Yüksek enerji: Devrim Özkan

Kendi yolunda, emin adımlarla zirveye uzanan yolculuğunda yıldızı parlıyor. Yüksek enerjisi ve yetenekleriyle yeni hikayelerin başrolündeki Devrim Özkan ile ışıltılı dünyada bir gün.

Güneşi, kumsalı, palmiyeleri ve limonataları seviyoruz. Esen rüzgarın tenimize çarpması, kızgın kumların denizle buluşması yaza dair vazgeçilmezlerimiz. Mutlaka bir diğer vazgeçilmezimiz ise en az mevsimi kadar sıcak duyguları hissettiren romantik komediler. Bir süredir eski gösterişli günlerini yaşamasa da son zamanlarda yeniden dikkatleri üzerine çektiğini söyleyebiliriz.

Sezonun en iddialı ve en çok kalp atışına neden olan yapımlarından biri ‘Çift Kişilik Oda’ da öyle, meraklı bakışların odağında.

RÖPORTAJ: BARAN ALIŞKAN
FOTOĞRAF: JİYAN KIZILBOĞA
STYLING: EYLEM YILDIZ KAYA
SAÇ: MUTLU AHMET SİNAN
MAKYAJ: AYNUR KABAK
FOTOĞRAF ASİSTANLARI: FURKAN KUMAŞ, HAMZA KAZIM ESEN
STYLING ASİSTANLARI: SELİN KARATAŞ, SUDE ATASOY
MAKYAJ ASİSTANI: İREM KOPMAZ

Elele Temmuz - Ağustos 2025 sayısından

Hikayenin başrollerinden biri Devrim Özkan ise bu başarının mutlak mimarlarından biri. Çünkü daha önce hayat verdiği birçok karakterden farklı bir role hayat verse de bu konuda başarısıyla izleyicisini ikna edebiliyor. Gülümsemenize engel olamadığınız sahnelerin arasında bir anda aynı duyguyu yaşayarak bir hüzne kapılabiliyorsunuz. Aşka, kaçak Romeo’lara ya da kavuşamayanlara dair bu hikaye sayesinde yeniden buluşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu vesileyle bir yaz sabahı buluşuyoruz Devrim Özkan ile. Tüm ekiple selamlaşıyor ve hemen hazırlık sürecine dahil oluyor. Art arda çekilen fotoğraf kareleri ve kapak filmi arasında bir an bile iş disiplininden kopmuyor ve güler yüzü eksik olmuyor. Ekranda ve rollerin ötesinde; iletişim kurma konusunda doğuştan yetenekli sanki. Yörüngesine giren herkesi etkileme ve yüzünde gülümseme oluşturabilme gibi bir gücü var. Anlayacağınız, yalnızca hayat verdiği karakterlerle değil, kendisi olarak da tanıştığınıza memnun olacağınız biri. Çift Kişilik Oda’ya dek; Rüya, Vatanım Sensin, Vuslat, Ramo, Mevlana, Gelsin Hayat Bildiği Gibi, Ne Gemiler Yaktım ve Mavi Mağara yapımlarında yeteneklerine tanık olduğumuz oyuncu Devrim Özkan ile bugünden geçmişe, kırılma noktalarından hayallerine, çocukluk yıllarından şöhret yolculuğuna uzanan bir buluşma gerçekleştirdik. Bize katılın!

Hayatınızın hangi döneminde bir araya geldik? Bugünlerde nasıl hissediyorsunuz?
Şu sıralar hayatımın oldukça yoğun bir dönemindeyim. Tüm vaktimi işe ayırıyorum ama bu tatlı yorgunluğun da keyfini çıkardığımı söyleyebilirim.

Yoğun set programınızın arasında buluşmamıza rağmen enerji dolu ve çevresindeki herkesi motive etme yeteneğine sahip bir aurayla karşılaştık. Her zaman böyle misiniz? Sıradan bir gününüz nasıl geçer?
Teşekkür ederim o sizin güzel enerjiniz. Çok keyifli bir çekimdi ve ekiple enerjimiz uyduğu zaman ortaya samimi bir iş çıkıyor ve bu yüzden setin içinde herkesin birbirini motive etmesi gerektiğine inanıyorum. Şu sıralar genelde çalışıyorum. Boş günüm olduğunda genelde ya evde oluyorum ya da sevdiğim insanlarla denizde olmayı seviyorum. Sıradan bir günümde kedim ve köpeğimle birlikte vakit geçirir, haftanın yorgunluğunu atmaya çalışırım.

