Kadın gücü

Kadın varsa, umut var demektir.

Ablade Glover ve Tuğrul Cankurt
İkisi de ressam. Biri Ganalı, biri Türk. Onlar birbirlerini tanımazlar. Ama benim salonumda çok iyi arkadaşlar, sürekli birbirlerine bakıyorlar. Aralarında sessiz sedasız anlamlı bir ilişki var. Ablade Glover’ı sadece tablolarından tanıyorum. Ama Tuğrul Cankurt’u, şahsen tanıma şansım oldu. 

Hemen şu anda sizleri şu cümlenin üzerinde durmaya davet edesim geldi. ‘Şansım oldu’ diyebilmek ne güzel değil mi? İnsanın hayatında bir sürü şey ‘şansı’ oluyor; ama kimi zaman bunu hissederek söylemeyi ıskalıyor. ‘Iskalamak’ kelimesi de olağanüstü bir Türkçe kelime. Kelimeler, yeri gelip doğru kullanıldıysa, kalbime işliyor. ‘Şansım oldu ve bu hissi ıskalamadım’ cümlesinin gücüne bakar mısınız şimdi... 
Evet. Tuğrul Cankurt’u şahsen tanıma şansım oldu. İnsan hayatta kaç kere, hayata Tuğrul Cankurt gibi tutunmuş bir sanatçıyla tanışabilir ki? Kadın tabloları, çizimleri, resimleri, kısa hikayeleri, yazıları, romanları, kitapları, müzikleri ezelden beri beni çok etkiler. Ben, kadın yazarların-yazar olması da gerekmiyor tabii, kadınların yani- bitmek bilmeyen cam tavanlar ve yel değirmenleriyle savaşmak zorunda olduğunu bildiğimden/yaşadığımdan; kadın tabloları, yazıları, kitapları vesairelerine fazlaca hassasım. Glover’ın kadın tablolarıyla tanıştığımda dilim tutulmuştu. Nasıl mı yapmış kadını Glover? Afrikalı kadın. Ganalı. Başının üstünde yükünü taşıdığı o sepet var. Müthiş bir endamla, denge içinde, başının üzerindeki sepette bir şeylerini taşıyarak yürür Afrikalı kadın. Sırtında da bebeği vardır kimi zaman. Dünyanın her yerinde; hem başında hem sırtında ve/veya karnında bir sorumluluk taşır illa kadın. Benim salonumdaki tabloda da, o kadın, karşıdan geldiğini göremediğimiz ama hissettiğimiz bir rüzgara karşı dimdik, başında sanki aslında ‘güneşmiş’ gibi de duran o ağır sepetle dimdik durur öylece. Öyle dik duruyor ki kadının başı, taşıdığı ağırlığa rağmen, sanki güneşe ve göğe değiyor. Öylesine bir güç, bir asalet, bir duruş var tavrında, endamında, halinde. 

Tuğrul Cankurt’un tablolarındaki kadın ise bambaşka yerden vurur beni. Bir ağaçtır; ama gövdesi kadın bedenidir. Bacaklarından toprağa kök salarken, başından rengarenk dallar fışkırır gökyüzüne. Sarıyor hayatı, hayata dört elle sarılıyor ya da. Hayata dallarıyla sarılırken, ayaklarından toprağa da kök salıp tutunuyor. Topraktan göğe, gökten toprağa bir bağ oluyor ağaçtan bedeniyle. Kadın ağaç, ağaç kadın. Bakmaya doyamam önünden her geçişimde. Tuğrul Cankurt omurilik felci ve bedeninin yüzde üçünü kullanarak, o da ancak fırça eline bağlandığında, palete dilediği renkler konulduğunda yapabiliyor tablolarını. “Kolektif bir çalışmadır benim sanatım” diyor ondan. Hayata öylesine güçlü tutunuyor işte. Bir ağaç gibi. Nazım Hikmet’ten dizeler geliyor mu kulağınıza tam da bu satırda? İyi. Glover ve Cankurt salonumdaki tablolarıyla her gün bana selam çakıyorlar. Göz kırpıyorlar başım ne zaman eğilecek gibi olsa. Başının üstündeki tüm ağırlıklara, zorluklara, engellere rağmen dimdik duran, başıyla güneşe uzanan, güneşten güç alan, ayaklarıyla toprağa kök salıp güçlenen, kollarıyla göğe ve hayata sımsıkı tutunan kadın tablolarıyla her Allah’ın günü bana bir şey anlatıyorlar yılmadan. Bilmem ben de size anlatabildim mi buradan? Bu ülkede bunca güçlü kadın hala dayanırken, bunca çocuk doğup büyürken, bunca zeytin ağacı hala direnir, binlerce genç arı gibi çalışırken, bunca güzel insan sessiz sedasız azimle çabalarken...
Umut var.
Hadi silkelen. 
Yonca ‘Tutun’

