rahatlatırım. O trafiği ben iyiye çeviririm kendi hayatımda. Bunlar hayata duyulan aşk. O yüzden aşk olmadan yaşayamam. Mesleğini aşkla yapmak, dostlarına aşkla sarılmak, hayata aşkla bakmak, her sabah aynaya bakınca o güne aşkla hazırlanmak... Bence aşk tam da bu, Mesnevi’de de anlatılan. En büyük tutkum bu benim.

Günümüzde insanlar aşkı bulamamaktan yakınıyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz?

Ben bu şikayeti çok kabul etmiyorum. Ben hayata dair yapılan şikayetleri genel olarak kabul etmiyorum. Bence şöyle bir dert var ortada, aşk çok betimleniyor ve altı çok saçma dolduruluyor. Alt başlıklar gerçek Mesnevi’deki, Yunus Emre’deki, Müslümanlıktaki, herhangi bir dinin altındaki aşkın karşılığı değil. Zengin olsun, yakışıklı olsun, spor yapsın, beni el üstünde tutsun, sürprizler yapsın, kültürlü de olsun, kitap da okusun, tiyatroya da gitsin ama gece kulüplerinde de eğlensin gibi tanımlar yapılıyor. Hayır, bu aşkın karşılığı değil.



Peki biraz geçmişe gidersek, iktisat fakültesi mezunusunuz. Oyunculuğa olan ilginiz nasıl başladı?

Üniversite bitince oyunculuk yüksek lisansı yaptım. Aslında oyunculuk tamamen sürpriz oldu. Üniversite sınavım çok kötü geçti, ne yapacağımı bilemedim. Bursa’dan İstanbul’a geleli üç sene olmuştu, tekrar sınava girmem gerekiyordu. Bir de ben çalışmak istiyordum çünkü lise birden beri çalışıyordum.

Ne iş yapıyordunuz o yıllarda?

Hamburgercide çalışıyordum, kumpir yapıyordum. Sonuç olarak hep çalışma duygum vardı, babam da oyunculuk mezunu olduğu için buraya taşınınca dedi ki; “Ancak sana buralarda arkadaşlarımla yön verebilirim.” Ben de hayatımda oyunculuk yapmayı hiç hayal etmemiştim. Fakat Kandemir Konduk’un dizisinde ‘Palavra Aşklar’da katıldığım bir yarışmayı kazanmamla başladı her şey.

Size rol model olmuş, oyunculuğundan en çok etkilendiğiniz isimler kimler?

Rol modelim hiçbir zaman olmadı. Birini örnek almak ya da o kişinin yolundan gitmek gibi tercihlerim olmadı. Ama zorluklar hissettiğim noktada Mevlana ve Yunus Emre benim sığınaklarım olur. Yüreğim daraldığında onları okurum. Güçlü olduğumu biliyorum bu anlamda; yaşım ilerledikçe birçok kadına da rol model olmak istiyorum. Esasında herkesin kendi özünde tek olduğunu düşünüyorum. Hepimiz biricik ve tekiz, hepimizin yaşadığı hayatlar kendine özel. Yani benim yaşadığımla senin yaşadığın mümkün değil bir olamaz.

Bugün hayata sıfırdan başlasanız yola çıkış noktanız ne olurdu?

Yine böyle olmasını isterdim. Yine sıfırdan, sürprizli, hiç hayal etmediğim, hedeflemediğim bir meslekle, içinde böyle yoğrula yoğrula bilinçlenerek iyi bir yere gelmek isterdim. Bunlar beni çok iyi hissettiriyor açıkçası çünkü hiçbir kurgu ve plan yok. Şu lafı çok seviyorum; hayat biz plan yaparken başımıza gelenlerdir. İktisat okuyup, mali müşavir olmayı hedeflerken oyuncu olmak gibi.

Eskiye nazaran kendinizdeki en büyük farklılıkları, değişiklikleri nasıl tanımlarsınız?

Daha az telaşlıyım. Eskiden bir dert ya da panik anında çok fazla tüm çevremle paylaşırdım. Bir karar verilecekse hayatla ilgili önüme gelenle konuşurdum. Şimdi öyle değilim, daha çekirdek bir hayatım ve belli dostlarım var. Her yere gideyim, kimseyi kırmayayım, istemesem de orada olayım... Şimdi onlar bitti, gerçekten istediğim yerde oluyorum, istemediğim yerde olmuyorum. Daha dingin, meditasyon dilinde, merkezinde, yuvasında her şeyi halleden bir kadına dönüştüm.

Çocukken nasıl bir hayal dünyanız vardı?

Sana çok garip bir şey söyleyeyim mi, çok hatırlamıyorum. Yani nasıl bir hayal dünyam vardı, neler planlıyordum hiç hatırlamıyorum. Ben çabuk unutan bir tipim, bu da huyummuş demek ki kendimi böyle kabul ettim. Eskiden, ‘Nasıl yani, nasıl hatırlamam!’ diye kendimi yiyordum. Ama inan bende çok flu her şey. Hatırlamıyorum, beyin fonksiyonlarıyla alakalı sanırım, belleğim çok yüklü değil. Mesela üç sene öncenin bir şeyini anlatıyorlar, ‘Gerçekten öyle mi olmuştu?’ falan diyorum. Çok çabuk unutuyorum. Psikoloğum bunun iyi bir şey olduğunu söylemişti. Beyinde çok biriktirmek iyi değilmiş.

Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan'ın kızları Su 15 yaşına girdi! Eşi ve kızlarıyla Mauritius'a giden Sinem Kobal'dan yeni kareler İşte Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin Osman'ı Emir Berke Zincidi 90'lı yılların yakışıklısıydı... İşte Kaan Girgin'in son hali... 'Kızılcık Şerbeti'nden yeni 2. fragman: Daha önce tanışmış mıydık Demet Şener: Sevgilime gönülden bağlıyım, evlilik şart değil