Aynı zamanda tüm çekim boyunca müthiş bir disipline sahip olduğunuzu düşünmeden edemedim ki bunu söyledim de… Düşününce ilk bakışta; enerji dolu, pozitif ve disiplinli kelimeleri aklıma geliyor ama siz kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Çok teşekkür ediyorum. Bir şeyi yaptığımda ona odaklamayı seviyorum. Ve elimden geleni en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Ben kendimi, bazen sabırsız, bazen fazla neşeli, yeri geldiğinde de çok sert görünen biri gibi tarif edebilirim. Enerjimi kontrol etmeye çalışıyorum aslında. Bu yüzden özellikle çalıştığım zamanlarda enerjimi en üst seviyeye getirebilmek için o disiplinden güç alıyorum.

Set boyunca eğlenceli ve yüksek sesli müzikler dinledik, en az bizim kadar eşlik ettiğinizi de fark ettim. Manifest’in favorim olduğunu da ekleyerek, sizin favorilerinizi ve müzikle ilişkinizi sorsak… Çalma listeniz sizi anlatıyor mu?
Fotoğraflardan yansıyabilen enerjiyi seviyorum ve zaten 7/24 müzikle yaşayan biriyim. Enerjimi dinlediğim müziklerle yönetmeyi seviyorum. Her şeyi dinlerim, herkesi dinlemem. Manifest grubunu bütün çekim boyunca açıp dinledim evet, çünkü bence kesinlikle çok iyiler. Bütün kızlarla ayrı ayrı gurur duyuyorum ve takdir ediyorum. Bence sonuna kadar desteklenmeli… Dünyada birçok örneği varken ülkemizde böyle yetenekleri görmek özellikle bir kadın olarak çok hoşuma gidiyor. Çalma listelerim çok karışıktır, oynayacağım her karaktere bir çalma listesi yaparım; yol şarkılarım vardır, eğlenmek için başka şeyler dinlerim. Yani çalma listelerimin içinde her şeyi bulabilirsiniz. Müzikle yaşıyorum diyebilirim.

Şimdi, en başa dönelim… Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Ege’de çocuk olmak nasıl bir his? Büyüdüğünüz çevre, aileniz nasıldı ve nasıl hayaller kuruyordunuz geleceğe dair?
Ege’de çocuk olmak bence muhteşemdi. Hatırlıyorum yazları her gün, sabah sekizden akşam sekize kadar oturduğumuz bir plaj vardı. Her ailenin altına yerleştiği bir ağacı, samimi sohbetler, paylaşılan sofralar… Sıcak kumlarda yapılan kalelerle geçti çocukluğum. Gerçekten yeşil ve mavinin birbirine karıştığı Bodrum’da denize gitmeden her gün uğrayıp karpuz aldığımız abiyi bile hatırlıyorum. Gelecekte her zaman bu samimiyeti kaybetmeyeceğim bir hayatım olsun istedim hep. Çünkü hayatımda uyuduğum en güzel uykuyu bile, her gün gittiğim o deniz kenarında uyurken yaşadım.

Muğla’dan İstanbul’a uzanan bir yolculuğun başrolü olarak, biz Devrim Özkan’ı tanımadan önce nasıl bir hayatınız vardı? Ve bugünden baktığınızda o kırılma anından öncesi nasıl kalmış hafızanızda? İstanbul serüveniniz nasıl başladı ve gelişti?
Gayet normal bir aile yapısının içinde; okul, spor ve tiyatro hayatı olan ve ailesine düşkün biriyimdir. Hala da öyleyim. Birçok genç gibi bir hayatım oldu aslında… Bahsettiğiniz kırılma anı da İstanbul’a taşınma kararımla oldu. Üniversitede oyunculuk birinci sınıfta okurken, verdiğim deneme çekimlerinden aldığım geri dönüşle İstanbul’a taşınma kararı aldım. Tabi ki zordu ve ailem istemedi henüz erken buldukları için ama ben oyun alanımın ve tecrübelerimin üniversite binasından ibaret olmasını istemedim. Sahanın içinde sürekli çalışarak öğrenmek istedim. Çok zor bir karar olsa da çalışmak için ilk senemde buraya taşındım. İstanbul’da henüz 18 yaşında yalnız bir kadın olarak mücadele etmek zordu. Ama beni şimdiki ben yaptı tabii. Taşındıktan sonra hep çalıştım ve şükür ki. Şu an kamera önündeki 8’inci yılımı bitiyorum. Bana çok şey öğretti ve bu bitmeyen bir yol benim için.