Yonca notu:
Bu yazıyı Kelebek’teki köşemde 3-4 yıl önce yazmıştım. Koca bir yaz boyu yaşadığımız yüzlerce üzüntü üzerine, bu ölü çocuklar coğrafyasına umut vermesi için bile isteye yeniden ve burada da paylaşıyorum. Kadının barış ve hayat verme gücü adına..

Kendimi aşmak
Dergi çıktığında ben, 2012’de hayatımı değiştiren ve hayatımı değiştirdiği o zamandan beri bir dolu aksilik yüzünden ertelenip gerçekleştirilemeyen Likya Yolu Ultra Maratonu’nu bitirmiş olacağım. Altı günde 140 km’ye yakın kısmını ikinci kez adımlamış; Fethiye Ölüdeniz’den start alıp Antalya Phaselis’de finiş görene kadar dünyanın en önemli tarihi yolunu bir kere daha şu ahir ömrümde görmüş olacağım. Akdeniz’in en bakir koylarından -ki biz oralardan koşarak/yürüyerek geçtiğimiz için durup yüzebiliyoruz da- Toros Dağları’nın zirvelerine; Xanthos, Patara, Olimpos ve Phaselis’in içinde olduğu, Gelidonya Feneri’ne vardığında kendini ‘yerde miyim gökte mi, hayatta mı cennette mi?’ diye sorguladığın o yolu ikinci kez aşmış olacağım. Kendime sözümdür, hayatımın sonuna kadar o yolu yüzlerce kez aşmak. Doyamaz insan oralara. Ne doğasına ne de sana yaşattığı hislere. Dahası tarihi Likya Yolu’nun uluslararası standartlara uygun işaretleme sistemi oluşturulmasına Garanti Bankası destek veriyormuş. Bu kadar özel bir yere sahip çıktıkları için teşekkür ederim. Bu sefer Likya Yolu’nun başka bir önemi daha var benim için. 2015 için esas hedefim olan The North Face Kapadokya Ultra Trail’de 110 km koşabilmem için 20 gün öncesinde bitirdiğim son ciddi antrenmanım gibi olacak. 24-25 Ekim’de hayli zor ve teknik bir yarışa gidiyorum evet. 22 saatte bitirmem gerek 110 km’yi. Takip etmek isterseniz hem benim Instagram ve Twitter hesabım olan @4yaprakliyonca’dan takip edebilirsiniz hem de yarışın resmi web sitesi olan cappadociaultratrail.com/2015/TR’den. Heyecanım var ama inanılmaz sakinim. Kararlıyım. Kararımı duyan herkes bana ‘Emin misin, çalıştın mı, hazır mısın?’ diyor. O an içimden geçen tek cümle şu oluyor: “Bir zorluğu aşmanın en iyi yolu o yola girmek.” O ilk adımı atmak. Ben hazırlanmanın başka yolunu bilmiyorum. O yolu başka türlü tecrübe etmeyi de bilmiyorum. Benim bildiğim yol bu. Yola çıkarım. 2010’dan beri koşarken edindiğim tüm tecrübelerimi, yıllardır durmadan çalıştığım koşarak, yürüyerek, yüzerek, bisiklete binerek, bahçemle uğraşarak edindiğim kaslarımı birleştiririm. Bütün sporcu arkadaşlarımın benimle sonsuzca ve cömertçe paylaştığı bilgileri yüklerim belleğime. Tüm sevdiklerimin desteğini alırım kalbime. Kafamda çalan müziklerin hatıralarında yatan tüm aşkları gümbür gümbür hissederim iliklerimde. Bir de o kıyıya vuran çocuk var sürekli gözümün önünde. O çocuk ve annesi için o yola çıkmak benim çıktığım yoldan çok daha zordu. Onlar hayatta kalmak için, bense hayatı kucaklamak için çıkıyorum yola. Masum çocuklar adına... 
Yonca ‘Ha gayret’
Tüm yazılarını göster