Zehirlenmek ne işe yarar?

Yaz günü balıktan zehirlendim ve neler idrak ettim, neler…

Yaklaşık 15 dakikadır hatta adama tam olarak ne istediğimi açıklamaya çalışıyordum. Şu ‘haftada iki kere balık yenilecek’ desturu var ya… Niyeyse yaz sıcağında başıma vurmuştu, üstelik çok işim vardı, canım yemek yapmak istemiyordu ve en kolayı balık söylemekti.
- Çupra ya da levrek kadar büyük balık yemek istemiyorum. Bir boy küçük ama ızgara olabilecek ne var?
Adam ısrarla tava olabilecek balıkları sayıp duruyordu.
- Tava istemiyorum, diye ısrar ettim. Izgara en küçük boy balık ne var?
- Abla çok güzel sarıkanadım var dedi.
Bir an elektrik çarpılmış gibi oldum. İtiraf etmeliyim, sarıkanadın adını telaffuz etmek bile yasaktı son günlerde benim için…
“Seninki kaç santim” kampanyaları ile balıklarımızın soyunun tükendiği çoktan beynime kazınmıştı. Oysa temmuz-ağustos en güzel zamanı… Tartışmaya adamın son cümlesi noktayı koydu.
-Abla karar ver artık, iftar saati, yoğun burası…
- Peki tek bir tane sarıkanat olsun, dedim yenilgiyi kabullenerek. Nedense gözümün önünde bir de Medusa’nın başı belirdi. “Gözlerine bakmazsam taş olmam” dedim içimden. Hem evdeyim, yalnızım, balık yediğimi, bir tanecik sarıkanat yediğimi kim bilecek?
Balığım geldi, afiyetle yedim(!) Yanında bolca vicdan azabıyla… Sonra ev işlerine daldım. Akşam serinliği basmış olmalıydı ama kulaklarım müthiş yanıyordu. “Hava da serinleyemedi gitti” derken yüzümü yıkamak için banyoya gittim.  
Karşıda kırmızı bir yüz bana bakıyordu. “Tanrım bu benim yüzüm mü?”
Öyle böyle kırmızı değil ama şimdiye kadar gördüğüm en kırmızı yüz! Bir an içimi bir pişmanlık sardı. Resmen vicdan azabından zehirlendim diye düşündüm! “Sarıkanadın intikamı korkunç oldu. Yok canım balığın ne suçu var?”  
Sonrası rutin; hastane, bir serum, üç iğne… Kişisel tarihimin ilk besin zehirlenmesi olarak kayda düşülecek iki üç saatlik acil anısı… Aslında belki de ilk değildi, çünkü zehirlenmelerin her zaman aynı dozda olmadığını, bazen sadece yorgunluk çökmesi, uyku basması vs. şeklinde tezahür ettiğini biliyordum tabii ama hastanelik edeni ilkti.
-Size kortizon yaptım, dedi doktor. Bir hafta boyunca yağlı, tuzlu, şekerli, unlu her şey yasak. Sodyum ve katkı maddesi içeren hazır çorba, mayonez vs. dahil hiçbir şeyi tüketmeyin. Yoksa yüzünüz ve bacaklarınız çok şişer… Sadece taze sebze ve meyve yemeye çalışın.
Zaten kilomun üst sınırında hissederken doktordan duyabileceğim en ağır cümle buydu. Anında ciddi bir diyete başladım ve tüm yediklerim bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti… Bu diyet yüzünden salata dışında hiçbir şey yiyemiyordum neredeyse ve o bile yağsız, tuzsuz ve sossuz olmak zorundaydı.  Kahvaltıda sebze ve tuzsuz lor.  Öğlen haşlanmış patates ve tuzsuz lor, akşam salata…
Bir fıkra geldi aklıma… Babası çocuğuna “beni ne kadar seviyorsun?” diye sormuş. Çocuk da “Tuz kadar” demiş.  Babası hayal kırıklığına uğramış. Gel zaman git zaman tuz bulamadıkları bir dönem gelmiş, yemeği tuzsuz yediğinde çocuğun ne demek istediğini çok iyi anlamış. O babanın idrak ettiğini ben de ettim. Allah’ım tuzsuz, yağsız ve şekersiz beslenmek ne zormuş. Her şeyde tuz var, tuz koymayınca yenen hiçbir şey tat vermiyor. Yaşamın anlamı bile azalıyor…
Bir yanıyla da ne kadar ciddi oranda katkı maddesi aldığımızın ayırdına vardım. Aslında hiç de sağlıklı beslenmediğimizin…
Bir zehirlenmeden bin ders çıkardım.
Sen sen ol, balığın santimine her zaman bak, vicdan azabı bile zehirler insanı…
Tuz tüketebiliyor olmanın tadını çıkar. Çok değil  tabii…
Daha sağlıklı beslen.
Herkese en az -3-4 gün bu diyeti denemelerini öneriyorum.
Bakın, benim dünyamı değiştirdi. Şimdi daha sağlıklı besleniyorum.

Not:  Geç yaşta bebek yapmak isteyen arkadaşlarım da buna benzer bir diyet uygulayıp çok sağlıklı beslendikleri dört ayın sonunda dileklerine kavuşmuşlardı. Bünyemizi bile bozuyor kötü beslenmek ama çoğunlukla farkına bile varmıyoruz!



 

Tüm yazılarını göster