Bu arada kırılma noktalarına inanır mısınız? Sizi bugüne getiren ‘o an’ yaşanmasaydı muhtemelen nerede, ne yapıyor olurdunuz?
Oyuncu olmak istediğimi, bana çok yakın ve desteğini her zaman önemsediğim biriyle paylaştığımda, bunu yapamayacağımı söylemişti. O andan sonra, hayallerime daha büyük bir hırsla tutundum diyebilirim ve benim kırılma anımdı. O an yaşanmasaydı da şu an yaptıklarımı yapıyor olurdum, çünkü zaten buna karar vermiştim.

Oyunculuk, bir karaktere hayat vermek, kamera karşısında olmak sizde hangi duyguları uyandırıyor? Siz nasıl oyuncu olmaya karar vermiştiniz ve bu yolculuğunuzda neler yaşanmıştı?
Oyuncu olmak istediğimi ilk kez, küçük yaşlarda tiyatro yaptığım dönemlerde fark etmiştim. Başka hayallerim de vardı; veteriner ya da antrenör olmak gibi. Ama daha sonra geleceğim hakkında ciddi şekilde düşünmeye başlayınca beni gerçekten ne mutlu ediyorsa o yolu seçtim. Çünkü gerçekten tutkunuzun olduğu işi yapmak çok önemli bence. Sizi en zor zamanlarınızdan bu tutku kurtarıyor çünkü. Geldiğim noktada ise bunun bitmeyen bir yolculuk olduğunu bilerek kendime şunu söyleyebilmenin rahatlığı içindeyim: “Her zaman elimden geleni yapmaya çalışıyorum.”

‘Çift Kişilik Oda’ ile yeniden ekranlarda buluşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu hikayenin bir parçası olmaya nasıl karar verdiniz? Nasıl gelişti her şey, tüm süreç?
Aslında başka bir iş ile aylar öncesinde anlaşmıştım. Sonra o işin setinin başlamasını beklerken bir film çektim ve o arada anlaştığım iş bazı sebeplerden ertelenme kararı aldı. Ben de filmden sonra yorulmuştum dinlemek istiyordum. Tatil planımı yapmıştım, yurtdışına gidip birazcık yazmak istiyordum açıkçası. Bu nedenle proje okumayı bırakmıştım. Daha sonra Asena Hanım ve Damla’dan bir telefon aldım. Asena Bülbüloğlu her zaman çalışmak istediğim bir yapımcıydı, özellikle romantik komedi yapacaksam kesinlikle onunla çalışmak istediğim konusunda kararlıydım. Telefondaki o heyecan gerçekten çok tatlıydı. Projenin Yusuf Pirhasan tarafından çekileceğini öğrenmek, ardından kadroyu duymak derken toplantılar başladı. Herkesin o güzel heyecanını görünce, “neden olmasın?” dedim. Ben de bu güzel enerjinin bir parçası olmalıyım diye düşündüm.

“Bir romantik komedide başrol oynamak da bu türle kurduğum bağın bir parçası gibi. İzlerken sevdiğim şeyleri şimdi sahnede hissetmek, yaşatmak çok başka bir deneyim. Ve evet, hala romantik komedilere inanan biriyim.”

Sizi ‘Nilüfer Yücel’ olmaya ikna eden tam olarak neydi? Sizin nazarınızda senaryonun, hikayenin en cezbedici yanını merak ediyoruz…
Az önce saydığım nedenlerin yanı sıra, Nilüfer karakteri benim ekranda enerjisini görmeyi sevdiğim tiplere çok yakın: tezcanlı, enerjik ama bir o kadar da kırılgan. Ancak bu rol benim için aynı zamanda bir meydan okumaydı çünkü daha önce romantik komedi türünde bir deneyimim olmamıştı. Bazen bu tarz projeler, hem oyunculuk anlamında hem de hikaye yapısı gereği bazı ‘fazlalıklar’ talep edebiliyor. Ben de bunu denemek istedim çünkü projedeki tüm bileşenler zaten çok etkileyiciydi. Enerjisi yüksek bir hikayede, dünyanın ağırlığından biraz uzaklaşıp o evrenin içinde kaybolmanın bana iyi geleceğini düşündüm. Senaryonun ve hikayenin en cezbedici yanı ise, bence klişeleri farklılıklarla yeniden yaratabilmesi. Klişeleri hala masalsı bir dille sunabilmek çok kıymetli. ‘Çift Kişilik Oda’yı izlerken, ben bile zaman zaman kendimi bir seyirci gibi keyifli ve samimi bir hikayenin içinde buluyorum.

Peki şimdiye dek nasıl reaksiyonlar ve yorumlar aldınız? Sizce izleyicisi bu hikayenin ve karakterlerin en çok hangi noktasıyla bağ kuracak?
Özlediğimiz enerjileri gördüğümüz bir iş bence. Seyirciyle aynı şeyleri özledik ve onları sunmak istiyoruz. Gelen tepkiler çok güzel; çok farklı kitlelerden çok tatlı yorumlar alıyoruz. Bazen sete giderken yolda evlerin içindeki televizyonlarda izlendiğimizi görmek çok güzel bir mutluluk tabi. Daim olsun.

Devrim Özkan ve Ulaş Tuna Astepe, oyunculuk konusunda birbirini nasıl besliyor? Sonuçta bir hikayeye izleyiciyi ikna eden karakterlerin kağıt üzerindeki duyguyu ekrandan taşırabilmesi… Siz bunu nasıl başardığınızı düşünüyorsunuz?
Ulaş ile 2018 senesinde tanıştık aslında. Benim ilk dizim olan ‘Rüya’da beraber oynamıştık. Beraber sahnelerimiz çok yoktu ama yeni değil tanışıklığımız. O zaman tanışmış olduğumuz için belki de şimdi bu işte denk gelince daha büyük bir sıcaklıkla karşıladık ikimiz de birbirimizi. Artık ikimiz de 8 yıl daha tecrübeliydik ve bunu paylaşmak için heyecanlıydık bence. Bolca konuşuyoruz, fikirlerimizi paylaşmaktan ve onları dinlemekten keyif alıyoruz. Bu da oyun alanımızı keyifli kılıyor.

“Geldiğim noktada ise bunun bitmeyen bir yolculuk olduğunu bilerek kendime şunu söyleyebilmenin rahatlığı içindeyim: Her zaman elimden geleni yapmaya çalışıyorum.”

Birbirinden farklı yapımlarda rol almış bir oyuncu olarak hangisi türe (romantik komedi, dram, aksiyon gibi) kendinizi daha yakın hissediyorsunuz? Şimdiye dek sizin için en unutulmaz yapım ve karakter hangisiydi?
Hepsini izlemekten ve oynamaktan keyif alsam da kendimi dram ve aksiyonda daha heyecanlı buluyorum. Ve belki de bu yüzden diğer birçok sebeple birlikte içinde bulunduğum yapımlardan en unutamadığım ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ ve Songül Payaslı karakteri diyebilirim.

Şu an bir romantik komedi başrolü olduğunuzu da hesaba katarak soruyoruz: Nerede o eski romantik komediler? Siz bir ‘romantik komedi sever’ misiniz ve favorilerinizi öğrenebilir miyiz? Size nasıl hissettiriyor bu tarz hikayeler?
Açıkçası ben hala iyi yazılmış bir romantik komedinin yerini hiçbir şeyin tutamayacağına inananlardanım. Bu tür hikayelerde bir sıcaklık, bir umut hali var ya… Galiba en çok onu seviyorum. Ben kendimi ‘romantik komedi sever’ olarak görüyorum. Yerlilerden özellikle Kiralık Aşk’ı çok sevmiştim. O enerjisi, karakterlerin arasındaki kimya hala aklımda. Yabancı filmlerden ise Pretty Woman, Sex and the City ve When Harry Met Sally gibi klasikler favorilerim arasında. Her biri belli dönemlerde bana iyi gelmiş, bir şeyleri hatırlatmış ya da sadece kafa dağıtmama yardımcı olmuş filmler. Şu anda bir romantik komedide başrol oynamak da bu türle kurduğum bağın bir parçası gibi. İzlerken sevdiğim şeyleri şimdi sahnede hissetmek, yaşatmak çok başka bir deneyim. Ve evet, hala romantik komedilere inanan biriyim.

Aşk kimileri için bir delilik kimileri için de doğruları olan bir eylem… Sizin aşka bakış açınız nasıl?
Zor bir soru tabii ki çünkü cevabı herkese göre değişir bence. Hissettiğiniz duygunun yoğunluğuna bağlı olarak bunun adını değiştirebilirsiniz. Bazen bir delilik hali evet. Bazen sadece doğru olduğunu düşündüğün şey. Bazen tehlikeli, çoğu zaman heyecanlı, birçok zaman kırılgan. Bitmeyen bir merak. Bu duyguların hepsini aynı anda yaşadığımızda belki onu aşk olarak nitelendiriyoruzdur. Ama bence aşkın içinde doğru aramamak lazım. Doğrular değişir. Yanlışlar aynıdır. Ben sadece sizi ne huzurlu ediyorsa onun yanında kalabildiğin cesaretin adına aşk derdim.

“Ben kendimi, bazen sabırsız, bazen fazla neşeli, yeri geldiğinde de çok sert görünen biri gibi tarif edebilirim.”

Devrim Özkan nasıl bir sevgilidir? Aşka aşık biri mi, yoksa ayakları yere sağlam basan biri misiniz? Sizin için duygular mı önde gelir, mantık mı?
Ben de aşka aşık biriyim. Ayaklarım yerden kesilir ve o duyguyu yaşamayı ertelemem. Heyecanlandığım şeye emek vermeyi severim. Karşımdakini mutlu görmeyi severim. Bu da biraz odağımı değiştirebiliyor. Duygularıyla hareket eden biriydim her zaman, mantığımı devreye sokmaya çalıştığım çok zaman oldu ama aşk o şekilde yaşanan bir şey değil benim için. Duygularım bana ne söylerse onu yaparım. Hiç çekinmem. Ama net çizgilerim vardır ve mantığımı o zaman çok rahat devreye sokabilirim. Onun dışında aşkın her anının içindeki mücadeleyi çok seviyorum.

Hayata karşı bir meydan okumanız var mı? Daha önce kendinizi ‘hırslı’ olarak nitelendirdiğinizi duymuştum. Öyleyse ‘hırs’ sizin ateşleyici gücünüz olabilir mi?
Hırsı yanlış tanımlamak istemem aslında. Benim bahsettiğim hırs tamamen kendimle olan yarışımdan ibaret. Yapmak istediğim şeyleri büyük bir bağlılıkla yapmayı, “hadi, en iyisi olsun” demeyi severim. Bu da beni dışardan hırslı gösterebiliyor. Hayata karşı da, her zaman onun bana getirdiği ritimle de hayatta mutlu olabileceğimi kanıtlama arzum sanırım. İnişli çıkışlı bu ömürde her zaman mutlu olabilmenin bir yolunu bulabilmek, en büyük meydan okuma olsa gerek.

Gün içinde içinizden en çok geçirdiğiniz ‘o düşünce’ nedir? İç sesinizin kronik bir gündemi var mı?
İç sesimin kronik gündemi vardır. Her zaman düşündüğüm şeyler olur. Mutlaka ne durumda olduğumu değerlendiririm. Özellikle evde dinlendiğim günlerde az düşünmeye çalışsam da beynimi durduramam. Bu yüzden spesifik bir düşüncem yok. Ama düşünmediğim hiçbir şey yok diyebilirim ve belki de bu yüzden çok yoruluyorum.

Henüz bu sayımızın kapağında olduğunuzu kimse bilmezken birkaç hayranınız sanki hissetmişçesine bizi yakın takibe aldı. Dolayısıyla bu buluşmayı sır gibi saklıyoruz ama merak ediyorum; hayranlarınızla aranızda nasıl bir iletişim var?
Benim için gerçekten kıymetliler. Çünkü bir şekilde onlar bizim ekran önündeki yansımamız… Onlardan aldığımız geri dönüş bazen performanslarımızın derinliği açısından da çok önemli olabiliyor. Tabii bazıları da dediğiniz gibi çok daha yakından takip ediyor ve aynadan görünenin ardında olanı biraz da olsa bilebiliyor. Ekranda gösterdiğimiz karakterlerin dışında kendi kişiliklerimizi de bir şekilde görüp beğenen insanların daha fazla ilgisi oluyor tabii ve bu çok hoş; hepsine ayrı ayrı çok teşekkür ederim. Onlarla yıllardır iletişim içindeyim bir şekilde, sosyal medya bu konuda en büyük araç tabi. Birbirimizin varlığını hissetmek güzel.

Sık sık hayal kuranlardan mı, yoksa tamamen gerçekçi olanlardan mısınız? Kendinizi geleceğe dair hülyaya dalıp giderken buluyor musunuz?
Kurduğum hayalleri kendi içimde dillendirmeyi sevsem de herkese söylemenin doğru olduğunu düşünmüyorum çünkü enerjiye inanırım. Çok sık hayal kuran biriyim. Kendimi bildim bileli böyle, şükür ki birçoğunu da yaşadım. O hülyaya dalarken önünüzde iki seçenek var; ya o rüyayı görmeye devam edeceksiniz, ya da uyanıp onu gerçek kılmak için çalışacaksınız. Bunu yaptığınız sürece hayal edebildiğiniz her şeyi yaşarsınız.

Yakın gelecek için ajandanızda hangi notlar var? Yakın gelecekte muhtemelen nerede, ne ile yeteneklerinize tanıklık edeceğiz?
Tiyatro sahnesinde olmayı çok özledim. Uzun zamandır buna zaman ayıramadım ama sanırım ilk fırsatta yapacağım şey bu olacak. Şu sıralar biraz müzikle ilgileniyorum, biraz yazıyorum… Geleceğe dair planlarım var; belki sinema dünyasının içinde biraz daha yer alabilirim. Umuyorum ki tüm bunları gerçekleştirebilmem için gerekli imkânlar oluşur.

Emin adımlarla ve hızla yükselen kariyer çizginizi göz önünde bulundurarak soruyoruz; bu ışıltılı dünya, içinde bulunan kişiye ne kazandırıyor ve bunun karşılığından ondan ne istiyor?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Bu ışıltılı dünya… Çok samimi söylüyorum; eğer gerçekten tutkunuz olmayan bir şeyi yapıyorsanız, bu ışıltılı dünyanın içinde olmanın bir anlamı yok. Çünkü o sahte ışıklar söndüğünde, eğer gerçek ışığın aydınlattığı yerlerde mutluluğu bulamamışsanız geriye pek bir şey kalmıyor. Dünyanızı ışıltılı yapan şeyi bulmanın anlamlı olduğunu düşünüyorum ben. Kazandırdığı şey, sevdiğiniz şeyi yapabilme imkanı vermesi. Benim oyun alanım ışıkların altında. Karşılığında da sizden tabii ki çok şey alıyor. Olduğunuz insandan çok farklı görünüyorsunuz bazen ve ben bu değilim de diyemiyorsunuz.

“Gerçekten tutkunuzun olduğu işi yapmak çok önemli bence. Sizi en zor zamanlarınızdan bu tutku kurtarıyor çünkü.”

Vücudunuzda birçok dövme var ve size hayli yakıştığını düşünüyoruz. Ne zaman ve hangi anlamları taşıdığı için yapıldılar, öğrenebilir miyiz?
Evet, biraz dövmem var diyebiliriz. Birkaç tanesinden pişman olsam ve sildirmeye çalışsam da çoğunu çok seviyorum ve hepsinin ayrı anlamı var. Mesela ilk dövmem ablamın adı… ‘Deniz’i enseme yaptırdım her zaman en yakınımda olan olduğu için. Annem ve babamın otuzuncu evlilik yıldönümlerinde, omurgama doğum tarihlerini dövme olarak yaptırmıştım. Çünkü bu hayatta her zaman dimdik durmamı sağlayan onlardır.

Trendler konusuna gelirsek, sıkı bir takipçi misiniz? Stilinizin sizi ifade etme noktasında nasıl bir rol üstlendiğini düşünüyorsunuz?
Açıkçası tamamen rahat edebileceğim ve gözüme güzel gelen şeyleri giymeyi severim. Takıntılarım yoktur. Çok fazla moda bilgim yoktur. İnsanın rahat edebileceği, bulunduğu yere uygun ve giymeyi tercih ettiği her şeye varım.

Fit ve sağlıklı görünümünüzü tam olarak neye borçlusunuz? Nasıl bir egzersiz programına ve rutinine sahipsiniz?
Ben büyüme ve gelişme çağımda çok uzun seneler aktif olarak spor yaptığım için vücudumda oturmuş bir kas altyapısı var zaten. Bu yüzden çalışırken spor yapamadığım zamanlarda bundan faydalanıyorum. Boş olduğum her zaman spor yapıyorum. Sporu hiçbir zaman hayatımdan çıkarmadım. Kendimi bildim bileli profesyonel olduğum alan dışında da spor branşları yaptığım için hareket halindeyim sürekli. Sanırım bu da kilomu daha rahat korumamı sağlıyor.

Peki, bakım rutini… Her gün uyguladığınız bir bakım rutini var mı? Bu görünümün sırrını mutlaka bilmek isteyenler olacaktır…
Utandım, sağ olun… Rutinim tamamen suyla. Bazen de saksıdan aleo vera koparıp yüzüme sürmeyi severim. Yüzümü nemlendirmeyi severim. Ama çok uzun saatler ışık altında düzensiz saatlerde çalıştığımız için gözlerimin altı çok yoruluyor. Onu sadece çok uyuyarak düzeltebiliyorum. Onun dışında bir rutinim yok.

Son olarak, Elele arşivi için ‘zaman kapsülü’ niteliğinde bir soruyla bitirelim… Bir sonraki Devrim Özkan röportajımızda mutlaka hangi soruyu sormalıyız ve neden?
Bir düşüneyim. Şu anda bir senaryo yazıyorum. Sanırım onu bitirip bitirmediğimi sorabilirsin. Bunun cevabını ben de merak ediyorum.

“Eğer gerçekten tutkunuz olmayan bir şeyi yapıyorsanız, bu ışıltılı dünyanın içinde olmanın bir anlamı yok. Çünkü o sahte ışıklar söndüğünde, eğer gerçek ışığın aydınlattığı yerlerde mutluluğu bulamamışsanız geriye pek bir şey kalmıyor.”

TEK BAKIŞTA

  • Yaz demek?
    Enerji demek.
  • Rüya gibi bir tatil rotası?
    Akdeniz.
  • Başarıyı nasıl kutlar?
    Kabul ederek.
  • Eleştirileri nasıl karşılar?
    Saygıyla.
  • Kaybedince nasıl tepki verir?
    Kendimle kalırım.
  • En çok kimi dinler?
    Billie Eilish.
  • Neyi yemekten bıkmaz?
    Makarna.
  • Dostları ona nasıl seslenir?
    Devo.
  • Neye tahammül edemez?
    Saygısızlık.
  • Vazgeçemediği nedir?
    Hayvanlar.
  • İmza aksesuarı nedir?
    Güneş gözlüğü.
  • En çok kimi arar?
    Başak ve Burcu.
Utangaç mı ilgisiz mi? Utangaç bir erkeği anlamanın 24 yolu Vücut tipine göre giyinme rehberi Yılbaşı Mezeleri: Yılbaşı için birbirinden güzel 28 meze tarifi Kader matrisi numaraları ne anlatır? Uyumluluğa nasıl bakılır? IMDb’nin zirvesindeki 30 efsane yabancı dizi Kimler Geldi Kimler Geçti 2. sezon Leyla'nın takılarını bulduk!